Perihan
Taylan’dan "Kuyudan Çıkanlar" '... ve geri dönen yelkenliye takılıp
kaldı gözleri. Baktıkça yelkenlerinbiraz daha şiştiğini gördü. Yıllar boyu yüreğinden azar azar koparılıp
alınan, biraz önce de galiba denize fırlatılan hayalleri miydi acaba yelkenleri
bu kadar şişiren? İşin ilginç yanı, bir an boşaldığını sandığı yüreği, bir çay
içimlik süreden de kısa zamanda, yeniden dopdolu geldi ona. Şaşmadı. Uzakta
bilinen çocuklar becermişti bunu kuşkusuz, kayısıları toplamaya gelmeseler de
olurdu.' Perihan Taylan
yazmasaydı, ‘Teras Sohbeti’nin kahramanı Candan, yıllardır biriktirdiği
duygularını bize nasıl ulaştırırdı acaba? ‘Her yaştan insanın
duygularını önemsiyorum’ diyen Perihan Taylan’la ilk kitabı ‘Kuyudan Çıkanlar’
üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Ürün
Yayınları’ndan çıkan ilk öykü kitabınız ‘Kuyudan Çıkanlar’la yazın dünyasına
merhaba dediniz. Şimdi tanışma zamanı. Kimdir Perihan Taylan?
Babamın görevi nedeniyle Anadolu’yu dolaşarak
büyüdüm. Üniversitede Latince destekli Fransız Dili ve Edebiyatı okudum. Bir
bankanın Fransızca yazışmalarını yaparak başladığım çalışma hayatımı Fransızca
öğretmenliği ile sürdürdüm, Turizm Bakanlığı’nın Tanıtıcı Yayınları’nda
noktaladım. Bir bölümünü değişik ülkelerde geçirdiğim iş günlerimden bana kalan
en anlamlı şey, gurbet ellerde çıkmaza sürüklenmiş gençlerle yaptığım
çalışmalar oldu. Sizdeki
edebiyat tutkusu nasıl oluştu?
Oluşur mu yoksa doğuştan mıdır edebiyat tutkusu,
tereddütüm var. Benimkisi tutku mu bunda da kararsızım. Edebiyata ilgi duymak solumak
kadar kendiliğindendir belki. Eğer bir tutku oluştuysa bende, bunun hiç
farkında olmadım. Farkında olduğum şey çocuk yaşlarda ciddi kitaplar okuduğum.
Evde olanlarla yetinmek zorunluluğundan diyeceğim ama, eve çocuk kitapları girmeye
başladığında da eğilimim büyüklerin okuduklarından yanaydı. Anlamak için çok
erken yaşta düşünmeye başlayışımdan olmalı, edebiyatın peşini bırakmayışım. Yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
Beni
dinlemedikleri zaman okul defterime notlar düşerek.
Biraz daha ciddi anlamdaysa, zihnim meşgulken, çocuklarımdan hep
üzgün
göründüğüm uyarısını aldıktan sonra. İnsanın
düşünürken ciddi göründüğü bilinir
de üzgün göründüğünü ilk onlardan
duymuştum. Kafamdakileri zamanında kağıda
dökersem çocukları rahatlatırım diyerek kendime yazma
saatleri ayırdım. İyi
gidiyordu, bir taşla iki kuş vurmuş oldum. Yazmaya başladığınız o yıllardan bugünlere yazın
yolculuğunuzu bizimle paylaşır mısınız?
Yazmaya ayırdığım zamanı giderek artırıyordum. İşin içinde
sırf çocukların hatırı yoktu artık, yazmanın tadına varmıştım. Yolculuğumun çok
sakin geçtiğini söyleyebilirim. Serüvenlerim olmadı. Eğitsel yazmalardan öyküsel
yazmaya yumuşak bir geçiş yaptım sanırım. İlk yazılarım dernek dergilerinde ve
turistik yayınlarda çıktı, sonra eğitim ve edebiyat dergilerinde. Yıllar boyu
tuttuğum notlar sayesinde konu sıkıntısı çekmiyorum. Sıkıntı, onları yazarken
ortaya çıkıyor. Bu sıkıntıyı seviyorum. Bu yolculuk sırasında size eşlik eden (sizi yalnız bırakmayan) kitaplar
hangileriydi?
