Eski
konak yeni kuşağa hizmet veremez olmuştu. Harabeye dönen bu
devasa yapının bir
katı kullanılabiliyordu. Mehveş Sultan bu yaşlı konağında tek başına
yaşamakta
olup çocukları bir bir apartmanlara taşınmıştı. Annelerini
de götürmek için çok
uğraştılarsa da o:
- Beni konağımdan
kimse ayıramaz! diyerek diretmişti.
Mehveş Sultan’ın
çocukluk arkadaşı Esma Hanım da ilerlemiş yaşına karşın
kendini spora verip,
bir gün yolda tıkanıp kalınca; en iyi arkadaşı, dostu bir
kedisi Samur
kalmıştı.
Samur bir yere kaçmadı
ya da saklanmadıysa, Sultan Hanım salonun cumbasına oturur onu da
yanına alıp
konuşur, dertleşirdi.
O sabah
kedisini cumbada yalanır bulunca,
- Günaydın
güzelim,
diyerek yanına oturdu. Derin soluk alıp verdi, dışarıya baktı, bulut
göremedi.
Dizlerini ovarak:
- Güneşli bir gün
olacak, deyip elini uzattı, kedisinin yumuşak tüylerini
okşamak istedi,
çekindi. Ellerini yeniden dizleri üzerine bırakıp:
-
Tüylerin ne güzel parlıyor, diyebildi.
Samur’un suratı yine asıktı, dönüp
bakmadı.
Kedisi şu günler
gergindi; pencere camının önünden ayrılmıyor, o cam
senin bu cam benim gidip
geliyordu. Mehveş Sultan, o değilden bakıp burun kıvırdı ve,
‘Kendini
beğenmiş,’ dedi içinden. Bakışlarını pencereden
dışarı kaydırdı ki ne görsün;
Samur’u sürekli dışarı çağıran arsız
kediler konağın bahçe duvarına, çınarın
dallarına dizilmiş içeriyi gözlüyordu.
Onları görünce:
-
Sürtükler! dedi suratını ekşiterek, ardından makineli
tüfek gibi konuşmaya
başladı: Bana bak Samur Hanım! Sana kim ne demişse inanma. Ben, senin
kötülüğünü
düşünebilir,
kötü söz söyleyebilir miyim?
Düşünebiliyor musun, benim
ağzıma geleni söyleyeceğimi? Olacak şey mi? Şu ilk
gözağrım
Uzun Bacaklı Duvar
Saati beni iyi tanır. Ben de yalan yoktur. Ona, “Uzun
Bacaklı” adını ben
takmıştım. Konakta o senden eskidir. Kimleri eskitmemiştir,
sorabilirsin. Samur
gözlerini kısıp yüzüne baktı.
-
Yanıt vermediğine göre doğruluğunu sen de kabul ediyorsun.
- Sana her gün; seni
sevdiğimi, deliler gibi sevdiğimi, evde tek arkadaşımın, dostumun sen
olduğunu
söylemek suç mu? Kedi ayağa kalkıp gerindi. Camdan
dışarı baktı, mırlayarak
kalktığı yere ters dönüp oturdu.
- Şaşırma lütfen!
Otur, otur da dinle! Bu sözlere kulakların alışık olmalı,
benim sevecen sesime.
Yoksa benden bıktın mı?
Parmak uçlarıyla
kedisinin tüylerine dokundu. Kedinin derisi kıpır kıpır
oynadı,
- Bana kırıldıysan,
neden kırıldığını bileyim, söyle lütfen! Kafanı
çevirme, üzülüyorum!
Öyle bir
şey düşünemiyorum bile. Varsa çekinme
söyle! Küskünlük yarası
açılmadan
çaresini bulalım, büyürse
önüne geçemeyiz. Biliyorum; dışarıdan sana
bakan,
işaret eden, çağıran kedilerin olduğunu biliyorum. Sakın
onlara yüz verme.
İlgilenme onlarla. Belki, “Yine aynı konu,”
diyeceksin. Ne yapayım, seni
dışarıdan gelebilecek tehlikelerden korumak istiyorum. İnan, onların
çoğu
hırsız, arsız, kavgacıdır. Kasabın elinden ciğeri kaparlar vallahi...
Sonra
onlar çiğ et yer biliyor musun? Çiğ et yerler.
Hepsi yamyamdır!
