ana sayfa / editörden / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 
Mehveş Sultan'ın Kedisi

Eski konak yeni kuşağa hizmet veremez olmuştu. Harabeye dönen bu devasa yapının bir katı kullanılabiliyordu. Mehveş Sultan bu yaşlı konağında tek başına yaşamakta olup çocukları bir bir apartmanlara taşınmıştı. Annelerini de götürmek için çok uğraştılarsa da o:

- Beni konağımdan kimse ayıramaz! diyerek diretmişti.

 

Mehveş Sultan’ın çocukluk arkadaşı Esma Hanım da ilerlemiş yaşına karşın kendini spora verip, bir gün yolda tıkanıp kalınca; en iyi arkadaşı, dostu bir kedisi Samur kalmıştı.

 

Samur bir yere kaçmadı ya da saklanmadıysa, Sultan Hanım salonun cumbasına oturur onu da yanına alıp konuşur, dertleşirdi.

 

O sabah  kedisini cumbada yalanır bulunca,

- Günaydın güzelim, diyerek yanına oturdu. Derin soluk alıp verdi, dışarıya baktı, bulut göremedi. Dizlerini ovarak:

- Güneşli bir gün olacak, deyip elini uzattı, kedisinin yumuşak tüylerini okşamak istedi, çekindi. Ellerini yeniden dizleri üzerine bırakıp:

- Tüylerin ne güzel parlıyor, diyebildi. Samur’un suratı yine asıktı, dönüp bakmadı.

 Kedisi şu günler gergindi; pencere camının önünden ayrılmıyor, o cam senin bu cam benim gidip geliyordu. Mehveş Sultan, o değilden bakıp burun kıvırdı ve, ‘Kendini beğenmiş,’ dedi içinden. Bakışlarını pencereden dışarı kaydırdı ki ne görsün; Samur’u sürekli dışarı çağıran arsız kediler konağın bahçe duvarına, çınarın dallarına dizilmiş içeriyi gözlüyordu. Onları görünce:

- Sürtükler! dedi suratını ekşiterek, ardından makineli tüfek gibi konuşmaya başladı: Bana bak Samur Hanım! Sana kim ne demişse inanma. Ben, senin kötülüğünü düşünebilir, kötü söz söyleyebilir miyim? Düşünebiliyor musun, benim ağzıma geleni söyleyeceğimi? Olacak şey mi? Şu ilk gözağrım Uzun Bacaklı Duvar Saati beni iyi tanır. Ben de yalan yoktur. Ona, “Uzun Bacaklı” adını ben takmıştım. Konakta o senden eskidir. Kimleri eskitmemiştir, sorabilirsin. Samur gözlerini kısıp yüzüne baktı.

- Yanıt vermediğine göre doğruluğunu sen de kabul ediyorsun.

 - Sana her gün; seni sevdiğimi, deliler gibi sevdiğimi, evde tek arkadaşımın, dostumun sen olduğunu söylemek suç mu? Kedi ayağa kalkıp gerindi. Camdan dışarı baktı, mırlayarak kalktığı yere ters dönüp oturdu.

- Şaşırma lütfen! Otur, otur da dinle! Bu sözlere kulakların alışık olmalı, benim sevecen sesime. Yoksa benden bıktın mı?

 

Parmak uçlarıyla kedisinin tüylerine dokundu. Kedinin derisi kıpır kıpır oynadı,

- Bana kırıldıysan, neden kırıldığını bileyim, söyle lütfen! Kafanı çevirme, üzülüyorum! Öyle bir şey düşünemiyorum bile. Varsa çekinme söyle! Küskünlük yarası açılmadan çaresini bulalım, büyürse önüne geçemeyiz. Biliyorum; dışarıdan sana bakan, işaret eden, çağıran kedilerin olduğunu biliyorum. Sakın onlara yüz verme. İlgilenme onlarla. Belki, “Yine aynı konu,” diyeceksin. Ne yapayım, seni dışarıdan gelebilecek tehlikelerden korumak istiyorum. İnan, onların çoğu hırsız, arsız, kavgacıdır. Kasabın elinden ciğeri kaparlar vallahi... Sonra onlar çiğ et yer biliyor musun? Çiğ et yerler. Hepsi yamyamdır!