Yazarken kitapların biraz
uzağında durmayı tercih ediyorum, onlar bana okurken arkadaş. Yıllanmış
onlarcasını bir yana bırakıp son okuduklarıma bakıyorum: Acaba hangilerinin
yazı masama en yakın durmasını isteyebilirdim bir gün? Çok bilinen öykücüleri
anma gereği duymadan sıralıyorum: Horace McCoy, Haldun Taner, Salinger, Mehmet
Günsür, Lütfiye Aydın ve Başar Başarır. Biraz da ilk öykü kitabınızdan bahsedelim. ‘Kuyudan Çıkanlar’ın yazım
sürecini anlatır mısınız?
ÖYKÜNÜN DEMİ
Geçtiğimiz yılınilkbaharında
kuyunun taşma tehlikesiyle karşı
karşıya olduğunu gördüm. Bir şeyleri çıkarmak
gerekiyordu. Birer birer
çıkarmaya başladım. Öykünün demini alıp
almadığına bakıyordum önce. Almayanları
ayırıp yeniden çalıştım üzerlerinde. Aradan aylar
geçiyor bir türlü ‘tamam’ diyemiyordum.
Bazen kafanıza takılan tek bir cümleyi bile günlerce
düşündüğünüz oluyor. 2006
kışında ‘tamam’ diyebildim. Öykülerinizi
dört başlıkta toplamanızın nedenleri?
Kalkışve
varış noktaları birbirine benzeyenleri bir araya getirmekti amacım. Bunu
yaparken okura hoş geleceğini ve kolaylık sağlayacağını düşündüm, neyin
habercisi bir öykü okuyacağına ipucu olsun istedim. Yazdıklarınız
gerçek ya da kurgu; yaşamla iç içe. Bir kameraman misali alış-veriş
merkezlerinden iş yerlerine; panelden balkon muhabbetlerine, apartman
sorunlarına.... günlük hayatın karmaşasında kameranıza takılan detayları kaleme
almışsınız. Tabii kameraman siz, kamera da gözleriniz.. Bakınca görülmemesi imkansız durumlarla, olaylarla
karşı karşıyasınız sürekli. Aslında her şeyin o kadar içindesiniz ki detaylar
kaçamaz sizden. Apartmanda yapılan gereksiz değişiklikleri, iş yerindeki
oyunları, pervasız ilişkileri, sohbetlerde insanı ele veren ayrıntıları
görmeden edemezsiniz, görünce de yazmadan. Hayatın içinden çıkan ve önemsenmeye
değer bulunmayan ama, birçoğumuzun keyfini kaçırmaya yeten bu görüntüleri
paylaşmak gelir içinizden çünkü. Gözlerimin iyi görmesinden memnunum.
Aynı
ortamı soluyan insanların birbirlerine yabancılaşması, beklentilerin azalması,
büyüyen yalnızlıklar…
GERİDE BIRAKILAN BEKLENTİLER
İletişimi gitgide bozulan
insanlar yalnızlığa mahkum ne yazık ki. Bu mahkumiyeti hafifletmenin yolları aranabilir.
