Bir
varmış, bir yokmuş zamanın birinde bir kasabada fakir bir aile yaşarmış. Bu
ailenin iki tane çocukları varmış. İsimleri Gülzel ile Sertay’mış. Her ikisi de
arkadaşları tarafından çok seviliyormuş. Bir
gün mahalledeki tüm çocuklar çimenlerin üzerinde oturmuşlar. Birbirlerine en
çok hangi tatlıyı sevdiklerini sormuşlar. Kimi baklavayı, kimi aşureyi, kimi kadayıfı
sevdiğini söylemiş. Gülzel ile Sertay ise en çok keten helvayı sevdiğini
söylemişler. "Ah keşke şimdi olsa da yesek." demişler. Başlarını
gökyüzüne kaldırmışlar. Bulutları keten helvaya benzetmişler. "Bakın,
bakın. Bulutlar keten helvaya ne çok benziyor" demişler. Melisa "Belki
de onlar gerçekten keten helvadır." demiş. Furkan "Evet, olabilir."
demiş. Doğukan "Annem bana masal anlatırken bulutları hep keten helvası
diye anlatır." demiş. Hep
birlikte bulutların keten helvası olabileceğinin hayalini kurmuşlar. Karınları
da çok acıkmış. "Eve gitsek şimdi tatlı yoktur. Keşke çok güzel yemekler,
tatlılar olsa." diye konuşmuşlar. O
sırada bir rüzgar esmiş ve çocukları havaya kaldırmış. Çocuklar birden şaşırıp
korkmuşlar. "Ne oluyor, uçuyoruz!" demişler. Gülzel hemen kardeşinin
elini tutmuş. "Çocuklar, elele tutuşalım, birbirimizden uzaklaşmayalım!"
demiş. Hepsi de elele tutuşmuş. Gökyüzüne uçmuşlar. Az sonra korkuları geçmiş,
kuş gibi uçmak hoşlarına gitmiş. Gülümseyerek "Heyyy, yaşasın uçuyoruz!.."
demişler. "Kuşlar gibi özgür, kuşlar gibi mutluyuz!.. Bulutlara
yaklaşıyoruz, keten helvalara gidiyoruz..."
"Yaşasın keten helvaları yiyeceğiz." demişler. Rüzgar
onları bulutların üstünde bırakmış. Çocuklar orada sevinçle hoplamış, zıplamış.
Gülzel "Bir tadalım bakalım, gerçekten yenir mi?" demiş. Doğukan bir
parça bulut almış, ağzına atmış. "Gerçekten de keten helvaymış." demiş.
İştahla yemeğe başlamış. Diğer çocuklar da onun gibi birer parça koparmış,
ağzına atmış. Keten helva ağızlarında dağılmış, çok güzel bir tat bırakmış.
Sonra çocuklar keten helvadan bir sürü yemişler. "Oh ne güzelmiş, iyi ki
rüzgar bizi buraya getirdi." demişler. Sonra kendi aralarında "Kuş
olup uçtuk, gökyüzüne çıktık. Bulutların üzerinde keten helvası yedik..."
diye şarkı söylemişler. O
gün sevinçle yeryüzünü seyretmişler.
Dağların, ırmakların görüntüsüne doyamamışlar.
Hava kararmaya başlayınca yeniden eve dönmek istemişler. Ama nasıl
döneceklerini bilememişler. Korkmaya başlamışlar. "Eyvah! Şimdi
nasıl
döneceğiz?" demişler. O
sırada yeniden bir rüzgar esmiş, çocukların hepsini uçurmuş. Onları götürüp bir
dağın yamacında bırakmış. Çocuklar aşağı indiklerine çok sevinmişler. Fakat
hava karardığı için yeniden korkmuşlar. "Şimdi evimizi nasıl bulacağız? "
demişler. Kaybolduklarını düşünüp ağlamaya başlamışlar. Melisa "Dev çocukları
kaçırıyormuş." demiş. İyice korkmuşlar, birbirlerine sarılmışlar. "Burada
kalamayız, hemen evimize gitmeliyiz." demişler. Bir
an önce evlerine ulaşmak için hızlı hızlı yürümüşler. Fakat bir türlü evlerinin
yolunu bulamamışlar.
