ana sayfa / editorial / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 
Aşkkıran

   

 
uzun yolculukların halkıyım, görün:
yurtsuzluğun rüzgârına tutunuşum bundan
bundandır her aşkı son bir yangınla yaşayışım
kürt sürgünü dağlarda her şarkıyla parçalanışım
 
eskidendi bilmezdim aşkı. öğrendim: görün
yola düşen her kuş sürüsüne katılışım bundan
bundandır çıldırdı ömrüm aşk ihtilali çağrısına
her yürekte bu çığlığa denk düşecek bir karşılığa
 
çok önceden yıktım ölümü kalbime, görün:
korku düşse de kimi an sularıma ay bundan
bundandır ayışığı öptü yarasını dağyıldızının
sarısabır çiçeğiyle ağulanan şarkısını bir halkın

                          (…)

                                                   "İpi Kopmuş Uçurtma," Aşkkıran
                                                    s.52, Piya Kitaplığı, 2. Baskı, 2002.

Haziran dergimizde Mehmet Çetine'le ilgili

şiirleri, makaleleri ve söyleşileri yayımlayacağımızı yazmıştık.
Bu dergimizde "İnsanın yüreğini acıtan Şiirler" adlı, 
Cevdet Yüceer'in Çetin hakkında,  AGORA Dergisinde
(Aralık 2002) yayımlanmış yazısını yayımlıyoruz. 

 

“insanın görülmemiş derecede küçümsendiği ve çaptan düşürüldüğü günümüzde kişinin en ivedi ve en soylu görevi olayları şarkılaştırmak olmalı. Kuşkusuz bu gerçeğin bilincine varacak, insanın insanca sözüne ve onun bülbülleri  bile susturabilecek orkestrasına katılma yürekliliğini gösterecek hayli insan var.”

Louıs Aragon (gerçekçiliğin boyutları-toplumsal dönüşüm yayınları)

Aragon’un  bu sözleri söylediği dönemi hatırlayacak olursak olayları şarkılaştıran yürekli insanları  tahmin edebiliriz. Aragon da o insanlardan biriydi. Bu sözler hala güncelliğini korumaktadır.Günümüz Türkiye’sinde bu gerçeğin bilincine varan,insanın insanca sözüne ve onun bülbülleri bile susturabilecek orkestrasına katılma yürekliliğini gösteren insanlardan biri de şair Mehmet Çetin’dir.

Mehmet Çetin şiiri, yıllar önce kurederşi kuytularından yükselip, günümüze kadar, inanılmaz acılara katlanmış kekeme bir çocuğun feryadıdır. Anadolu’nun her köşesinden yükselen. bu ses anasız, babasız, oyuncaksız, okulsuz, kitapsız, aç çocukların feryadıdır. Bu ses Mehmet Çetin şiirinde tek bir sese dönüşüyor, insanın yüreğini acıtan bir sese,bu sesin öyküsünü Mehmet Çetin’in dizelerinden dinleyelim. 

“burası kekemeçe ıssızlığı / kurederşi, dokuzyüzellibeş / dağların gölgesinde ay arayan yolcuydum ve atların koştuğu / bir ıssız gece olmuş geliyordum / dilim sanıp suların karanlığını.
 “aslında hikaye şu; çocuk kadardım / en yakın komşusuyla kavga edince / lal olmuştu babam derindedir artık.
“sonra terk etti kurederşi’yi göç idim / ömrüm geçiyordu ah ile hah arası / su sesi sır gecesi suss müziği ile / kırdan kırımdan ile kırkımdan
 “çucuk, düşüp yola mezrasıyla / çıkıp sokağa ıslığını kırmasıydı / başka çocukların oyuncaklarına / şaşkala bakması kaş ile göz arası  / yüzüne susan kırmanç’tı sorusu:
 “anlamaz çocuk niye bunca dil / aynı rüyada bile anlaşamaz niye / doğa kime kuş kime ırmak kime / rüzgar hangi dili konuşur geceye
 “ıssız kalınca korkar çocuk / lal olur bitince aşk ve düşer / yola ki yol dediğimiz insan: öte" 

 Mehmet Çetin’in 'Kekemece' adlı kitabının ilk şiiri olan “yola düş adlı şiirinden özetleyerek aktardığım dizeler bu sesin başlangıç noktasıdır.