Samur, yeniden
gerindi. Cumbanın kenarlarına süründü,
dudaklarını çerçeveye sürttü,
karnını
içine çekip bedeni deve şekline
dönüştü, düzeldi, “Guurk,
guurk, guurk!”
sesleriyle dışarı bir daha baktı. Onun devinimlerini izleyen Mehveş
Sultan:
- Sokağa çıktığında
sana ne yapacaklarını anlatayım. Önceleri pek çoğu
önünde saygıyla eğilecek.
Bir yere gidersen, kuyrukları havada dik
yürüyüp sana yol gösterecek,
içeri
girip çıkarken koşup kapıyı açacaklar. Elini
öpecekler. Gerekirse senin için
birbirleriyle kavga edecekler.
Bir gün gelecek
içlerinden biri seni yemeğe davet edecek. Kibarca, baygın ve
umut dolu
bakışlarla. Kabul edersen; hangi çöp bidonu olacak
kim bilir; gideceğin
lokanta! Üff! Şimdiden midem bulandı. Orada sana
gösterilen ilginin bini bir
paraya gidecek.
Mehveş Sultan birden
gözlerini ayırdı:
- Ses duydum, Şaban
Ağa, sen misin? diye bağırdı, yanıt yoktu. Samur’a bakıp:
- Senin kırıklar
olmasın?
Gürültü,
yinelenerek
yaklaşıyordu. Mehveş Sultan, sessizce ayağa kalktı.
- Kiraz’a da tam izin
verme zamanını bulmuşum, diyerek ayağa kalktı. Parmak
uçlarına basa basa mutfağa
geçti. Kısa zamanda elinde ekmek bıçağıyla
döndü. Beklemeye başladı. Eli
titriyordu. Boncuk boncuk terliyor, kalbi öyle atıyordu ki,
“Küt, küt, küt!”
sesleri duvar saatinin, “Tik
tak, tik
tak!” larını bastırıyordu.
Gürültü
yavaş yavaş yaklaşmakta olup Mehveş Sultan’ın artık kalbi
duracak gibiydi.
Titreyen eli bıçağı tutamaz olmuştu ki,
gürültüyü yapan karşısına
çıkıverdi.
Sultan bıçağı, “Iıh!” diyerek sallarken
halıya takılıp düştü. Bir ses:
- Babaanne ne
yapıyorsun?
Gelen torunuydu.
Babaannesinin ziyaretine gelmişti. Mehveş Sultan:
- Böyle sessiz gelinir
mi? Yüreğimi ağzıma getirdin, diyerek kızdı. Ardından torununa
sarılıp bir
güzel ağladı. Torunu ısrarla:
- Babaanneciğim bize
gidelim, seni götüreyim, burada yalnızsın... Boğazı
gören büyük odayı sana
veririm dediyse de, “Hayır!” yanıtını aldı.
Yanında yarım saat
kadar kalan torunu gidince; Mehveş Sultan, Samur’la kaldığı
yerden konuşmasını
sürdürdü:
- Davet edildiğin
çöplükte içki de sunabilirler.
Sakın içme! İçine başka şeyler katabilirler.
Sonra kötü alışkanlıklar kazanırsın; esrar, eroin,
kokain derken, Allah
göstermesin seni ortaya bırakıverirler. Sokak kedisi olup
çıkarsın. Gerisini
söylemeye dilim varmıyor.
Samur’u sakin
görünce
içinden, ‘Zamanı,’ dedi ve:
- Gelelim öteki
tehlikelere; köpek, fare ve insan... Kimsenin başına gelmesini
istemem. Bunlar
kuyruklu felâketlerdir!
Başını sağa sola
salladı:
- Dışarıda öyle sokak
köpekleri var ki, bazıları yarı aslan
büyüklüğünde. Hem de erkek aslanın
yarı
büyüklüğünde. İnan bir yelesi
eksik. Onların eline düşersen kurtulma şansın
yüzde sıfırdır. Sıfırdan da az! Vallahi seni belinden
kaptıkları gibi ikiye
böler, ardından da kıtır kıtır yerler. Bir de önce
anlattığım alçak kediler
sana içki içirirlerse,
ölümlerden ölüm beğen!..
Bunlar yetmiyormuş
gibi farelerde dışarının ayrı bir belâlısı... Sen
görmedin. Sokak fareleri kedi
kadar iri ve sırtı dikenli olur! Çizgi filmlerdeki kadar da
kurnazdırlar. Buna
inan. Oturduğun her yere raptiye kor, yapıştırıcı sürerler.