Samur, yeniden gerindi. Cumbanın kenarlarına süründü, dudaklarını çerçeveye sürttü, karnını içine çekip bedeni deve şekline dönüştü, düzeldi, “Guurk, guurk, guurk!” sesleriyle dışarı bir daha baktı. Onun devinimlerini izleyen Mehveş Sultan:

- Sokağa çıktığında sana ne yapacaklarını anlatayım. Önceleri pek çoğu önünde saygıyla eğilecek. Bir yere gidersen, kuyrukları havada dik yürüyüp sana yol gösterecek, içeri girip çıkarken koşup kapıyı açacaklar. Elini öpecekler. Gerekirse senin için birbirleriyle kavga edecekler.

 

Bir gün gelecek içlerinden biri seni yemeğe davet edecek. Kibarca, baygın ve umut dolu bakışlarla. Kabul edersen; hangi çöp bidonu olacak kim bilir; gideceğin lokanta! Üff! Şimdiden midem bulandı. Orada sana gösterilen ilginin bini bir paraya gidecek.

 

Mehveş Sultan birden gözlerini ayırdı:

- Ses duydum, Şaban Ağa, sen misin? diye bağırdı, yanıt yoktu. Samur’a bakıp:

- Senin kırıklar olmasın?

Gürültü, yinelenerek yaklaşıyordu. Mehveş Sultan, sessizce ayağa kalktı.

- Kiraz’a da tam izin verme zamanını bulmuşum, diyerek ayağa kalktı. Parmak uçlarına basa basa mutfağa geçti. Kısa zamanda elinde ekmek bıçağıyla döndü. Beklemeye başladı. Eli titriyordu. Boncuk boncuk terliyor, kalbi öyle atıyordu ki, “Küt, küt, küt!” sesleri duvar saatinin, “Tik  tak, tik tak!” larını bastırıyordu.

             Gürültü yavaş yavaş yaklaşmakta olup Mehveş Sultan’ın artık kalbi duracak gibiydi. Titreyen eli bıçağı tutamaz olmuştu ki, gürültüyü yapan karşısına çıkıverdi. Sultan bıçağı, “Iıh!” diyerek sallarken halıya takılıp düştü. Bir ses:

- Babaanne ne yapıyorsun?

Gelen torunuydu. Babaannesinin ziyaretine gelmişti. Mehveş Sultan:

- Böyle sessiz gelinir mi? Yüreğimi ağzıma getirdin, diyerek kızdı. Ardından torununa sarılıp bir güzel ağladı. Torunu ısrarla:

- Babaanneciğim bize gidelim, seni götüreyim, burada yalnızsın... Boğazı gören büyük odayı sana veririm dediyse de, “Hayır!” yanıtını aldı.

 Yanında yarım saat kadar kalan torunu gidince; Mehveş Sultan, Samur’la kaldığı yerden konuşmasını sürdürdü:

- Davet edildiğin çöplükte içki de sunabilirler. Sakın içme! İçine başka şeyler katabilirler. Sonra kötü alışkanlıklar kazanırsın; esrar, eroin, kokain derken, Allah göstermesin seni ortaya bırakıverirler. Sokak kedisi olup çıkarsın. Gerisini söylemeye dilim varmıyor.

 Samur’u sakin görünce içinden, ‘Zamanı,’ dedi ve:

- Gelelim öteki tehlikelere; köpek, fare ve insan... Kimsenin başına gelmesini istemem. Bunlar kuyruklu felâketlerdir!

Başını sağa sola salladı:

- Dışarıda öyle sokak köpekleri var ki, bazıları yarı aslan büyüklüğünde. Hem de erkek aslanın yarı büyüklüğünde. İnan bir yelesi eksik. Onların eline düşersen kurtulma şansın yüzde sıfırdır. Sıfırdan da az! Vallahi seni belinden kaptıkları gibi ikiye böler, ardından da kıtır kıtır yerler. Bir de önce anlattığım alçak kediler sana içki içirirlerse, ölümlerden ölüm beğen!..

Bunlar yetmiyormuş gibi farelerde dışarının ayrı bir belâlısı... Sen görmedin. Sokak fareleri kedi kadar iri ve sırtı dikenli olur! Çizgi filmlerdeki kadar da kurnazdırlar. Buna inan. Oturduğun her yere raptiye kor, yapıştırıcı sürerler. Aldığım duyuma göre onların pek çoğu raptiye ve zamk fabrikalarında çalışıyormuş!

