- Merhaba Sayın Gökgöl. Soracak o kadar çok
soru var ki. Bu nedenle hemen söyleşimize geçelim isterseniz.
- Tabii,
hemen sevgili Nida, ben hazırım.
- Bana üç 'keşke'nizden, yaşamınız
boyunca sizi rahatsız edecek üç 'keşke'den kesitler anlatır mısınız?
- Hemen: 1. Keşke evlenmeseydim, 2. keşke evlenmeseydim ve üçüncüsü:
Keşke evlenmeseydim.
- Viyana'da tiyatro tahsili yaptınız. Türkiye'ye
döndünüz. TRT'de çalıştınız. Sonra Almanya'ya göçtünüz. Bu göç ettiğiniz ülkede,
çok sevdiğiniz tiyatro/oyunculuk sanatını uygulama olanağınız oldu mu, bu konuda
neler yaptınız?
- Yukarıda belirttiğim gibi Hamburg'da oldukça uzun
yıllar ailemi (eşim ve oğlumu) geçindirmek için Almanya'ya geliş tarihim olan
1968 yılından, eşimden ayrıldığım 1985 yılına kadar çalışıp "ekmek parası”
kazanmak zorunda kaldığımdan dolayı bu süre içinde tiyatro ve edebiyatla
uğraşmaya fırsat bulamadım. 1985 yılında Tevfik Başer'le tanıştım. Bu çok
değerli rejisör, o sıralar büyük bir üne kavuşan "40 Metre kare Almanya”
filminde kısa ama önemli bir rol olan "Hoca”yı oynattı. Ondan sonra salt
geçimimi sağlamakta önemli finans kaynağı olan irili ufaklı Alman filmlerinde
ufak roller aldım. 1992 yılında ise çok takdir ettiğim İran asıllı rejisör
Mansour Gadharka beni sayın Renan Demirkan'la birlikte "Auge um Auge” filminde
oynattı. Bu filim Berlin Filim Festivali'ne katıldı, ancak Alman izleyicileri
tarafından büyük ilgi görmedi. Zira, bildiğimiz Möln olaylarından çok önceleri
filmin sonunda üçüncü dünya ülkelerinden kaçarak Almanya'daki bir "Asylheim”e
(sığınmacı evi) yerleşen bir aile olarak camdan atılan bir patlayıcı maddenin
çıkardığı yangında yanarak öldürülüşümüz Alman halkı tarafından hoş
karşılanmamıştı. Fakat, senaryo gerçek yaşamda yinelendi.
- Biraz
önce belirttiğiniz gibi birçok televizyon ve sinema filmde rol aldığınızı
hepimiz biliyoruz. Son olarak da Berlin Film Festivali'nde en büyük ödüle layık
görülen, Fatih Akın'ın yönetmenliğini ve rejisörlüğünü yaptığı "Duvara Karşı"
filminde rol aldınız. Bu konudaki izlenimleriniz?
- Beni çok
sevindiren bir olaydır bu. Zira Fatih Akın gibi çok değerli bir sanatçı ile
tanışmış oldum. Kadro da çok güçlüydü, takdir ettiğim oyunculardan Sibel Kekilli
ve Birol Ünel'in dışında en ufak rollere kadar filmin oluşması için çaba sarf
eden tüm bireyler, hatta kablo taşıyanlar bile yürekten çalışıp; Akın'a destek
veren çok değerli kişiliklerdi. Kanımca filim çok haklı olarak büyük ödüller
aldı.
- En çok onamayı arzu ettiğiniz rolün ne olduğunu sorabilir
miyim?
- Yaşımdan dolayı, oynayabileceğim roller oldukça kısıtlı.
Ancak akıldan çıkmayacak olumlu bir karakteri canlandırmayı çok isterdim; ancak
bu konuda pek umutlu değilim. Gene de böyle bir şansım olursa Mevlana'yı ya da
Einstein'i canlandırmak isterdim.
- Sinema sanatına (yurtiçi ve
yurtdışı) nasıl bakıyorsunuz?
