|
Ölüm En Son Kimin Gözleri İle Baktı?
|
|
CESARE PAVESE
Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak-
Sabahtan akşama dek, uykusuz,
Sağır, eski bir pişmanlık
Ya da anlamsız bir ayıp gibi…
( Cesare Pavese)
Hep hüzünlüydü, yalnız kalmaktan çok yalnız hissetmek acı veriyordu.
Cesare Pavese, 9 Eylül 1908’de Torino yakınlarındaki Santo Stefano
Belbo köyünde doğdu. İlk gençlik yılları bu köyde geçti. Kır ve çiftlik
hayatı şiirlerine, romanlarına ve öykülerine de yansıdı. Olgunluk
döneminin en başarılı romanını da 'Ay ve Şenlik Ateşleri'bu çevrenin
anıları ile beslenerek yazdı.
Altı yaşındayken babasının beyin kanseri yüzünden ölmesi, aile içinde
zor günlerin başlamasına sebep oldu. Cesare ve ablası Maria hep bir yas
havası içinde büyüdü. Acı ve hüzün o günlerde yerleşti içine. Annesi,
geçim sıkıntısı yüzünden çiftliği satınca o çok sevdiği kırlara,
tepelere, köydeki arkadaşlarına veda etmek zorunda kaldı. Torino’da ilk
okulu, Liceo d ‘Azaglio’da orta okulu bitirdi. O yıllarda da içe dönük,
yalnızlıktan hoşlanan bir çocuktu. Lise yıllarındayken çok sevdiği
arkadaşı Boraldi bir aşk serüveninden sonra intihar etti. Hemen hemen
aynı günlerde yine okuldan bir arkadaşı kendini öldürünce intihar onda
bir saplantı haline geldi. “İntiharın güçlüğü şurada: İnsanın ancak
tutkuyu aşarak gerçekleştirebileceği tutkulu bir davranıştır intihar.”
Torino Üniversitesi’nde edebiyat okuduktan sonra düşünce özgürlüğünün
sözcüleri olarak gördüğü İngiliz ve Amerikan yazarlarına büyük ilgi
duymaya başladı. Melville, Stein, Faulkner gibi yazarlardan çeviriler
yaptı. 1935’te faşistlere karşı çalışmaları, özgürlük ve demokrasi
çevirileri ve yazıları yüzünden bir yıl hapse mahkum oldu, fakat kapalı
kaldığı o bir yılı da “Hapis” adlı romanında malzeme olarak
değerlendirdi. Serbest bırakıldıktan sonra Einaudi Yayınevindeki işinin
başına geçti; şiir, hikaye, roman yazmaya devam etti.
“Toprağa sulara vuran pırıl pırıl güneşi ile Roma’yı hatırlatan ılık
bir sabah. Şimdiye kadar hiç böyle yeni yıl başlangıcı görmedim.
Önümüzde korkunç bir yıl mı var acaba?” Gördüğü güzellikleri, yaşadığı
aşkları da yaşama uğraşısını kazanması için yetmedi ona. Umutsuzluğu ve
karamsarlığı yalnız yapıtlarına değil yaşamının her yerine sinmişti.
İlk aşkını üniversitenin son yıllarında, adına “Kısık sesli kız” dediği
genç bir kız ile yaşadı. Bu aşk onu kısa bir süre için içedönüklükten
ve aşağılık duygusundan kurtarmış bambaşka biri olmuştu. Beş yıl süren
bu ilişkiden sonra “ Kısık sesli kız” ın ; “ Pavese iyi şiir yazabilir
ama bir kadınla birlikte olduğu zaman hiç de başarılı değil.” demesi
onu eski içedönük haline geri döndürdü. “Kısık sesli kız” dan sonra
yaşadığı iki aşk da ayrılıkla bitti. Son aşkı Amerikalı aktris
Constance Dawling’in onu terk etmesi ile kadınlardan nefret etti. Sonu
gelmeyen aşk ilişkileri onun hayata olan bağını kopardı. Yaşadığı
aşağılık duygusu onu iyice kontrolü altına aldı. Constance Dawling’in
Amerika’ya gittiğini duyduktan sonra intiharı gittikçe artan bir
yoğunlukla yeniden düşünmeye başladı. Tam bu sırada büyük hayranlık
duyduğu Amerikalı yazar ve eleştirmen T.O. Mathissen 1950 Nisan’ında
intihar etti. Tek düşüncesi intihardı artık. “ İntihar düşüncesi hayata
bir karşı çıkıştı. Ölmekle bu ölüm özleminden kurtulmuş olacaktın.”
“Yalnız Kadınlar Arasında” adlı kitabında dostlukları, başlamadan biten
aşkları, umutsuzluğa dönüşen umutları ve büyük yalnızlıkları bir kadın
ağzıyla, bakışıyla anlattı. Kadınların dünyasına girip insanı saran
hüzün ve yalnızlığı yazdı. Bu romanı ile İtalya’nın en önemli edebiyat
ödüllerinden biri olan Strega ödülünü aldı. Başarıları onu mutlu etmeye
yetmedi. İçindeki derin acı ve hüzün hep yanındaydı. “Acının düzenli
vuruşları başladı. Her akşam hava kararırken, yüreğim gece oluncaya
kadar sıkılıyor.” , “ Acı çekmek düşünceleri belli bölgelerden uzak
tutmak, böylece orada egemen olan acılardan kurtulmak için zihinde tel
örgü yaratmak gibidir. Bu bakımdan, manevi yetenekleri sınırlar acı
çekmek.”