Bu ses Mehmet Çetin kişiliğinde bir onur savaşımına öncülük yaptı. Kimlik, kişilik ve hak arma savaşımıydı bu. Kendi halkının hakları için, tüm kekeme çocukların hakları için mücadele etti Mehmet Çetin. Bu acı dolu, ama o kadarda onurlu bir yaşamın sonucunda, suratımızda bir şamar gibi patlayan dizeleriyle girdi şiir dünyamıza Mehmet Çetin.

 Şair Ahmet Telli “ben hiçbir şey söylemedim” adlı kitabının sunu bölümünde Mehmet Çetin için şöyle yazıyor.”bilgi ırmağının  girdaplarına gelince; bilgiyi ve kutsanan hiyerarşisini hırpalayan kunduzlarla karşılaşırız orada; kunduzlar akıntıya karşı bir yol bulurlar kendilerine. Irmağın sesinden şarkılar, şarkılardan da yurtsuzluk edinirler... Kunduzdur onlar; ırmağın aklı karışır, denizine ulaşmayı unutur bazen. Düşçüdür kunduzlar, düş kurmayı ve yalnızlıkta çoğalmayı bilirler. Hayat ile kendi aralarına konulan engelleri, çavlanların sesinden edindikleri şarkıya benzer itirazları ile aşarlar. Onlar, yeryüzünün iyimserliğidirler ki, yakınmaları yoktur, pişmanlıkları da... Ve onlardan biri suların kulağına şöyle fısıldar sanki:

-“Ben hiçbir şey söylemedim.”.. "onun bir kunduz olduğunu biliyorum;” 

Gerçekten de yalnızlıkta çoğalan, çoğaldıkça kabına sığmayan bir şiir birikimiyle karşı karşıyayız.

 “kunduzum öyleyse / kırdığınız dalların aktığı / yağmuru dağ kokan ırmakta / akıntınıza karşı kötü huylu bir ur daha” 

Mehmet Çetin şiiri bir serüvendir. Dersim’den yola çıkıp, dağlara, oradan dört duvar arasına ve acılar içinde yoğrulup Amsterdam’a uzanan bir serüvendir bu:

“sür beni küskün rüzgar ıslığından sür / bu aşkın bu halkın içinden sür beni / amazon’a sür istersen ormana kat / kat en uzak kıyıda ay kabilesine / su gözlü kurbağanın sesine kat / yağmur ormanının gümbürtüsünde / sürmanşet bir cinayete sür de katl’et” 

Irmağın sesinden şarkılar, şarkılardan da yurtsuzluk edindi Mehmet Çetin.

Yurtsuzluk, yurt özlemi. Doğduğu toprakların özlemi, insana fena dokunur. Hele bir de şair olursa insan: “dağ gölü” adlı şiirinde kendini saklanan bir dağ gölüne benzetir Çetin:

“buraya niye saklandığını kimselerin bilmediği bir dağ gölüyüm / yurdunu aramaya çıkan aşk kadar dağlar arasına sıkışmış su /  insan siluetinde ve mç gibi bir şey ve kırmanç / dağların ötesi uçurum ve uçuruma tutunan zehirli sarmaşık / kutlayacak bayramı olmayan halkın suçu ve kendime özgürlük." 

