Gelincik

İran Mitolojisine göre bir yaprağın üzerindeki çiğ tanesine yıldırım düşer. Alev alan yaprak o haliyle donup kalarak gelinciğe dönüşür. Ortasındaki siyahlığın da yıldırımdan arta kalan yanık izi olduğu söylenir. O günden sonra şairlerin dilinde, sevgiliye dair estetik bir simge biçiminde görülür. Homer’in İlyada’sında gelincikler ölen savaşçılara benzetilir.

Yunan / Roma mitolojisinde birçok tanrı ile ilişkilendirilir: Uyku tanrısı Hypnos’un üç bin çocuğundan biri olan Morpheus, düşleri simgeleyen gelincikten yaptığı taçları uyutmak istediklerine verir. Romalılar, aşk acısı çekenlere gelincik şurubu içirerek onların uykuyla, aşk acılarını dindireceğine inanır... 

Gelincik, Cengizhan’dan Napolyon’a dek birçok anlatıya konu olur: Savaşta düşman perişan edilip savaş meydanı kan gölüne çevrildikten kısa bir süre sonra buranın gelinciklerle dolduğu gözlemlenir. Bu anlatının temelinde gelinciğin bahar çiçeği oluşu vardır. Çünkü bahar, savaş aylarıdır. Gelincikler de bahar çiçekleridir. Gelinciklerle bilinen son efsane I. Dünya Savaşı sırasında yaşanır. John Mc Crae’nin yazdığı şiir, diğer anlatılarla benzerlik gösterir. 

Halk, dağ lalesini küçük bir geline benzeterek adlandırır. Morfolojik açıdan Türkçe olan bu sözcüğün, gelinciğin, bir geline benzetilmesi, gelinliğin geleneksel kırmızı rengiyle ilgilidir. İlkbaharın sonlarına doğru dağları ve kırları sarılı beyazlı papatyalarla birlikte süsleyen gelinciklerin adındaki inceliğe, ürkek duruşuna, kokusunu getiren dağ yellerine, söz düğünleri kurulur. Dağlarda, kırlarda yetiştiği için hep taşralı görülür, arayışın dili özdeyişin sureti, acının rengi yapraklardaki sevinçle saklanır. Mümkünsüzlüğün buz tutmuş ırmağında yaşar, umudun renk kuşağında bin bir lisansla yazılan kısa bir masal, bir şiir, bir ezgi olarak kalır. 

Taşradan gelen bu çiçeğin yaprakları dağınıktır. Çok kısa ömürlüdür. Dünyası üç günlüktür. Hep suya uzak yaşar. Yaprakları birkaç gün içinde dökülür, ayrılır, hicrana uğrar. Sert rüzgarlarda bile ayakta duran gelincik ufak bir dokunuşla dağılır. Çiçek olarak varlığı koparıldığı an biter. Hayat hiç kımıldamadan akıp giderken her yaprağın acısı, susuzluğu kendince biriciktir. “Ömür: havada uçuşan gelincik tozları”na dönüşürken her yaprağın geçmişi, cenneti olur bir süre sonra.

Kırlarda iç içe yaşasalar bile taşralıdır gelincik. Tezgaha inemez, papatyalar gibi demet demet satılamaz. Solmamak için kendi yüreğine tutunmaktır yazgısı.

  

  
  Sevgi Soylu Koyuncu