Aldığım duyuma göre
onların pek çoğu raptiye ve zamk fabrikalarında
çalışıyormuş!
Parmaklarını kedisinin
tüyleri üzerinde gezdirerek okşadı:
- Bir yere yapışırsan
nasıl kurtulacaksın? Bir bakıyoruz uzun tüylerin yolunmuş
karşıma geliyorsun.
Hâline gülsem de
üzüntüden kahrolurum.
Mehveş Sultan ayaklarını
altına aldı,
- Gelelim insan
tehlikesine. Bilirsin onlar dünyanın belâsıdır.
Çöpçüleri var,
çöp bidonu
karıştıranları var ve ve acımasız tekmeleri var. Ucu demirli
ayakkabılarıyla
tekmeyi vurdu mu kemik sesi gelir, inan olsun gelir...
Üstüne üstlük bir de
mahallenin yaramaz çocukları... O yaramazlar kuyruğuna
teneke bağlasa ne
yaparsın? Soruyorum ne yaparsın? Çıldırırsın Allah
göstermesin. Bunlar gözle
görülen tehlikeler.
Kaza ile gelenleri
şimdilik hesaba katmadık. Atalarımız, Görünmez
kaza, derler ya başına
onun gibi bir şey gelirse ne yaparsın? Kazanın nasıl gelebileceğini
anlatayım,
dinle! Kabul edelim ki, kötü kedilerin davetini kabul
edip gittin. Çöp
bidonunun içine yerleşmişsin. Bulduğun tavuk budu artığını
hem yiyor, hem
yalanıyorsun ki, sen yemek artıklarını sevmezsin. Dayanamayıp yediğini
var
sayalım. Öyle düşün. Mutlusun. Mutluluktan
uçarken, “Şırrakk!” bir kova tepene
boşalıverdi. Kaza, geldi işte! Kovanın içinde benim dışımda
ne ararsan var. Bu
da başka bir tehlike. Kaynar su, asit, zehir olmadık nesne
çıkabilir içinden.
Mide bulandırıcı sıvı yağlar... Pisliği cabası. Mezarlığa yetişemez
oracıkta
kuyruğunu uzatır kalırsın. Anlattıklarımın hepsi olabilir
güzel kedim.
Kedisinin
davranışlarında yumuşama, saygı gördükçe
mutlu olan Mehveş Sultan:
- Benim kıskanç
olduğumu düşünme, kalbim kırılabilir. Senin de sokağa
çıkmaya, yaşamı tanımaya
hakkın var. Yaşamak için bu savaşı öğrenmeye,
şeyy... neydi o söz? Ha!
Gereksimin var. Kabul ediyor, yürekten destekliyorum. Ancak,
uyarımı
yineliyorum; dışarıdan el edenler, çağıranlar arasında seni
kandırabilecek kötü
düşünceliler çook! Beni kaygılandıran
onlar. Bir bak! Bahçe duvarını
yıkacaklar, umurlarında değil! “Miyav, miyav,
miyav!” deyip duruyorlar. Sen
dışarıyı tanımadığından onların tuzağına düşebilir, zarar
görebilirsin. O
nedenle bana danışmadan, benden bilgi almadan, benden habersiz sakın
dışarı
çıkma! Sonunda sen de, ben de
üzülürüz...
Mehveş Sultan,
dışarıdaki kedilere, “Gösteririm size!”
dercesine el sallayıp:
- Duvarın üzerine
tüneyip saatlerce senin çıkmanı bekleyenleri
görüyorum. Onlar en
tehlikelileridir. Hepsini tanıyorum. Biri bitişik komşumuz
Raziye’nin kedisi.
Tüyleri dökülmüş, uyuz olabilir.
Evine hiç gitmez, çöplükte
sabahlar.
Gittiğinde de kokudan yanına varılmaz. Huysuz da. Kavga
çıkarmadan duramaz.
Geçen günkü sesleri anımsarsan, ondan
geliyordu: “Kahpee!” diye bağırıyordu
sahibine, utanmadan.