 

Parmaklarını kedisinin tüyleri üzerinde gezdirerek okşadı:

- Bir yere yapışırsan nasıl kurtulacaksın? Bir bakıyoruz uzun tüylerin yolunmuş karşıma geliyorsun. Hâline gülsem de üzüntüden kahrolurum.

 

Mehveş Sultan ayaklarını altına aldı,

- Gelelim insan tehlikesine. Bilirsin onlar dünyanın belâsıdır. Çöpçüleri var, çöp bidonu karıştıranları var ve ve acımasız tekmeleri var. Ucu demirli ayakkabılarıyla tekmeyi vurdu mu kemik sesi gelir, inan olsun gelir... Üstüne üstlük bir de mahallenin yaramaz çocukları... O yaramazlar kuyruğuna teneke bağlasa ne yaparsın? Soruyorum ne yaparsın? Çıldırırsın Allah göstermesin. Bunlar gözle görülen tehlikeler.

 

Kaza ile gelenleri şimdilik hesaba katmadık. Atalarımız, Görünmez kaza, derler ya başına onun gibi bir şey gelirse ne yaparsın? Kazanın nasıl gelebileceğini anlatayım, dinle! Kabul edelim ki, kötü kedilerin davetini kabul edip gittin. Çöp bidonunun içine yerleşmişsin. Bulduğun tavuk budu artığını hem yiyor, hem yalanıyorsun ki, sen yemek artıklarını sevmezsin. Dayanamayıp yediğini var sayalım. Öyle düşün. Mutlusun. Mutluluktan uçarken, “Şırrakk!” bir kova tepene boşalıverdi. Kaza, geldi işte! Kovanın içinde benim dışımda ne ararsan var. Bu da başka bir tehlike. Kaynar su, asit, zehir olmadık nesne çıkabilir içinden. Mide bulandırıcı sıvı yağlar... Pisliği cabası. Mezarlığa yetişemez oracıkta kuyruğunu uzatır kalırsın. Anlattıklarımın hepsi olabilir güzel kedim.

 

Kedisinin davranışlarında yumuşama, saygı gördükçe mutlu olan Mehveş Sultan:

- Benim kıskanç olduğumu düşünme, kalbim kırılabilir. Senin de sokağa çıkmaya, yaşamı tanımaya hakkın var. Yaşamak için bu savaşı öğrenmeye, şeyy... neydi o söz? Ha! Gereksimin var. Kabul ediyor, yürekten destekliyorum. Ancak, uyarımı yineliyorum; dışarıdan el edenler, çağıranlar arasında seni kandırabilecek kötü düşünceliler çook! Beni kaygılandıran onlar. Bir bak! Bahçe duvarını yıkacaklar, umurlarında değil! “Miyav, miyav, miyav!” deyip duruyorlar. Sen dışarıyı tanımadığından onların tuzağına düşebilir, zarar görebilirsin. O nedenle bana danışmadan, benden bilgi almadan, benden habersiz sakın dışarı çıkma! Sonunda sen de, ben de üzülürüz...

 

Mehveş Sultan, dışarıdaki kedilere, “Gösteririm size!” dercesine el sallayıp:

- Duvarın üzerine tüneyip saatlerce senin çıkmanı bekleyenleri görüyorum. Onlar en tehlikelileridir. Hepsini tanıyorum. Biri bitişik komşumuz Raziye’nin kedisi. Tüyleri dökülmüş, uyuz olabilir. Evine hiç gitmez, çöplükte sabahlar. Gittiğinde de kokudan yanına varılmaz. Huysuz da. Kavga çıkarmadan duramaz. Geçen günkü sesleri anımsarsan, ondan geliyordu: “Kahpee!” diye bağırıyordu sahibine, utanmadan.

 

Azıyı ele almış, ağza gelmedik küfürler... Anımsa; ikimiz de kulaklarımızı tıkayıp kaçacak yer aramıştık. Ayrıca dedikoducudur da. Seni dillere düşürür alimallah! Şimdi masum masum baktığına aldanma suratsızın. O gün, meğer kavga günüymüş. Kadıncağız çığlığı atınca, mutfağa koştuk. Bir de ne görelim; buz dolabını açıp eti kapmış. Derin dondurucuyu bile açıyormuş, annesi söyledi. Şimdiki bakışına kanma, rol yapıyor. İçimden azarlamak, kovalamak geliyor.