 ”evsizler, sürgünler, sümbüller” adlı şiirinde yurtsuzluğun, gurbetin acısını dile getirir: "kuşlar olsun üşümez mi / şu kirli şu soğuk paris göğünde / üşümez miyim düşsüz gülüşsüz soğukta / evsizler gibi sürgünler ve sümbüller gibi”

 “kırkıncı baharımı yaşarken paris’te / salak bir bademağacı oldum yine şaşkın / erkenci çiçeklerimi bir bir gömerek kalbime”  

Şiirimizin seyir defterinde, İkinci Yeni’yle başlayan günlük konuşma dilinin, şairin kendi imgesel gücünü  ortaya çıkarıp yeni bir sese, yeni bir şiir diline dönüştüğünü gözlemekteyiz. İkinci Yeni’nin en önemli özelliği, dili zorlamasıydı kuşkusuz. Kelimelerle oynayarak onlara yeni anlamlar yükleyerek yeni bir şiir dili yaratmaktı. Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar, Ece Ayhan gibi şairler bunu ustaca yaptılar.  Şiirimizde imgenin ve dilin önemini Enis Batur “smokinli berduş” kitabında Turgut Uyar için yazdığı bölümde şöyle değerlendirir;

 Dönüp baktığımızda, her önemli şair gibi Turgut Uyar’ın da  bize büyük bir mıknatıs bıraktığını görüyoruz; dil. Bir şiire dönüp baktırtan, dönüp dönüp baktırtan başka bir sihir yok galiba. Bir “dünya” geliyorsa şairle dilegeldiği için geliyor -herkes dilegelebilir, birşeyleri dilegetirebilir, şüphe yok; şairin ayrılışı nerede? Kelime oyunu değil: Onun dilegelişi, dilde geliş aslında: Özel hızı, kasılma ve titreme üslubu, akışı ve tıkanması var.”

Enis Batur’un, Turgut Uyar için yaptığı bu çok önemli değerlendirme ışığında Mehmet Çetin şiirinin de Turgut Uyar’ın bıraktığı o büyük mıknatısın etkileşim alanında olduğunu, yani aynı dil ustalığını, ancak yeni bir ses ile kulağımıza ulaştırdığını gözlüyoruz. 

İkinci Yeni’den bu yana, yeni bir ses duymak için şiirimizin dehlizlerinde dolaşıp durdum. Zaman zaman iyi şiirlere rastladım. Günümüzde gençler durmadan şiir üretiyor. Pek şiir okuyan yok aslında. Buna rağmen oldukça iyi şiirler çıkıyor ortaya, tek tek de olsa..

Mehmet Çetin şiiri, bu şiir bombardımanı arasından hemen kendini soyutlayıp öne çıkıyor. Mehmet Çetin’in parçalanmış, acı dolu yaşamı müthiş dizelere dönüşmüştür şiirinde: 

“ömrüm benim parçalandıkça yaşıyor / güneşin lanetlediği bir solucan gibi /  parçalandıkça, öyle.” 
“belki sulardı yorulmayacak olan ki
rüyalar olsun düşseydi ömrümden
öyle: yanımda olsaydın şimdi
öyle...” 

Bu ses Turgut Uyar’da, daha farklı bir biçimde, Tomris Uyar’a yazdığı şiirde duyduğum sesi çağrıştırdı bana.

“gel ellerini ver en güzel ellerini öyle
uhum, ateş yüreğim, kokum, birlikte öyle”   

 Mehmet Çetin gibi yurtdışında yaşayan Özkan Mert’in Boyut yayınlarından yeni çıkan, tüm şiirlerini kapsayan nehir adlı kitabında yer alan dizeler sanki Mehmet Çetin için söylemek istediklerimin bir kısmını özetler gibi:

“ey! Sürgün şair, evin neresi senin? diye soruyorlar bana
  Benim evim şiirlerim” 

 “şairlere şiir yazmasını şairler öğretir”

Mehmet Çetin şiirine son noktayı koymak oldukça zor.

 “bunlar işte bu kuşlardı şarkımı çalan / çalıp beni aldatıp beni dalına çağıran / kalbim, dağlılar kadar düştüm pusularına / çığlığa dönüşmeden susan fısıltım: üzgünüm.            

Söylenecek daha çok şey olmalı. Onun şiirini yaşamak gerek.

Yeni şiirlere Mehmet Çetin.

 

                                                                                                                                                 
   
 

Mehmet Çetin/ Cevdet Yüceer