Eleştirinin Yollarında

Yetmişli yılların başında bıraktığım edebiyat eleştirisi çalışmalarının ardından, ara ara giriştiğim şair ve şiir değerlendirmelerini saymazsak, edebiyat eleştirisi üzerine otuz yıl sonra yazdığım ilk yazı bu.

Bir ayrımla başlayacağım. Edebiyat eleştirisinin, edebiyat üstüne yapılmış çalışmalar içerdiği için, edebiyat dışında kalan bir boyutu vardır. Bu açıdan bakıldığında edebiyat eleştirisini:

1. Bir edebiyat türü olarak edebiyat eleştirisi2. Edebiyat etkinliğine, ürünlerine, yazarlara, okurlara yöneltilmiş yorumsal, filolojik, felsefî, bilimsel çalışmalardan oluşan edebiyat eleştirisi
olarak ikiye ayırıyorum. Elbette bu iki tür eleştirinin kesiştiği ortak alanlar da olabilir.Bu yazıda daha çok bir edebiyat türü olarak edebiyat eleştirisi üstünde duracağım. Öyle bir eleştiri olacak ki bu, edebiyat olacak. Şiir gibi, öykü gibi, deneme gibi olacak. Tür olarak daha çok denemeye yakın olacak. Konusu edebiyat ürünleri, edebiyatçılar, edebiyat etkinlikleri ve onların yorumlanıp değerlendirilmeleri olan bir deneme olacak. Bir şiiri ve onun edebî eleştirisini yan yana okuyabileceğim, bir eleştiriden alacağım tat, bir edebiyat tadı olacak. Elbette çözümlemeler, mantıksal, dilsel, felsefi yapı taşıyan özellikler içerir. Bu özellikler edebî bir atmosferde yoğunlaşarak, edebî tat taşıyan eleştiri, edebiyat tadında olan eleştiri ortaya çıkacak. Bu tür eleştiriye edeştiri demeyi öneriyorum. Edebiyatın olan, edebî, edebiyatlanmış eleştirinin “l”sine, edebiyatın “d”sini yerleştirerek oluşturduğum bu sözcük, edebiyatla eleştiri arasındaki karşılıklı “etme”leri, “edebilmeleri” de yansıtıyor olabilir.

