ana sayfa / editörden / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

Dram Sanatının Doğuşu

`-
-

    Tüm sanatlar başlangıçta zorunlu bir gereksinmeden doğmuşlardır. Sanat, insanın yaşam kavgasında, kendini, gücünü, sınırlarını, tutkularını, korkularını, isteklerini ve aynı zamanda karşısındaki güçleri tanımasına aracılık etmiştir. 

    Sanat, ilkel toplumlarda doğanın gizemli görünen güçlerini, doğal olayları etkilemeğe yaramıştır. Sanat, kollektif bir coşku yaratarak; insanın kendisini , çevresini, doğayı anlamasına yardımcı olmuş, böylece onu eğitmiş, bilinçlendirmiş, zararlı tutkularından arındırmış, kendini, çevresini ve doğayı öğrenmesine, düzeltmesine, değiştirmesine ve geliştirmesine katkıda bulunmuştur.  

    Sanat bu işlevlerini yerine getirirken kendi güzelliğini yaratmıştır. Gerçeği öğrenmekle elde edilen bilgi birikimi, saf güzelliğe erişme kaygısıyla; güzelliğin dışa vurumuyla, insanın (güzelden, güzel olandan) aldığı haz ve hoşlanma duygusuyla birleşerek sanatın işlevselliğini bir adım daha öteye götürmüştür.

    İlkel topluluklarda sanat; bilinçli bir yöntem, ilke ve işlevden hareket ederek oluşmaz, yaşamın ta kendisi olarak vardır. Yaşama, doğaya, insana ışık tutar, onu güçlendirir, anlamlandırır. Kolektif yaratı eyleminden (ritüel) sonra heyecanlar dinginleşir, düşünce aydınlanır, bilgi ve beceri saflaşır. Kollektif yaratım sonucu oluşan kollektif bilinçten, bireyler o topluluğun üyesi olarak pay alırlar.
Antik Yunan tragedya ve komedyasının kaynağını araştıran bilim adamları, dram sanatının, tanrı Dionisos için yapılan ritüellerden doğduğu savını benimsemişlerdir.(*1)

    Antik Yunan’da doğa ile, bağ, bahçe, üzüm ve şarapla ilgili olan tanrı Dionisos için yapılan ritüeller taktikli şarkı ve danslardan oluşur ki, bu da tiyatro sanatının doğuşunu hazırlamıştır. Girit Adası’ndaki Zeus tapınağında bulunan Kouretes ilahisinde şu gerçekler saptanmıştır: Kouretes ilahisi ile büyük “Kouros” denilen bir daimon çağrılmaktadır. Kouros’u çağırmak ve onu etkilemek için bir dans yapılır ve kurban verilir. Bu büyük dans (ritüel) bir yeniden doğuş oyunudur. Dromenon denilen dansı esrik dansçılar yaparlar. Dromenon ile doğal yaşam gücü, tanrısal güç yeniden doğar ve törene katılanların “işgücü” olarak belirir. Topluca duyulur ve paylaşılır. Büyü dansı bu gücü duymaya ve özümlemeye yaramıştır.(*2)

    Tanrı Dionisos için yapılan kutsal törenlerde de aynı özellikler bulunmaktadır. Dithirambos şarkıları ve dansları da bir dromenondur; yeniden doğma ve büyü ile Daimon’u paylaşma eylemidir. Dram bu hareketlerden Dromenon’dan, doğmuştur.
Doğanın baharda yeniden canlanması için yapılan taklitli danslar ve kurban verme, dramın kökenini meydana getirmiştir. Dromenon’un çatışma, yenilgi, yas, yeniden doğma, sevinç ve kutlama öğeleri olduğu gibi dramın yapısında da korunmuştur.

    Dithirambos korosunun şarkı ve dansları giderek bir ağırbaşlılık kazanmıştır. Gerilim azalmıştır. Seyirci bu taklitli ve tartımlı dansı uzaktan seyreder. Koro, ortak bir ritme ayak uydurmakla ve kendi kişiliğini maske ardına saklayıp ufalmakla ritüellerdeki özelliğinin bir bölümünü korumuş olur. Bununla beraber artık, tanrıyı içinde duymamaktadır. Heyecan içte olandan değil, dışta olandan gelmektedir. Koronun sesi dışa yöneliktir.

    Tanrı Dionisos’un acıları, ölüşü ve ikinci kez yeniden doğuşu, önemli ve korkulu ancak insanlardan uzakta olan işlerdir. Ortak yaşam gücü bir tanrıda, bir toplum kahramanında somutlaşıp, billurlaşmıştır. Bu değişme büyüden sanata geçişte de gözlenir. Ölüp dirilme ritüeli aynı temayı içeren bir oyuna dönüşmüştür. Büyünün gizemi yerini düşünceye bırakmıştır. Büyüdeki ortak yaratının yerini bireysel yaratı almıştır.

    Ritüellerden sanata geçişi şöyle özetleyebiliriz. Ritüel, sanat ile gerçek yaşam arasında bir köprüdür. Ritüelde pratik bir amaç güdülür. Bu amacı gerçekleştirmek için, yaşamın taklidi yapılır.

    Yaşamdaki işler, ya önceden onları etkilemek için, ya da sonradan onları paylaşmak amacıyla canlandırılır. Oysa sanat pratik amaçlı değildir. Sanat, yaşamı ve gerçekleri taklit ederken, sadece kendini amaçlamaktadır. Ritüeldeki tartışılmaz inancın yerini eleştirel düşünce almıştır. Ritüelde toplu hareket ve toplu eylem ön planda gelirken, sanat ise sözdür, duadır, övgüdür, yergidir. Ritüelin konusu tekdüze ve bilinendir. Sanat ise kendine yeni konular arar ve konuları farklı biçimlerde işler. Ritüel yaşamın kendisi olmasına rağmen, sanat yaşamın benzeridir ve biçim kalıplarını içerir. Ritüel, heyecan verici ve korkutucudur. Sanat ise gerilimi azaltır, heyecanları yatıştırır, yaşamı kendince düzenler. Ritüelde yaşam duygusu içgüdüsel olarak paylaşılır ve bu pekişir. Sanatta ise yaşam gözlenir, aksaklıklar saptanır, eleştirilir ve iyileştirme yolları aranır. Ritüelde oyun ve seyir yeri aynı yerdir; sanatta ise bu yerler ayrılmıştır. Ritüelde oynayan yaşar, sanatta ise oynanan seyredilir.
Ritüellerin yapıldığı alana “orkestra” denilirdi. Tiyatroda seyir yerine orkestra eklenerek bir uzaklık kazandırılmıştır. Böylece yaşanılan heyecanlar seyredilir, gözlemlenir. Giderayak orkestra denilen oyun alanına “skene duvarı” eklenerek sahne yüksekliği kazandırıldı ve dekor panoları yer aldı.

    Sonuç olarak; Jane Harrison, dram sanatının herzaman bir ritüel aşamasından geçtiğini, fakat her ritüelden sanat oluşmadığını belirtmiştir.

*1 Prof. Dr. Sevda Şener, Oyundan Düşünceye.
*2 Harrison, Jane, “Themis”.



   
 

Şafak Karali


---- 2005 © Dergi H@vuz

2001 © H@vuz Bilgi Bankası