Mehveş Sultan, dizleri üzerine dikildi:

- Bak, lütfen bak! Duvarın üzerine bak. İpini koparan oraya tünemiş, bayram balonları gibi renk renk dizilmişler. Sokak çetesi… Çıkıp üzerine yürüsem, herkes beni kınar, ayıplar: “Boyundan utan!” derler. “Burnu büyük! Kendini hâlâ sarayda sanıyor,” derler. Derler inan! Neyse kıskanç bir korkuya kapılıp kötü düşünmeyim.

 

Kedisini yeniden okşadı.

- Yanımdan kaçmadığına, yanıt vermediğine göre bana hak veriyor sen de beni seviyorsun değil mi? Seviyorsun seviyorsun ! Ah güzeller güzeli Samur’um. Boncuk mavisi gözlerinle ne güzel de bakıyorsun. Süzgün süzgün bakışın beni sana bağlayan önemli öğelerden biri olmuştur. Mavi cam göbeği gözbebeklerin, bembeyaz tüylerin geceleri rüyalarımdan çıkmaz oldu.

Dışarıdaki kedilerin sesi duyuldukça Samur’un suratı yeniden asıldı. O somurttukça Mehveş Sultan’ın burun kanatları gerildi.

- Şimdi ne oldu, ne yaptım sana?

Samur cama uzandı. Mehveş Sultan içinden, ‘Yılmayacağım,’ deyip devam etti.

- Anlattıklarım sana masal gibi geliyor.

Kedi camdan gözlerini ayırmıyordu. Mehveş Sultanın bakışları aynı yere kaydı ; duvarın üzerinde iki kedi kavga ediyordu.

- O serserilere bakıp da asabını bozma. Onlar durmaksızın kavga ederler. Beni dinle! Senin umursamaz davranışın bazen moralimi bozsa, üzse de içimden bir ses bana; seni sokağa göndermemekle doğru yaptığımı fısıldıyor, deyip kedilerin kavgasını göstererek:

- Bu en güzel örneği, dedi.

 Yaşlı kadın, cumbanın camlarından yukarılara baktı. Ardından bakışları kedisine kaydı. Elini daha rahat uzatıp yeniden konuşmaya başladı:

- Pencereden kafanı uzattığında gökyüzüne bir bak, bulutların saflığına. Kedilere değil, bulutlara bak! İlk karşılaştığımız günü anımsattı bana.

Derin bir soluk verdi:

- Ah o günler ah! Canım, küçük yavrum. Bu güzel sözler kullanılmazsa dilin bir köşesinde paslanacağını bilirsin. Her söz de kalbe ulaşabilse, kalpler dayanabilir mi o yüke? Buz dağı gibi paramparça olur. Aklında olsun; davranışların kalbimi zorluyor.

- Bakışların bazen beni korkutuyor, kin kusuyorsun gibi geliyor. İşte o zaman bir evde iki yabancı oluyoruz. Olacak şey mi? Olacak şey mi? Kuşku, kuşku, kuşku... O kadar kuşkucu olmak iyi değil. Kuşkuculuğun temelinde kötü düşünce yatar. İşte o anda senin beyninin içini yıkamak, küçücük kirleri dahi söküp atmak geliyor içimden. “Tertemiz, yeni doğmuş; saf ve yalın olmalı küçücük beynin,” diyorum kendi kendime. Bir dakika bir dakika! Ben miyim kuşkucu?

Düşünceye daldı. Dudak büktü:

- Besle kargayı, oysun gözünü, dedi kendi kendine. Kafasını ağır ağır sallayıp:

- Olabilir. Kuşkucuyum. Sen öyle diyorsan öyledir, ne yapabilirim? dedi.