Azıyı ele almış, ağza
gelmedik küfürler... Anımsa; ikimiz de kulaklarımızı
tıkayıp kaçacak yer
aramıştık. Ayrıca dedikoducudur da. Seni dillere
düşürür alimallah! Şimdi masum
masum baktığına aldanma suratsızın. O gün, meğer kavga
günüymüş. Kadıncağız
çığlığı atınca, mutfağa koştuk. Bir de ne görelim;
buz dolabını açıp eti
kapmış. Derin dondurucuyu bile açıyormuş, annesi
söyledi. Şimdiki bakışına
kanma, rol yapıyor. İçimden azarlamak, kovalamak geliyor.
Mehveş Sultan, dizleri
üzerine dikildi:
- Bak, lütfen bak!
Duvarın üzerine bak. İpini koparan oraya tünemiş,
bayram balonları gibi renk
renk dizilmişler. Sokak çetesi… Çıkıp
üzerine yürüsem, herkes beni kınar,
ayıplar: “Boyundan utan!” derler. “Burnu
büyük! Kendini hâlâ sarayda
sanıyor,”
derler. Derler inan! Neyse kıskanç bir korkuya kapılıp
kötü düşünmeyim.
Kedisini yeniden
okşadı.
- Yanımdan
kaçmadığına, yanıt vermediğine göre bana hak
veriyor sen de beni seviyorsun
değil mi? Seviyorsun seviyorsun ! Ah güzeller
güzeli Samur’um. Boncuk
mavisi gözlerinle ne güzel de bakıyorsun.
Süzgün süzgün bakışın beni sana
bağlayan önemli öğelerden biri olmuştur. Mavi cam
göbeği gözbebeklerin, bembeyaz
tüylerin geceleri rüyalarımdan çıkmaz oldu.
Dışarıdaki kedilerin
sesi duyuldukça Samur’un suratı yeniden asıldı. O
somurttukça Mehveş Sultan’ın
burun kanatları gerildi.
- Şimdi ne oldu, ne
yaptım sana?
Samur cama uzandı.
Mehveş Sultan içinden, ‘Yılmayacağım,’
deyip devam etti.
- Anlattıklarım sana
masal gibi geliyor.
Kedi camdan gözlerini
ayırmıyordu. Mehveş Sultanın bakışları aynı yere kaydı ;
duvarın üzerinde
iki kedi kavga ediyordu.
- O serserilere bakıp
da asabını bozma. Onlar durmaksızın kavga ederler. Beni dinle! Senin
umursamaz
davranışın bazen moralimi bozsa, üzse de içimden
bir ses bana; seni sokağa
göndermemekle doğru yaptığımı fısıldıyor, deyip kedilerin
kavgasını göstererek:
- Bu en güzel
örneği,
dedi.
Yaşlı kadın, cumbanın
camlarından yukarılara baktı. Ardından bakışları kedisine kaydı. Elini
daha
rahat uzatıp yeniden konuşmaya başladı:
- Pencereden kafanı
uzattığında gökyüzüne bir bak, bulutların
saflığına. Kedilere değil, bulutlara
bak! İlk karşılaştığımız günü anımsattı bana.
Derin bir soluk verdi:
- Ah o günler ah!
Canım, küçük yavrum. Bu güzel
sözler kullanılmazsa dilin bir köşesinde
paslanacağını bilirsin. Her söz de kalbe ulaşabilse, kalpler
dayanabilir mi o
yüke? Buz dağı gibi paramparça olur. Aklında olsun;
davranışların kalbimi
zorluyor.
- Bakışların bazen beni korkutuyor,
kin kusuyorsun gibi geliyor. İşte o zaman bir evde iki yabancı
oluyoruz. Olacak şey mi? Olacak şey mi? Kuşku, kuşku, kuşku... O kadar
kuşkucu olmak iyi değil. Kuşkuculuğun temelinde kötü
düşünce yatar. İşte o anda senin beyninin
içini yıkamak, küçücük
kirleri dahi söküp atmak geliyor içimden.
“Tertemiz, yeni doğmuş; saf ve yalın olmalı
küçücük beynin,”
diyorum kendi kendime. Bir dakika bir dakika! Ben miyim kuşkucu?
Düşünceye daldı.
Dudak büktü:
- Besle kargayı, oysun
gözünü, dedi kendi kendine.
Kafasını ağır ağır sallayıp:
- Olabilir. Kuşkucuyum. Sen
öyle diyorsan öyledir, ne yapabilirim? dedi.
Kendine bir ömür
kadar gelen sessizliğin ardından. Çoğalmakta olan bulutlara
baktı:
- Karşılaştığımız ilk
günü anımsıyorum, Emirgan’da ablamlarda.
