(Kullanılmış
Hayat, Mucize Özünal, Can Yayınları, Kasım 2005, 168
sayfa,
9YTL.)
Alayın Kızları ile Can Yayınları ilk
roman ödülünü alan Mucize
Özünal, ikinci romanı Kullanılmış
Hayat ile okurlarına yeniden merhaba dedi. Yazar, bu
yapıtında deneysel bir bakış açısıyla kendi
özgün koridorunda ilerlemeyi
sürdürüyor. Bu kez biraz daha dikkatli,
ustaca ve bilgece atıyor adımlarını.
Sokrates’in “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya
değmez.” sözüyle başlayan roman, bu
çarpıcı sözün çağrışımlarıyla,
okuru da bir sorgulamanın içine doğru çekiyor.
Okur,
bir girdabın içinde yitip gitmemek için,
ulaşabildiği yanıtların ipine sımsıkı
tutunmak zorunda kalıyor; aynen Kullanılmış
Hayat’taki kişiler gibi.
Romanda,
polisiye ana kurgudaki adli sorgulamanın içinden
geçerek, birbiri içinde yer
alan olay ve sorgulamalarla çok daha geniş bir
dünyanın kapısını aralamaya
başlıyoruz. Roman kişileri, sorgu yargıcının sorularına yanıt verirken,
aynı
anda kendi iç dünyalarında da bir sorgulamaya
girişiyorlar. Yanıtlar yeni
soruları doğuruyor; kendilerine
yönelttikleri sorularla, yaşamlarının anlam / anlamsızlık
düğümünü
çözmeye
çalışıyorlar. Ne bu düğüm ne de sorular
yumağı çözülüyor
sonuçta. Roman,
bütünüyle diyaloglardan oluşan yapısıyla da
Sokrates’e gönderme yapmakta.
“Sokratik diyalog” olarak felsefe ve bilim tarihine
geçmiş olan soru-yanıt
yönteminin, romanın ana eksenini oluşturduğunu belirtebiliriz.
Bu ana eksen çevresinde
yer alan dış ve iç sorgulamalarla roman, bazen
dışa açılarak bazen de içe odaklanarak birbiri
içindeki
birçok katman ve olay kurgularından oluşan
özgün bir yapılanmaya kavuşuyor. Bu
romanı yaratan, diyaloglar ve sorgulamalar zinciridir denilebilir. Sorulara
yanıt verdikçe kendi içlerindeki
gerçeklerin farkına varan roman kişileri, bu şekilde
canlılık, gerçeklik ve ruhsal derinlik kazanıyorlar. Roman boyunca okur, sormanın
ve yanıt aramanın tamamlanamayan bir
süreç olduğunu sezinliyor. Yaşama anlam
kazandırmasının da sonuçta, kendi
içindeki soru işaretlerini çoğaltmasından ve
bunlara iç sesiyle yanıt
vermesinden geçtiğini alımlıyor. Sorgulayanın sorgulanana;
sorgulananın
sorgulayana dönüştüğü bu romanda
yer alan yaşama felsefesi romanın temelini
oluşturmakta. Buna göre, hayatımızın kendimize mi yoksa
başkalarına mı ait
olduğu gerçeğinin bulunması çok önemli.
Hayatımız kullanılıyor mu yoksa özgürce
mi yaşıyoruz hayatımızı? Roman kişilerinin sorduğu bu soru, sessizce
okurun
yaşamına da yöneltilmekte. Romanın sorunsalı şu
cümlelerle aktarılıyor:“Yaşam
aslında güzel değildir, onu biz kendimiz
güzelleştirebiliriz. Yahut da berbat edebiliriz.
Bütün mesele adanmış bir yaşam
mı, yaşanmış bir yaşam mı ömrü anlamlandırır? Yoksa
yaşamın anlamı adamakta
mıdır?” (s.140)
Yahudi bir
kadının ruh hekimi kocasıyla birlikte işlettiği ruh sağlığı kliniğinde
aniden
çıkan bir yangında klinik kül olur ve
üç kişi ölür. Bunlardan biri
hasta,
diğerleri de hasta yakınıdırlar. Yangını, kadının delilik
nöbeti geçiren doktor
kocasının çıkardığı anlaşılır. Ve sorgulama
başlar… Doktorun yanıtları, kendi
içinde sorgulamaya geçmesine neden olarak, domino
taşları gibi art arda sorgulara
geçmesini sağlar. Onun anlattığı olay ve kişilerde yeni yeni
dünyalara açılan
okur, arada sorgucunun sesiyle roman zamanına geri
döndürülür.
Bu romanda
yazarın sesi duyulmuyor gibi. Yazar, kendi sesini bazen sorgucunun
sesine;
bazen doktorun karmakarışık iç dünyasını yansıtan
anlatımına, bazen de
Güneydoğu insanının yerel tatlar içeren
söylencesel diline yüklemiş.
Kahramanları aracılığıyla konuşan, kendi sesini roman kişilerinin
diyaloglarında
çoğaltan bir yazarla karşı karşıyayız.
Romandaki
kişiler daha çok doktorun bakış açısından
yansıtılıyor. Bunda aksaklık ve
çarpıtmalar varsa sorgucunun sorularıyla aydınlatılmaya
çalışılıyor. Bu noktada
Bacon’un bir sözü düşüyor
aklımıza: “Bilgece bir yanıt istiyorsan akıllıca soru
sormalısın.” Romanın bütünü sanki
bu sözü kanıtlamak istercesine oluşturulmuş.