 

           Kendine bir ömür kadar gelen sessizliğin ardından. Çoğalmakta olan bulutlara baktı:

- Karşılaştığımız ilk günü anımsıyorum, Emirgan’da ablamlarda. Adın bile yoktu. Bugün gibi gözlerim önünde. Kanlıca sırtlarını seyrediyorduk. Kar tepelerden yeni kalkmış, birkaç güne kalmaz ağaçlar dallarını pembe beyaz örtüyle saracağa benziyordu. Ablam torununa hırka örerken ben, elimde bir roman okumaya çalışıyordum. Ahmet Hamdi Tanpınar’dan. Adı şimdiki gibi belleğimde; Saatleri Ayarlama Enstitüsü...

 

           Dışı çivit mavisi, iç duvarları pembe boyalı evde sen, kardeşlerinle bir aradaydın. Evin arka pencereleri Emirgan Koruluğu’na bakıyordu. Siz hepiniz dağınık bir ortamda, yayvan bir sele içerisindeydiniz. Selenin kenar bezleri düşmüş kamış duvarlarına tırmanmaya çalışıyordunuz. Sen ta o zamandan güzeldin. Şımarasın diye söylemiyorum; işte sana o an da bağlandım ve içimden, ‘Bu minik benim olacak,’ dedim. Ablamdan isteyince o dudaklarını ısırdı. Ablamı bilirim; benimle pazarlık edecekti. Gülümseyip: “Onun müşterisi çook!” dedi.

 

           Çok geçmeden Emirgan Koruluğu’ndaki ağaçlar tedirgin bir şekilde hışırdamaya başladı, bulutlar üzerimizdeydi. Birden yağmur bastırdı. Ben yağmur damlalarının camları dövüşünü seyrederken, sen olanlardan habersiz; annenin karnına ön ayaklarını nazlı nazlı dokunup çekiyordun.

 

           O gün sen benim oldun, başarmıştım. Artık olanların ayrımına varmışsındır sanırım. Sana yüreğimi sunmaktan başka daha güzel ne verebilirim? Yine de her zaman ki gibi seni kucağıma almak, sana sarılmak arzusu ile tutuşuyorum. Eski günler burnumda tütüyor. Bu kutsal bağlılığımız tek yanlı olsa, sana bazıları, “Nankör!” dese de, inanmıyorum nankör olduğuna. Sana olan sevgimin ölünceye dek süreceğine yemin ediyorum.

 

           - Çocuklarım, torunlarım beni bırakıp apartmanlara taşındılar. Sosyeteymiş… Onları dışarısı kaptı, avucumdan uçtular. Yazgı diyor, değiştiremiyorum. Arasıra gelenlerle avunuyorum. Lütfen beni, sen bırakma!

Durgunlaştı:

- Gerçi onların suçu yok. Çağırdılar, ben gitmedim. Belki de ben dışarıdan korkuyorum.

.

           Yumuşak, yalvaran tatlı seslere alışık olan Samur, gözlerini kısıp Mehveş Sultan’a uzun uzun baktı. Kendi duyacağı sesle miyavladı, mırladı, gözlerini kısıp bir kaç kere iç çekerek yeniden miyavladı. Genzinden gelen titreşimli gurlamalarla Sultan’ın kucağına atladı. Böyle zamanlarda ne yapması gerektiğini iyi bilirdi.

 

           Mehveş Sultan, kafasını dışarıdaki kedilere takmış başka şey düşünemiyordu. Oysa yakında minder, yastık derken salonun her yerine kedinin tüyleri dökülmeye başlayacak; ne yapacaktı o zaman? Belki de önceleri: Yavrum tüylerine dikkat et! diyecek; Tüylerinin dökülmesi çoğaldıkça: Alerjim var, deyip öfkelenmeye başlayacak. Sevgisi azalacak ; sonunda her kedinin yazgısı gibi kapı dışarı edilecek.

 

Gözleri uzaklara giden Mehveş Sultan:

           - Onlar burayı ele geçirmeyi tasarlıyor, umutla çöküşümüzü gözlüyorlar. Sen saray gibi konağına çekilmiş, olanlardan habersiz, umudunu dışarıdan gelen çağrıya bağlamışsın. İşte bu eski konağımız çağa hizmet veremese de dışarıdan daha güvenli Samurcuğum, daha güvenli, diyerek çevresine baktı, iletişim kuramıyor, kedisi yoktu...

Selçuk Sarısaltık/ 14 05 2006, Ankara

 

 

 
 

Selçuk Sarısaltık/ 14 05 2006, Ankara