Yazanlar adına diyebilirim ki, yabancılaşma ve yalnızlaşma sizin için
sıradanlaşmaya başlamışsa kaleminizle olan dostluğunuzu koyulaştırmışsınız
demektir. Kaleminiz sizi öyle alıp götürür ki beklentilerinizi arkada
bırakırsınız, zorunlu olarak, ya da farkına varmadan. Yalnızlığınızın
korktuğunuz kadar büyüyemeyeceğini görüyorsanız, sanırım geride bıraktığınız
beklentiler sayesindedir. Kahramanlar, bazen yaşamın yalnızlığa açılan penceresine kaçamak
bakışlar fırlatabiliyor; yılların biriktirilmişliğini irdeleyebiliyor, yanında
sevdiği insanlar olsa bile, Candan gibi..O yalnızlığı, içe dönüşü anlatır mısınız? ÖZVERİYİ
ÜSTLENMEK
Kanımca yalnızlık hatırlatıldığında oluyor bu
kaçamak bakışlar, irdeleyişler. Tekrarlanan vurdumduymazlıklar, vefasızlıklar,
özeleştiri yoksunluğu yalnızlığın yükünü ağırlaştırırken unutma çabanıza darbe
vuruyor doğal olarak. Yaşam deneyi arttıkçabilgeliğin artacağı sanılır ama çoğu kez yanılgıya düşüldüğü görülür.
Bazı insanlar yakınındakileri, sevdiklerini anlama yetisi geliştiremiyorlar.
Anlama yetisi olmadan nasıl sevebilirler, bunu anlamak mümkün değil.
Sevdiklerini söylüyorlar ama incindiğiniz bir konuyu paylaşma gereği duyup
açtığınızda dinlemek istemiyorlar. Anıları, bir çok ortak noktayı gözardı
edemiyorsanız özveriyi üstlenmeyi yine sizin sürdürmeniz gerekiyor. Özveri tek
yanlı olunca içe dönüş kaçınılmaz hale geliyor. Yazarken içinizi acıtan öykü/öyküler oldu mu? Okurken benim oldu.
Sorarsanız söylerim. Hangisi? Karadut.
Ben
de içim sızlayarak
yazdım bu öyküyü. ‘Çalkar Çoraplı
Kadın’ı ve ‘Kurgu Ağıt’ı yazarken içim fazla
acımadıysa da diken diken oldum; çünkü saman altından
su yürüten sinsiler,
besleyicilerinin gözünü oyan kargalar, ben bilirimci
niteliksizler geçit yaptı
önümden. Hileler,yapmacık davranışlar,başkalarının hayatlarını alt üst etmeye
çalışanlar, küçük hesaplar peşinde koşanlar, acılar, üzüntüler… kişisel
gelişime örnek; kararlı ve azimli Metin’in öyküsü nasıl düştü kuyuya?
Kuyu, anılarımın en derin
yeri gibi düşündüğümde Metin’i çok iyi sakladığımı görüyorum. Olumsuz
kahramanları sakladığım gibi. Çıkrığı ilk çevirdiğimde önce Metin çıktı
kuyudan. Onu özel bir sığınağa almamış olmakla haksızlık ettim belki de. 7’den (Saklı Kuyu, Karadut, Zar) 70’e (Ninenin Notları) hitap
ediyorsunuz... Bir okur olarak ben
öyküde çeşitliliğe; farklı konulara, farklı insanlara ilgi duyuyorum. Her
yaştan insanın duygularını önemsiyorum. Kadının ezilmişliği, aşk, hayal
kırıklıkları...gibi çok yazılan konular ilginç olmaktan çıkıyor bir süre sonra.
Her yaştan insanı gözlemlemek, her yaştan insana ilgi duymak belki bakış açımın
genişliğindendir. Geniş açıdan bakan okurlarla buluşmak mutlu eder beni. Öykülerinize/öykücülüğünüze dair cümleler kurulacaktır elbette. Biz
okurların söyleyeceği ortak söz ‘Kelime dağarcığımızı zenginleştirdiniz’
olacaktır diye düşünüyorum.
Anlatmak istediklerimizi kolaylaştıracak, onları
daha ilginç kılabilecek birçok sözcüğün görev beklemekte olduğunu, bunları
görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yaşamın yalnızlığa açılan penceresinden daha
çok öyküler eseceğe benziyor.
Doğru tahmin ettiniz. Kahramanlarımın esintiye
bırakılmaları için sabırsızlandıklarını görüyorum. Beni rahata erdirme yarışı
içinde olsalar gerek. Eylül 2006