Strega Ödülünü bir uyur gezer gibi almaya gitti. Torino’ya döndü.
Yazdığı günlüğün dışındaki bütün özel kâğıtlarını yok etti. 1950- 26
Ağustos günü küçük bir otel odasında uyku hapı içerek özlediği gerçeğe
kavuştu. “Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım.” Ölümünden sonra
günlükleri 1952 yılında “Yaşama Uğraşı” adıyla yayımlandı. O yıllarda
bu kitap büyük bir edebiyat olayı sayıldı. Edebiyat ile ilgili
görüşleri de tıpkı yaşam ve ölüm gibi bütün içtenliği ile yansır
günlüğünün sayfalarında. Özellikle şiire ve şiirin yaşamdaki yerine ait
bir iç sorgulama yapar, bu öyle bir sorgulamadır ki; içindeki yaşama
tutunma isteği gibi gün gelir yaşamdan yana olur, gün gelir tükendiği
ve düştüğü tekdüzeliği anlatır.” Daha derin şiir gerçekleri arama
çabasını gereksinmiyordum. Şiirin şiir üstüne konuşarak değil de,
uğruna emek tüketerek ortaya çıktığını bile bile.” Pavese kendinde en
çok şairliğini sevmişti ama diğerleri nesirleriyle daha çok
ilgilenmişti. Onu üzen konulardan biri de buydu.
Pavese, çocuk sayılacak yaşta tanık olduğu intihar olaylarından sonra,
Piomonte sırtlarında ölümü kavramaya çalışır. Yaşadığı travmatik
olaylar yalnızca çocuklukta değil hayatı boyunca sürer. Aşkın
çoğalttığı yenilgileri, bir iç kanamasına dönüşen suskunlukları,
kalemin öteki yüzüne gizlenen tutkulu intihar saplantısı ve hiçliğin o
düşmanca felsefesini adım adım hissettirir tuttuğu günlüklerde. “
Kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum.”
Yalnızlığını paylaşabileceği tek kişi yine kendisidir hep. Pavese,
ölümü insanın dışında bir bakış eylemi olarak nitelerken bir yandan da
intihar düşüncesini, ölüm özlemini giderme olarak algılar. Kendi ölüm
anını belirleme yani bir tür ötenazi fırsatı olan intiharı – ölüm
özlemini giderme eylemini- bir otel odasında gerçekleştirdiğinde artık
yazmıyordu. Susan Sontag Pavese için şöyle bir yorum yapar : “ Kadınlar
ve ölüm Pavese’yi hep aynı huzursuzluk ve kötümserlik havasıyla
büyülemiştir. Çünkü her iki durumda da Pavese’nin başlıca sorunu
bunlara yeterli olup olamayacağı düşüncesidir.” Pavese örnek bir
çilekeştir ve en çok çileyi de kadınlardan çekmiştir. “ Kadınları
düşünmemek mümkün müdür; tıpkı ölümü düşünmemek gibi.” Trajik olanla
yaşamayı öğütlerken okuruna, herkesten çok kendisi başaramıyor bunu.
Pavese’nin bir şanssızlığı da kendini çok iyi tanımasıydı belki de,
zayıflığının aldatıcı nedenlerini görebiliyordu. Ne var ki görmek
yaşamımızı tam anlamıyla değiştirecek gücü vermiyor bize. Pavese aşk
denen durumu ifade edebilecek ve yazgısına boyun eğecek kadar da onun
dışına çıkabilecek incelikteydi. Herkes gibi o da yaşamın kucağına
doğmuştu ama intihar sonucu ölümler ve aşk ayrılıkları peşini hiç
bırakmadı,
yoruldu, eksildi. Aşkları ve acılarıyla bir gel-gitler dünyasıydı
hayatı, sular çekildiğinde intihar fikri kabardı içinde ve bir gün
sular hiç kabarmadı… Eski bir şiirinde düşlediği ölümü bulmuştu artık;
“ Yataktan kalkmak gerekmeyecek / yalnız şafak girecek bomboş odaya.”
Her yazar kitapları aracılığı ile bizimle dost olur, dertleşir. Okurken
sözcüklerinin seslerini duyarız. Cesare Pavese, Italo Svevo, Jack
London, Sylvia Plath, Tezer Özlü, Beşir Fuat gibi yazarların
yaşamlarına intihar ile son vermesi yine bazı yazarların bir
düşüncesini akla getiriyor. “ Yazmak eylemi yazarın kendini
tüketmesidir.” Dahası yazmayı bir intihar eylemi olarak görürler. Bu
yaklaşım yazarın kendi varoluşuna ilişkin göndermeler içerse de “
Yazmak çoğalmaktır” cümlesini göz ardı etmemizi engellemez. Üstelik bu
çoğalım hem yazma sürecindeki, hem de yazarın okurla buluştuğu andaki
bir çoğalmadır. Öyle ise neden intihar?
|
|
|
|
Handan Gökcek |
|
|
|
|
|
|
|