Bir yazar arkadaşımın köyüne
gittim. Beni çok iyi karşıladılar. Arkadaşım benim Öğretmen olduğumu söylediği
için köyde adım "Hoca"ya çıktı. "Hoca" aşağı,
"Hoca" yukarı... derken herkes adımı, soyadımı
unuttu,"Hoca" diye tanıdı, benimsedi. Biliyorsunuz hocalık çeşit
çeşit. Cami hocası var, asıl hoca onlar. Bizim gibi öğretmenlere de hoca
diyorlar. Sadece öğretmenler mi? Futbol antrenörleri, hakemler de hoca. Ortalık
hocadan geçilmiyor. Maçta hakem bir oyuncuya sarı kart gösteriyor. Oyuncu
itiraz ediyor:
- Hocam, valla kasti bir şey yapmadım.
Seyirciler takımın çalıştırıcısına bağırıyorlar:
- Hocaaa!Şu iki numarayı değiştir. Birazdan kırmızı
kart görüp takımı on kişi bırakacak!..
Arkadaşım beni övdüğü. "Çok
kültürlüdür. Gece gündüz kitap okur, bir şeyler yazar durur" dediği için
köyde itibarım çok iyiydi. Ne zaman kahveye gitsem hemen çay,kahve
ısmarlıyorlar, yolda saygıyla selam veriyorlardı. İçimden, "Keşke böyle
bir yerde öğretmenlik yapsaydım" diyor, "buradaki öğretmenler köyde
çalışmaktan ne kadar memnundurlar" diye fikir yürütüyordum.
Ünüm komşu köye de gitmiş olmalı
ki, günlerden bir gün bir yabancı geldi yanıma.Arkadaşımın dediğine göre komşu
köyün zenginlerinden biriymiş. Adam ellenme sarıldı. "Senden bir ricam
var. Yerine getirirsen aha şu kınalı kuzu senin" diye şirin mi şirin bir
kuzuyu gösterdi. "Bu yörenin insanları ne kadar da cömertmiş yahu!"
diyerek arkadaşıma baktım. O, başım he de anlamında sallıyordu.
- Elimden gelirse yaparım tabii, dedim.Kuzuya falan
gerek yok. Çocuğunuz bütünlemeye mi kaldı, ona ders mi verdireceksiniz?
- Yok canım, dedi adam. Benim ricam başka. Benim Karaoğlan
hasta...
- iyi ama ben doktor değilim ki.
Beni cami hocası sandığım anladım. Gülerek:
- Siz beni başka hocalarla karıştırdınız galiba,
dedim. Karaoğlana okutup üfletmek istiyorsunuz anlaşılan. Bu iş öyle okuyup
üflemekle olmaz. Doktor gerek. Hem öyle olsa bile köyünüzdeki caminin hocasına
gitmeliydiniz.
- Sizin gibi İstanbullarda okumuş derin bir hoca
varken ne yapalım onu, dedi adam. Duyulacak diye korkuyorsunuz galiba. İşte
yemin ediyorum. Valla billa kimselere söylemem. Bir şeyler yazıver de asalım Karaoğlanımın
boynuna. Pisi pişme ölüp gidecek zavallı. Şu kınalı kuzu sizin kısmetiniz,
kaçırmayın bunu.
- Yoo! Ben öyle muskacılık falan yapamam.
- Canım eski yazıyla bir şeyler yazıverin işte. Dua
gibi bir şeyler.
- Size eski yazıyla dua yazdığımı kim söyledi?
- Peki bu ne?