- Sinema, içinde bir çok sanatı
barındıran ve hepsiyle birlikte varolan bir sanat. Ünlü bir Fransız filim
eleştirmeni olan Andre Cayate yıllarca önce "Bir filmi izlerken gözlerimi
kapatabilirim ama kulaklarımı asla tıkayamam" derken, sinemanın bu özelliğini
bence sembolik olarak çok yerinde ifade etmişti. Sinema hepimizin kabul edeceği
gibi değişik sanatları bağrında taşıdığından dolayı insanları etkileyebilen,
onlara yön verebilen çok önemli bir sanat dalıdır bence de. Değişik bir çok
politik yöntemler halklarına en kısa yolda etkide bulunabilmek için sinamayı
propaganda aracı olarak kullandılar. Hele televizyonun icadından sonra oturma
odamıza kadar geldi ve çoğunluğumuzun boş zamanlarını doldurabilen yegane
eğlencesi oldu.
- Yine bu sanatın Türkiye ve yabancı ülkelerdeki
değer farklılıkları. Yani toplumların sinemaya verdiği değer.
- Bugün
sinema örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde sanatın da dışına çıkarak bir
endüstri haline geldi ve Avrupa da dahil dünyanın çoğunluğunu teşkil eden
ülkeleri neredeyse boyunduruğu altına aldı. Bu gün Alman gençlerinin hemen yüzde
sekseni bir "Brad Pitt” yahut bir "Jenifer Lopez”i tüm yaşam öyküleriyle
tanımaktadır. Aynı gençlere Heinrich Böll'ün ya da Günter Grass'ın her hangi bir
romanını sorarsanız size önce Böll veya Grass'ın kim olduğunu soracaktır. Belki
de bir az abarttım ama maalesef durum böyle. Türkiye de ise sinema yıllarca
Yeşilçam'ın egemenliğinde idi. Ama giderek esaslı filimler yapılmaya başladı bir
çok ünlü yönetmenlerimiz. Son dönemlerde yeni ve genc isimler belirdi. Ayrıca
yurt dışında yaşayan, daha doğrusu buralarda büyüyen genç yönetmenlerimiz
(Yüksel Yavuz, Ayşe Polat, Fatih Akın v.b.) 'Alman yapımı' Türk filmleri
çevirerek kanımca Türk kültürünü ve sanatını Avrupa'ya ve giderek tüm dünyaya
tanıtmaya başladılar. Örneğin Akın'ın "Gegen die Wand” (Duvara Karşı) Filminin
yıllar sonra bir 'Alman filmi' olarak Berlin Film Festivali'nde en büyük ödülü
almasını düşünün.... Ayrıca Fatih Akın bu yıl yapılacak Cannes Film Festivali'ne
jüri üyesi seçildi. Bunlar Türkiyeliler olarak hepimizi sevindirecek olaylar.
- Ben sizin sinema, tiyatro çalışmalarınızın dışında sanatın
başka dalları ile uğraştığınızı biliyorum. Başka neler yapıyorsunuz? Bununları
okurlarımızla da paylaşamaya ne dersiniz?
- Ah, sevgili Nida Öz
kardeşim, sen de biliyorsun ki şiir söylemek, sevgili, ölümsüz Türk ozanlarını
Alman izleyenleri de dahil, tüm izleyenlere tanıtmak son yıllardaki tek uğraşım
oldu. *Son üç yıldır Darmstadt'a gelerek seninle ve diğer değerli
sanatsever arkadaşlarla birlikte çalıştık. Bu olasılıktan, yani beni de davet
etmenden büyük gurur duydum ayrıca. İnşallah ileride de bu etkinliklerimizi
sürdüreceğiz birlikte.
- Nazım Hikmet Ran şiirlerinden derlenen iki
albümünüz var. "Arhaveli İsmail" ve "Yaşamaya Dair" şiir albümleri size neler
getirdi, neler götürdü?
Vallahi maddi hiç bir şey getirmedi ama albümü
dinleyenlerin takdir dolu sözleri beni çok mutlu kıldı. Bundan ötesi can sağlığı
diyelim. Özetle: Bu yapıtlar benden hiç bir şey götürmedi, bilakis yeni dostlar
kazandırdı bana. Bunun -benim için- en büyük kazanç olduğu
kanısındayım.