Adın bile yoktu. Bugün gibi gözlerim
önünde. Kanlıca sırtlarını seyrediyorduk. Kar
tepelerden yeni kalkmış, birkaç güne kalmaz
ağaçlar dallarını pembe beyaz örtüyle
saracağa benziyordu. Ablam torununa hırka örerken ben, elimde
bir roman okumaya çalışıyordum. Ahmet Hamdi
Tanpınar’dan. Adı şimdiki gibi belleğimde; Saatleri Ayarlama
Enstitüsü...
Dışı çivit mavisi,
iç duvarları pembe boyalı evde sen, kardeşlerinle bir
aradaydın. Evin arka pencereleri Emirgan Koruluğu’na
bakıyordu. Siz hepiniz dağınık bir ortamda, yayvan bir sele
içerisindeydiniz. Selenin kenar bezleri
düşmüş kamış duvarlarına tırmanmaya
çalışıyordunuz. Sen ta o zamandan güzeldin.
Şımarasın diye söylemiyorum; işte sana o an da bağlandım ve
içimden, ‘Bu minik benim olacak,’ dedim.
Ablamdan isteyince o dudaklarını ısırdı. Ablamı bilirim; benimle
pazarlık edecekti. Gülümseyip: “Onun
müşterisi çook!” dedi.
Çok geçmeden
Emirgan Koruluğu’ndaki ağaçlar tedirgin bir
şekilde hışırdamaya başladı, bulutlar üzerimizdeydi. Birden
yağmur bastırdı. Ben yağmur damlalarının camları
dövüşünü seyrederken, sen
olanlardan habersiz; annenin karnına ön ayaklarını nazlı nazlı
dokunup çekiyordun.
O gün sen benim oldun,
başarmıştım. Artık olanların ayrımına varmışsındır sanırım. Sana
yüreğimi sunmaktan başka daha güzel ne verebilirim?
Yine de her zaman ki gibi seni kucağıma almak, sana sarılmak arzusu ile
tutuşuyorum. Eski günler burnumda tütüyor.
Bu kutsal bağlılığımız tek yanlı olsa, sana bazıları,
“Nankör!” dese de, inanmıyorum
nankör olduğuna. Sana olan sevgimin ölünceye
dek süreceğine yemin ediyorum.
- Çocuklarım,
torunlarım beni bırakıp apartmanlara taşındılar.
Sosyeteymiş… Onları dışarısı kaptı, avucumdan
uçtular. Yazgı diyor, değiştiremiyorum. Arasıra gelenlerle
avunuyorum. Lütfen beni, sen bırakma!
Durgunlaştı:
- Gerçi onların
suçu yok. Çağırdılar, ben gitmedim. Belki de ben
dışarıdan korkuyorum.
.
Yumuşak, yalvaran tatlı seslere
alışık olan Samur, gözlerini kısıp Mehveş Sultan’a
uzun uzun baktı. Kendi duyacağı sesle miyavladı, mırladı,
gözlerini kısıp bir kaç kere iç
çekerek yeniden miyavladı. Genzinden gelen titreşimli
gurlamalarla Sultan’ın kucağına atladı. Böyle
zamanlarda ne yapması gerektiğini iyi bilirdi.
Mehveş Sultan, kafasını dışarıdaki
kedilere takmış başka şey düşünemiyordu. Oysa yakında
minder, yastık derken salonun her yerine kedinin tüyleri
dökülmeye başlayacak; ne yapacaktı o zaman? Belki de
önceleri: Yavrum tüylerine dikkat et! diyecek;
Tüylerinin dökülmesi
çoğaldıkça: Alerjim var, deyip
öfkelenmeye başlayacak. Sevgisi azalacak ; sonunda
her kedinin yazgısı gibi kapı dışarı edilecek.
Gözleri uzaklara giden
Mehveş Sultan:
- Onlar burayı ele
geçirmeyi tasarlıyor, umutla
çöküşümüzü
gözlüyorlar. Sen saray gibi konağına
çekilmiş, olanlardan habersiz, umudunu dışarıdan gelen
çağrıya bağlamışsın. İşte bu eski konağımız çağa
hizmet veremese de dışarıdan daha güvenli Samurcuğum, daha
güvenli, diyerek çevresine baktı, iletişim
kuramıyor, kedisi yoktu...
Selçuk Sarısaltık/ 14 05
2006, Ankara
|