Adam, önümdeki, edebiyat fakültesinde öğrendiğim
eski yazıyı unutmayayım diye okuduğum dedemin eski yazıyla yazılmış bir kitabım
gösteriyordu. Kitap eski yazıyla yazılmıştı ama dua kitabı değildi. Hüseyin
Rahmi Gürpınar'ın bir romanıydı. Bunu boş vaki ti eri m de okurum diye
getirmiştim. Nasıl anlatmalı acaba diye düşünerek arkadaşıma baktım. Ondan
yardım umdum. Kulağıma eğildi, "Yazıver işte bir şeyler be! Elin mi
aşınacak? Adam kararlı. Yazdırmadan gitmeyecek. Şu kınalı kuzunun güzelliğine
bak.Kaçırma şu fırsatı" diyerek beni baştan çıkardı, şeytana
uydurdu. Adamın yalvarmalarına ve kınalı kuzusuna dayanamadım,bir
kağıda eski yazıyla bir şeyler yazarak eline verdim. O kadar sevindi ki
neredeyse ayaklarımı öpecekti. "Hele bir iyileşsin Karaoğlanım. Bak sana
neler getireceğim daha "diyerek çekip gitti.
Adam kimseye söylemeyeceğini
belirttiği,yemin ettiği halde söylemiş olmalı ki köyün imamı, hacı hoca takımı
yüzüme öfkeyle bakmaya başladılar. İlerici gençler de selamı sabahı kestiler.
Derken bir süre sonra iki jandarma kapıya dayandı ve beni apar topar karakola
götürdüler. Karakol komutanı:
- Gel bakalım üfürükçü hoca, köpeğe muska yazmaya
utanmadın mı? diye bağırdı.
- Ne köpeği? diye hayretle yüzüne baktım.
Meğerse adamın "Karaoğlan" dediği
köpeğiymiş. Ben oğlu falan sanmıştım.
- Konuşsana! Dilini mi yuttun? diye bir daha
gürledi komutan. Mübarek dualar köpeğin boynunda ne arıyor? Hacı hoca takımı bu
yaptığına öyle kızdı ki ben olmasam linç edeceklerdi seni.
- Bu işte bir yanlış anlama var, diyerek komutana
olup biteni anlattım. Komutan anlayışlı biriymiş:
- Demek hoca deyince seni din hocası sandılar ha?
diye gevrek gevrek güldü. İnsan bu karaoğlan kim diye bir sorar be!
- Ne bileyim komutanım, dedim. Akıl bırakmadı ki
adam bende. O kadar yalvarıp yakardı ki... Baktım gitmeyecek. Başımdan savmak
için bir kağıda bir şeyler yazıp gönderdim kendisini.
- Peki ne yazdın kağıda?
- Şimdi ne desem inanmayacaksınız, dedim. Muska
denilen şeyi getirsinler, bir de eski yazı bilen biri gelsin okuyuversin.
Komutan jandarmaları çağırdı. Bir süre sonra
yazdığım muska, muska yazdıran adam ve eski yazı bilen bir yaşlı geldi,
getirildi.Adam beni görünce ellerime sarıldı, "Yazdığınız muska iyi geldi.
Karaoğlanım iyileşti" dedi. Komutan:
- Bir daha ata, ite muska yazdırdığım görürsem
mahvederim seni! diyerek adamı haşladı ve dışarı çıkardı.
Eski yazı bilen yaşlı, yazdığım "muska"yı
okumaya başladı:
"Bir dalda iki elma
İster al, ister alma.
Zorla yazdım bunu,
Allah’ım günah yazma!"
Komutan bir kahkaha attı, bana döndü:
- Tamam. Kurtuldun, dedi. Ama sen sen ol, sakın
mani biçiminde de olsa böyle şeyler yazayım deme. Sonra yapışırım yakana.
- Vallahi yazmam komutanım. Yazarsam Arap olayım,
ayaklara çorap olayım, diyerek dışarı çıktım ve oradan çabucak uzaklaştım.Belli
mi olur, komutan fikir değiştiriverir. Arkadaşımın evine geldiğimde baktım
odada bir sürü kişi.
- Bunlar ne arıyor burada? diye sordum.
Arkadaşım göz kırptı, kulağıma eğildi:
- Yazdığın muska işe yaramış. Ünün dört bir yana
yayılmış. Bunlar yeni müşterilerin.Bu gidişle köşeyi döneceksin, dedi.
- Eksik olsun böyle köşeyi dönme, dedim ve tuvalete
gitme bahanesiyle dışarı çıktım koşa koşa köyden uzaklaştım.
*Çağdaş Türk
Dili - Ağustos
1998 Sayı:126
|