- Türk, Alman, ya da dünyaca tanınmış şairlerin gerek
Türkçe'ye çevrilmiş şiirlerini, bunun tersi olarak, birçok şairimizin Almanca'ya
çevirilerini yorumluyorsunuz. Dinleyici kitleniz değişken olabiliyor. Fakat
gerek oynadığınız filmler, gerekse okuduğunuz şiirler -özellikle- Türkiye ile
yakından ilgili. Tüm bunlara rağmen Hamburg Şehri'nde yaşıyorsunuz. Neden
İstanbul değil yaşadığınız şehir? Daha doğrusu neden yurtdışında yaşamayı tercih
ettiniz?
- İstanbul, senin de olduğu gibi, benim doğduğum, yaşamı ilk
algıladığım kent. Gençliğim ellili yıllarda İstanbul'da geçti ve gene ellili
yıllarda İstanbul yavaş yavaş değişmeye ve bozulmaya başladı. Balık yerine
lahmacun kokmaya başladı sokaklar. Mavi sarılaşmaya, sokaklar kirlenmeye
başladı. Kirlenen sadece bunlar değildi tabii ki. Pis politikacıların cılız
çıkarlarının kurbanı oldu. Ben de bu canım gibi sevip taptığım kentimden -adeta-
kaçtım. Arada bir gidiyor, hâlâ hayatta kalan, benim gibi yaşlı ve de yeni
tanıştığım genç dostlarla yaşamın tadını çıkarıyoruz. Ben 1959 da İstanbul'dan
ayrılıp Viyana'ya gittiğimde nüfusu bir milyon bile değildi nerdeyse, şimdiyse,
sen söyle; kaç milyon?Bilmek bile istemiyorum...
- Genel olarak
sanata bakış açınız?
- Sanat üstüne sizinle günlerce
konuşabilirim. Ama kısaca şunu şöyleyim: Yaşlandıkça daha da inanıyorum ki sanat
ve edebiyat yaşamda en önemli ve ısrarla yaşamaya direndirecek en önemli
unsurlardır. Onlar olmasa yaşamın bence hiç bir manası
kalmaz!...
-Gazetemiz aracılığı ile vermek istediğiniz mesajlardan
bir iki tane alalım.
- Yaşasın sanat, yaşasın edebiyat!

* (24 Nisan 2005‘te Darmstadt, Literaturhaus (Edebiyatevi) "J. F.
Kennedy-Haus"da Darmstadt Belediyesi, Kültürel Çeşitlilik Dairesi’nin
(Interkulturellen Büro) desteği ile, Havuz İnisiyatifi tarafından
gerçekleştirilen "EDEBİYAT SAHNESİ" konukları:
Soldan sağa: Avrupa’da ilk "Sesli Kitap"ın
yapımcı ve yorumcusu, Havuz İnisiyatifi, Havuz Bilgi Bankası Yöneticisi
ve Havuz Dergisi Redaktörü Nida Öz; çeşitli şairlerden ve kendi
şiirlerinden derlediği bir demet "Müziklendirilmiş Şiir" sundu. Yeşim
Eyüboğlu: TRT-1 Radyosu’nda edebiyat - sanat söyleşileri program yapımcısı
ve sunucusu, tiyatro dalında yeni denemelere imza atmış bir sanatçı. "Geleceğini
Biliyordum" adlı ödül almış bir öykü kitabının sahibi; Osmanlı’dan bu yana Türk
edebiyatı adlı bir söylev yaptı. "Bir Kum Saati Gibidir Düşle Yaşamak", adlı
yeni yapıtı ile Gazeteci-Yazar Mehmet Canbolat, okuduğu öykü ve
prozalarla güne renk kattı. Dr. Monika Carbe, Friedrich
Schiller’in 200’üncü ölüm yılı için hazırladığı, "Schiller und kein Ende - Vom
Wandel eines Dicherbildes" (Schiller ve Sonsuzluk - Bir Şairin Portresindeki
Aşamalar) adlı kitabından kesitler okudu. Frankfurt, İletişim ve Sanat
Akademisi, Öğretim Üyesi Tomaso Carnetto’nun programında kısa
metrajlı filmler eşliğinde şiir ve öyküler vardı. Yıllarca unutulmayacak "Gegen
die Wand" (Duvara Karşı) filminin oyuncularından Demir Gökgöl ise Nâzım
Hikmet Ran, Orhan Veli Kanık ve Bertolt Brecht şiirlerini o eşsiz yorumuyla
seslendirdi.)
|