Eleştiri gibi zaman zaman “nesnel”, “bilimsel” olması gerekliliği ileri sürülen bir çalışma alanının edebî bir yapı taşıması, bu alandaki çalışmaların “ciddiliğini”, anlamını, kültür yaşamı için önemini zedelemez. Edeştiri, “boş”, “cilâlı” duygusal ağırlığı sözlerle yapılan; ayırd eden, çözümleyen, irdeleyen, didikleyen özelliklerden yoksun bir çalışma değildir. “Edebiyat yapmayı”, içi boş, süslü sözlerle gerçekleştirilen, insanları duygusal açıdan sömürmeye yönelik bir çaba sananlar yanılıyorlar.Edebiyat, “akla”, düşünmeye, akıl yürütmeye, sorgulamaya, araştırmaya ters düşen bir etkinlik değildir. Edebiyat, edebiyatla düşünür; edebiyattan, edebiyatça düşünür, çözümler, irdeler, değerlendirir edeştiride. Edeştiride, belli bir kuramın biçimsel kuruluğu görülmez.Bir siyasal, sosyal bilimsel, dilbilimsel, mantıksal, matematiksel kuramın edebiyat yapıtına tepeden uygulamaya çalışıldığı çabalar edeştiri olamaz. Edeştiride, edeştirmen edebiyatçıdır. Her edebiyat yapıtı bir anlamda şiirsel özellikler taşıdığından (Bkz. “Ebedîyatını Yitirmiş Edebiyat” adlı yazım, Doğu-Batı, sayı:22, 2003, s. 21-36) edeştiri, yapıtın kendine özgü yapısını ortaya çıkarıp göstermek yerine, alışılagelen basmakalıp şekillerle, formüllerle, onu önceden kurgulanmış değerler,değerlendirmeler düzeneğinde bir yerlere yerleştirme değildir. Yapıtı önceden verilmiş kuramlara uydurarak görmenin adı edeştiri olamaz. Böyle bir yaklaşım, yukarıda sözünü ettiğim anlamıyla şiirsizliktir: Dar düşünce kalıplarına takılarak, yapıtın kendi farklılığını ortaya koymasına, ona tepeden kuramlar, ölçütler giydirerek izin vermemektedir. Edebiyata saygısızlıktır. Şiir, çünkü, olağan dilin ötesine dilin olanaklarıyla çıkarak başarılabilir. Edebiyat elbette boş söz değildir. Her “dolu” sanılan söz de edebiyat değildir. Sözün şiirlediği, şiir olarak ortaya çıktığı bir alandır edebiyat. Ölçülü, uyaklı dizeler anlamında, bir edebiyat türü olarak şiiri kastetmiyorum burada. Şiir, duyuş, düşünüş, kavrayışa dille açılan ufku gösterir. Eleştiride şiirin olması, ele aldığı yapıtın değerini, özelliklerini gösterecek biçimde, yapıtın etkisiyle eleştiri dilinin dönüşümler gösterebilmesi demektir. Yanlış anlaşılmaları önlemek için açıklama gerekir, bu noktada. Bir soruyla başlayayım:“Şiir eleştirisi şiirle, öykü eleştirisi öyküyle, deneme eleştirisi denemeyle mi yapılacak?” Şiir eleştirisi, örneğin, şiir üstüne, şiiri anlayıp, çözümlemeye, yorumlamaya, değerlendirmeye çalışan bir etkinliktir. Şiir eleştirisi şimdiye dek büyük çoğunlukla, düz yazıyla, belli düşünme, kavrama alışkanlıklarıyla yürütülmüştür. Bu eleştirilerin çok azının edebî bir değeri vardır. Elbette edebiyat üstüne yazılanlar, edebiyatla ilgilidir, edebiyat alanındadır ama edebiyat değildir. Şiir üstüne yazılan eleştirinin edebî olması da gerekmez.Ama, edeştiriden söz ediyorsak, edeştirinin başarabildiğinde, şiir olabileceğini söyleyebiliriz. Deneme edeştirisi, deneme; öykü edeştirisi öykü olabilir. Edeştiri, basma kalıp eleştirinin karşısına konulan bir eleştiri türüdür. (Örneğin, Tanpınar’ın Cemal Süreya’nın kimi yazılarının, eleştirilerinin edeştiri olduğunu söyleyebiliriz!)
Bu ikili ayrımın dışında kalan, basma kalıp, çalakalem eleştiri taslaklarında görünen eksik ve özürlerden bir bölüğünü dile getirerek, eleştiri yolundaki engellerden bazılarını sergilemiş olacağım.a)Eleştiri olarak ortaya konan ürünlerin kimileri yalnızca değerlendirmeye (iyi, kötü; güzel, çirkin; değerli, değersiz gibi…) yöneliktir. Oysa o değerlendirmenin dayanakları verilmediğinde, değerlendirmeyle oluşturulmaya çalışılan edebî canlılık sağlanamaz. b)Edebiyat yapıtının özelliklerini betimlemeye yönelik, betimlemenin ötesine geçmeyen eleştiriler. (Yapıtın kurgusu, sözcüklerin sayısı, yapısı gibi yapıtın “emripik” özelliklerinin betimlenmesi…)
c)Yapıtın yalnızca belli bir tarihsel dönem ya da akın içinde ele alınarak eleştirisi. d)Yapıtın tanıtımı, propagandası açısından yapılan eleştiriler.
Kısaca, bütünlük kaygısı gütmeyen eleştirilerin edebiyatı canlandırmada güdük kaldığını söyleyebilirim. Eleştiri birbiriyle içten bağları olan beş boyutlu bir çalışmadır. Bir eleştiri yazısında bu beş boyutun beşinin de bulunması gerekmezse de eleştirmen, bu beş boyutun beşiyle de hesaplaşması, bu boyutlarla ilişkisini geliştirmek zorunda olan biridir. Bu boyutlara geçmeden, edeştiri edeştirmen ya da edeştirici hakkında birkaç not düşelim. Edeştirmen, bir eleştirmendir. Dolayısıyla, beş boyutun beşiyle de ilgilidir. Bütünlük kaygısı taşır. Üstelik, edeştirmen, bir edebiyatçıdır, edebî değeri olan bir yapıt ortaya koymak zorundadır.Edeştirmen de bir “yaratı” ürünü vermek zorundadır. Edeştirmenin hem eleştirme hem “yaratma” kaygısı olduğu için, ona, biraz şakayla, “çifte kaygılı” edebiyatçı diyebiliriz.
1. Eleştirmenin ele aldığı edebiyat yapıtlarını, etkinliklerini, edebiyatçıları değerlendirirken dayandığı bir yaşam görüşü olmalıdır. Dünyaya bakış biçimi, insan anlayışı olmalıdır. Sıradan anlamıyla, “herkesin zaten böyle bir görüşü vardır”, diyebiliriz. Eleştirmenin saygınlığı, etkinliği bu yaşam görüşünün, işlenmişliği ile, derinleştirilmiş olmasıyla ortaya çıkar. Kitaplardan, çeşitli okumalardan, okuldan edinilmiş bilgilerinin yanı sıra, eleştirmenin yaşamdan devşirebildiği bilgileri, onun kişiliğinde birleşerek, eleştirel donanımını oluşturur. Okur ya da yazar olarak eleştirmenin yaşam görüşü benden çok farklı olabilir; üstelik, o, rahatsızlık duyduğum, belki de düşman bulduğum bir bakışın insanı olabilir. Eleştirmen olarak ona saygım, görüşüyle geliştirdiği insan anlayışının evrenselliğinden, derinliğinden, inceliğinden, kapsayıcılığından kaynaklanır.
 
