Markalı elbiselerini,
yatak odasının duvarını boydan boya kaplayan elbise dolabındaki askılıklara
istemeye istemeye asarken,
“Artık kendimi yaşayacağım,”
dedi.
Umarsızca çıkmıştı
ağzından bu söz. Bana değil, kendi kendine ettiği bir itiraftı sanki. Kalbinin
en derinlerinde, kendiyle ilgili verdiği bir kararı açığa vurmuştu.
Yadırgatıcı bir
etki bıraktı bende bu sözü.
Elimde olmadan, yüreğim
eksildi ona karşı. O güzelim sevgi, “köklü
olduğunu sandığım sevgileri” pamuk ipliğine bağlıymış meğer, sancıdı bir
yerinden.
Doğru zamanda,
doğru insanın ağzından çıkmış bir söz olsaydı… Ah, olsaydı!.. Kapkaranlık ve sancılı
geçen bir geceden sonra günün ilk ışıkları neyse, işte o anlama gelirdi.
Bir toplumda, bir
evde, ya da kişiler arasında süregelen koca bir inat kırılırdı...
Bir bedel ödenmek
üzereyken, nihayet gerçeği görmeye, görüp kabullenmeye yanaşılır ve de anlamsız
bir töreye son verilirdi.
Prangalarından
sıyrılırdı bir köle.
Bir körün
demiyorum, onlar da görür, hatta en iyi, en ayrıntılı şekilde onlar görür, inatçı
bir cahilin gözlerindeki karanlık perdesinin kalkmasına tanık olmuşçasına sevinirdim.
Sevgi adına,
bağlılık adına, verilen emek adına ve bu kavramlara gereken değeri verenler
adına sevinirdim.
O an, içime yayılırdı
sevinç çığlığım.
Belki de gün gelir,
kağıtlara taşardı yankısı.
Bir sözün ardından;
Bir yanım (özverili
ama aldanmış insanlar adına) mağlup ve kırgın bir halde suskunları oynarken, bir
yanım, hep o bilge yanım, konuşmaya gerek duymazdı.
Sarf edilen bir
sözün ne anlama geldiğine, geleceğine dair düşünmeye davet etmezdim onu. Verilen
bir kararın onu nasıl sığ, nasıl bencil bir özgürlüğe götüreceğine…
Verilen bir kararın
ucunun kimlere, ne denli dokunacağına dair öz eleştiri yapmasını istemezdim
ondan.
***
“Artık kendimi yaşayacağım!”
Doğru zamanda,
doğru insanın ağzından çıkmış bir söz olsaydı. Ne değerli bir söz olurdu,
düşünün... İçinde anlamlı bir özgürlük isteği barındırırdı.
Yaşamın yıpratıcı
yönlerini unutmaya karar veren birinin hayatında lekesiz ve duru bir sayfa
açmak anlamına gelirdi.
Kendine değer
verme, ne isteğini bilme ve kararlılık anlamına…
Hani dünyadan, her
şeyden bihaber yaşayan kadınlar var ya… Daracık ortamlarına, evlerine mahkum
edilirler. O evlerde, sabahtan akşama kadar iş yapmak zorundadırlar.
Ev ortamı güzeldir
de, ev işleri nankördür. Akşamlar da nankördür o evlerde. Alacakaranlıkla
birlikte, ürettikleri ne varsa, hepsini çarçabuk tükettiği için nankördür.
Bir bakıma da silik
işlerin, silik kahramanlarıdır o kadınlar. Takdir görmeden, bir teşekkür cümlesi duymadan
angarya bir hayatı yaşarlar.
Hiçbir yarın, yeni
bir gün değildir onlar için. Yine aynı işler, aynı koşuşturmaca başlar bir
sonraki gün de.
Hani bir çırpıda
sevgileri eskitilen kadınlar vardır ya… kendini birine, bir sevgiye adayıp; saçını
süpürge edecek denli duygusal kadınlar. Zamanla, bir başına üstlenirler evin
geçimini. En zorlu, en berbat işlerde bile çalışarak.
Ayyaş kocalarının
harçlığını, içkisini, mezesini bile temin etmek zorundadırlar.
Ne yapsa, ne etseler
değerleri bilinmez… Üstüne üstlük aldatılır, horlanır, dayak yerler.
O hayat yorgunu kadınlardan
biri, nihayet acılarından silkinip, “Artık
kendimi yaşayacağım!” dese… Diyebilse!..
İçim ışırdı…Onların ağzına yakıştırırdım bu sözü.
Ayakları üstüne durmayı
şiddetle istemek, anlamına gelirdi.
Günümüzün sığ, bencillik
dolu, insani değerlerini örseleyici, dayanışmadan uzak özgürlük anlayışından çok
farklı bir şey olurdu...
“Parasının asla suyunu çekmeyeceğine
inandığım birini bulacağım…Bana kendimi yaşatacak olan başka bir zengini…” Bu
olmazdı, o kadınların dudaklarından dökülen bir sözün açılımı.
Asla olmazdı!..
|