O
sırada Gülzel biraz ileride bir mağara görmüş. Çocuklara göstermiş. "
Bakın şurada bir mağara var. Geceyi burada geçirelim, yarında erkenden evimizi
ararız." demiş. Mağaraya doğru koşmaya başlamışlar. O
anda korkunç bir ses duymuşlar. Bu sesin kötü kalpli devden geldiğini
anlamışlar. Adımlarını daha da hızlandırmışlar ve mağaraya nefes nefese
girmişler. Saklanacak yer aramaya başlamışlar. Mağarada iki tane kapı varmış
ama çocuklar bu kapıları açamamışlar. Odalar kitliymiş. Tek çareleri
birbirlerinin omuzlarına binip çatıya çıkmakmış. Hepsi teker teker çatıya
çıkmışlar. En sona Gülzel kalmış. Sertay ablasını devin yakalamasından korkup
ağlamaya başlamış. Sürekli "Ablamı dev yakalayacak." diyormuş. Bu
sırada dev de kocaman gövdesi, kocaman gözleriyle kapıda belirmiş ve Gülzel’i
yakalamak için koşmuş. Çocuklar hemen Sertay’ı ayaklarından tutup aşağıya doğru
sarkıtmışlar. Sertay ablasını tutmuş, çatıya çekmiş. Dev onları yakalayamamış.
Kocaman gözleriyle öylece bakmış, şaşkınlıktan donakalmış.Gülzel de çıkınca çocuklar birbirlerine
sevinçle sarılmışlar. Dev
ise hiç aldırmamış. "Şimdi elimden kurtuldular ama, sabaha kadar nasıl
olsa hepsini yerim. En iyisi şuraya yatayım da uyuma numarası yapayım."
diye düşünmüş. Çocuklar
öylesine yorgunlarmış ki, hepsi birbirine sarılıp sabaha kadar mışıl mışıl
uyumuşlar. Devde uyuma numarası yaparken gerçekten uyumuş. Ertesi sabah horozun
ötmesiyle uyanmış. Ortalığın aydınlandığını görünce telaşlanmış. "Eyvah!
sabah olmuş, insanlar gelip beni burada bulurlarsa öldürürler. Hemen ormana
kaçmalıyım." demiş ve koştura koştura ormana gitmiş. O sırada cebinden bir
anahtar yere düşmüş. Dev’in
kaçarken çıkardığı gürültüden
çocuklar uyanmışlar. Onun kaçtığını görünce
teker
teker aşağıya inmişler. Aceleyle kapıdan çıkacakları sırada
yerdeki anahtarı
görmüşler. Bu anahtarın kapalı odaların anahtarı olduğunu
anlamışlar ve bir
kapıyı açmışlar. İçinde bir sürü çocuk
görünce şaşırmışlar. Çocuklar sevinçle
onlara sarılmış. "Yaşasın dev’ den kurtulduk" diye bağırmışlar.
Hepsi
birbirlerine sarılmış. Sevinçten ağlayanlar bile olmuş. Onlara
kötü kalpli
devin kendilerini besleyip şişmanlattığını daha sonrada yediğini
söylemişler.
Sertay "Üzülmeyin artık kurtuldunuz." demiş. Çocuklar
onlara "Diğer
odayı da açın. Orada altınlar, zümrütler var."
demişler. Diğer odayı da
açmışlar. Altınları, zümrütleri görmüşler
çok sevinmişler. Hemen onları da alıp
oradan çıkmışlar. Evlerinin yolunu tutmuşlar. Mahallelerine
gelmişler.
Ailelerini görmüşler. Annelerine, babalarına sevinçle
sarılmışlar. Onlar da
çocuklarına kavuştukları için çok sevinmişler.
Yanlarındaki çocukları sormuşlar.
Onlar da tüm yaşadıklarını anlatmışlar. Büyükler
"Üzülmeyin siz de
ailelerinize kavuşursunuz." demişler. Sonra çocuklar yanlarında
getirdikleri altınları, zümrütleri göstermişler."Artık
hepimiz zenginiz."
demişler. Büyükler de buna sevinmişler. "Ne mutlu,
yoksulluktan kurtulduk."
demişler. O
sırada bir rüzgar esmiş, tatlı tatlı fısıldamış. "Bulutlardan selam
getirdim. Ne zaman canınız keten helva isterse sizi bekliyorlar." demiş.