Roman
kişileri
çok farklı dünyalarda yer alan, ilginç
ve renkli kişilerden oluşuyor. Bazıları
da doktorun kliniğinde tedavi oluyor. Profesör, Innesa, Lena,
Olga… Gizli
ideolojik- politik örgüt içinde yaşamları
kullanılan, kendini bir ideale,
ütopyaya adamış olan sevgililerin, yaşamlarının bir noktasında
bir yanlışlığın
içine düşerek örgütsel anlamda
birer köstebeğe dönüşmeleri, aynı ev
içinde
yaşamak zorunda kalmaları… Korkunç bir azaba
dönüşen evlilik yaşamları… Daha
sonra kendi çocuklarını ideal için kullanmak
istemeleri… Romanın en etkileyici
bölümü ise Yesemekli kadın
Züleyha’nın dramı. Kocasının bir erkekle
“yarenliği”
ve bunun çevrede doğal karşılanması… Kadının
masumluğuna karşın, “erine
kadınlık etmedi” diye töre zulmüne
uğraması… O toprakların geliştirdiği “kız
dili”… Törelerle yaşamları
hiçe sayılan genç kızların susarak
geliştirdikleri
içsel, mırıldanmalı bir dildir “kız
dili”. Kocası ile “yaren”inin
Züleyha’dan
kız dilini öğrenmeleri…
Züleyha’nın kliniğe getirilmesi sonrasında gelişen
olaylar… Yazar, bu bölümlerdeki diyalog
katmanlarına yerel renkler katarak yöre
insanının sıcaklığını veriyor ve birer roman karakteri olarak onları
ete kemiğe
büründürüyor. Klinikteki hastaların
gizemli dünyaları, sorgulamalarla giderek
aydınlanıyor…
Romandaki
başka bir kullanılmış yaşam ise bir deneğe ait.
Bilimin korkunç
amaçları için kendisinin denek olarak
kullanılmasına izin veren, adanmış yaşamlı başka bir adamın hazin
öyküsü de bu
sorgulama içinde aydınlandıktan sonra
sönüp gidiyor. Denek de doktorun özel
konsültasyon hastalarından biri… Onun
öyküsü, okurun düş
gücünü zorlayan, “akla
hayale sığmaz” bir dünyanın kapılarını
açıyor.
Roman,
birbirine
bağlı dört bölümden oluşuyor:
Köstebek, Kız Dili, Elektriğin Müridi,
Ötekiler. Kullanılmış Hayat’ın,
adanmışlık ve
insan yaşamının başkalarınca kullanılıp tüketilmesini işleyen
bir roman olduğu
düşünüldüğünde, her
bölüm adının bir kullanılmış yaşam
öyküsü içerdiği
belirtilebilir. Kullanılma / adanmışlık sorunsalının çeşitli
boyutlarda
işlendiği; adanmışlığın kullanılmaya
dönüştüğü gözlemleniyor.
Yahudi kadınla
evlenen doktorun durumu, toplumsal
statüsünün eşi tarafından kullanılması
olarak
yansıyor. Profesör ve Innessa’nın
öykülerinde ideolojik-politik
örgüte adanmışlık
/ kullanılma işlenirken; bilimin
karanlık amaçlarına adanmışlık da denek
öyküsünde ortaya çıkıyor. Yahudi
kadının annesinin yaşamına tutulan aynada, kişinin kendini dine adaması
ve dini
güçler tarafından kullanılması yansıtılıyor.
Kişinin törelere tutsaklığının
yanı sıra töre zincirlerine kendini bırakması
da başka kullanılmış hayat örneklerini oluşturuyor.
Diplomatların
yaşamına girilen noktada diplomatik kullanılma yaşantılarıyla da
karşılaşıyoruz.
Adanmışlık
/
kullanılmışlık dönüşümleri anlatılırken aynı
zamanda bütün roman türlerine
merhaba diyen bir yapılanma dikkati çekiyor. Romanın
polisiye kurgulu
görünmesine karşın, bunun biçimsel bir
durum olduğu ortaya çıkıyor. Özde
felsefi-psikolojik bir roman Kullanılmış
Hayat. Romanda yer yer biyografik, mitolojik, tarihi,
bilimkurgu, serüven,
casusluk, korku, yerel(köy) romanı ve absürd roman
tatları alınıyor. Yazarın,
bilinçli olarak senfonik bir
bütünlük oluşturmak istediği
görülüyor. Bu
yapılanma, romanın çok katmanlı yapısına da denk
düşmekte; onu daha belirgin
kılmaktadır. Ayrıca, Ferit Edgü’nün Yazmak
Eylemi’ndeki “Bugün
dükkânlar kapalı olabilir. Ama anlatım yolları her
zaman açıktır.” cümlesini doğrularcasına,
iç içe diyalogların yanı sıra mektup,
günlük, rapor, aforizma, masal, efsane,
betimleme…gibi anlatım yolları da
kullanılıyor. Deneniyor da diyebiliriz; Kullanılmış
Hayat, aynı zamanda, deneysel bir roman.
Sürpriz sonla biten
romanda, son sayfaya
doğru şöyle konuşuyor sorgucu: “Bunca
yıldır elimden ne dosyalar geldi geçti; ama hiç
bu kadar huzursuz olmamıştım.
Kendim için sorular mı sormaya başlıyorum? Belki de yaşamın
kılavuzu budur.
Sorgulamak. Belki o zaman yaşamı kullanmaktan kurtulur insan. Belki de
anlamlı
bir soruyla bütün yaşamını değiştirebilir insan.
Kimbilir? Belki de bütün
mesele, o anlamlı soruyu, herkes için farklı olabilecek o
soruyu
sorabilmektir.” (s. 166- 167)
Kullanılmış Hayat’ın bitim
noktasında, sayılamayacak
kadar çok soru işaretinin aklımıza takılmış olduğunu
görüyor ve yanıtları
bulmak adına, yepyeni bir duyarlılık ve farkındalıkla bakıyoruz yaşamın
“kullanılmamış”
sayfalarına.
|