2. Eleştirel bakışın ikinci boyutu, edebiyat görüşü boyutudur. Eleştirmenin, eleştirel saygınlığının ikinci ayağıdır bu:Edebiyata bakışını olgunlaştırmamış, işlememiş, dokumamış, bu bakışının temellerini oluşturmak için yorulmamış, çalışmamış, çile çekmemiş eleştirmene saygı duyamam. “Nokta-i nazârının” beslendiği insan anlayışını, yaşam birikimini, edebiyatı kavrayışının ufuklarını görebildiğimde, bu boyutuyla eleştirmen benim için saygın bir eleştirmen olur. Tıpkı yaşam görüşünde olduğu gibi, edebiyat görüşü, okur ya da yazar olarak benim görüşüme uymayabilir. Yine de, onun edebiyat kavrayışına duyduğum saygı, görüşünün işlenmişliğine, derinliğine, genişliğinedir. Bu saygım, kendi görüşümü tanıyıp, geliştirmeme yol açabilir.
3. Üçüncü boyut, çözümleme boyutudur. Çözümleme yalnızca mantıksal, dilsel yaklaşımlarla yürütülebilecek, belli kalıpların uygulanmasıyla, ortaya çıkan bir etkinlik değildir. Yaşam görüşümüzün, edebiyat anlayışımızın açtığı ufuk içinde geliştirilebilir çözümleme. Belli dilsel, dilbilimsel kuramlar, çözümlemeye yardımcı olabilirse de, kuramla sıkışmış, sıkıştırılmış, tutsak alınmış bir uygulama çabası olmamalı, çözümleme.
Çözümleme, yapıtın belli bir açıdan yapısını, öğelerini ortaya çıkarmak, yapıtı oluşturan öğelerin aralarındaki bağlantıları sergilemekle gerçekleşir.
4. Dördüncü boyut, ilk üç boyut üzerine kurulur. Eleştirmenin belli bir yaşam ve edebiyat anlayışı içinde geliştirdiği çözümlemelerin yorumlanması, zengin bir sezgi ve donanım birikimiyle gerçekleştirilmelidir. Yorum, çözümlemeden daha zengin, daha özgün, daha kapsamlıdır. Yorum, eleştirmenin yaratıcı gücünün sınandığı bir yerdir. Yorumla, yapıtın, varsa kendine özgü yeri; edebiyatın, edebiyat türünün içinde taşıdığı önem ortaya çıkar. Bunun tersine, yorum, çözümlemenin ardından yapıttaki olumsuzlukları da dile getirebilir.

5. Değerlendirme, eleştirinin doruğunu oluşturur. Eleştirinin bu boyutunda, eleştirmen, yapıtın, edebiyatçının “değeri” üstüne görüşler getirir. Çözümlemeyle yetinilmiş eleştiri çalışmalarında, değerlendirme tehlikesini göze almayan bir eleştirmenle karşı karşıyayızdır. Değerlendirme, eleştirmenin beğeni düzeyini, edebî değerleri sezip keşfedebilme yetisini gösterir. Edeştirmen açısından da, değer bulma, değer görme, değer keşfetme onun yaratıcılığının temel taşlarından en önemlisini oluşturur.


Beşli boyutun bütünlüğü içinde ürünler verip, değerlendirmeler yapabilen eleştirmen ya da edeştirmenin edebiyatın canlanmasında etkisi büyük olacaktır.
İşte edeştiri, eleştiri bütünlüğe sahip eleştirmenin bir edebiyat ürünü olarak ortaya koyduğu eleştiridir. Başarıldığında, sanırım, düz eleştiriden daha öğretici, daha zengin, daha ufuk açıcı olacaktır.  
 
                 
 
  
  Ahmet İnam