Bu zamanda Allah kimseye kiralık ev arattırmasın. Ben büyük kriz
geçirdim. Yok, kendimiz için değil,
bir hemşehrimiz için...
İki hafta önce telefon açtı,
“Firma bizim evin yerine dökümhane yapacakmış. Üç ay içerisinde
boşaltın diyor. Aman bize bir ev!”
dedi.
Bu vatandaş var ya sizden iyi olmasın çok arkadaş canlısıdır. Bizim
buraya taşındığımızda evi beraber badana
yapmıştık. Eşyaları getirirken de büyük yardımı dokundu. Zaten on
senedir ailece birbirimize gider geliriz.
Ben kendisinden kiralık ev lafını duyar duymaz içimden ‘eyvah!’ dedim
ama peşinden de sokağa düştüm.
Tanıdık bildik kim varsa, hepsine tembihledim, haber verdim. Eve gelir
gelmez de her gün kutulara reklam gazeteleri
atıyorlar, bazılarının içinde ev ilanları da oluyor ya, onları bulup
çıkarttım.... Lüks daireler var, bahçeli evler var,
dükkanlar, depolar var. Ama ne gezer, kiralık değil, hepsi de satılık!
Kimisi dairesine 400.000 Mark istiyor, kimisi
bahçeli evine 500.000. Yok canım, bu zamanda kiralık ev nerede?
Birden yüreğim küt etti; iç sayfalardan birisinin en altına üç odalı
bir evi yazmışlar! Bir küçük bahçesi de var.
Bina eski, 75 senelik ama kirası ucuz: 600 Mark!
Gazeteleri kucağımdan atıp yerimden fırladım, telefona koştum.
Karşıma Müller adında birisi çıktı.
“Evi bize ver!” dedim.
“Vereyim ama evin tavanı aktarılacak.” dedi.
“Hiç önemi yok!” dedim,”Biz onu iki günde hallederiz.”
“İyi olur ya, siz yabancısınız. Demin, bir Alman da telefon ettiydi.
Düşünmem lazım.” dedi. Ben atıldım,
“Sen onu sav, gitsin!” dedim, ”Biz ayda 50 Mark daha fazla verelim!”
“Öyleyse saat 14’de bir daha telefon et. Çünkü benden cevap bekliyor.”
dedi.
Ben müjdeyi vereyim diye hemşehrimin telefonunu çevirdim.Evde yok!
Yenge,”Ne zaman gelir,
bilemiyorum.” dedi.
“Aman ihmal etmesin, gelir gelmez beni arasın!” dedim.
Saat 14’e kadar olan zaman kolay geçmedi... Kendime kahve pişirip içtim.
Fincanı yıkayıp kuruladım. Yerine
koyarken bir bardağı düşürüp kırdım.Oturdum, kalktım, ofl adım, pufl
adım. Derken o saat geldi, çattı.
Zil daha bir kerecik çalar çalmaz Müller çıktı. Ben henüz ağzımı
açmadan, “Kusura bakma,” dedi, “Evi öbürüne vereceğiz. Niye dersen, o
da 650 Mark’a razı olduğu gibi, kiremitleri
aktarmanın yanında su oluklarını da tamir edecek.”
Ben atıldım,
“700!” dedim. “700 Mark kira veririz! Damı aktarmanın yanında, biz
yağmur oluklarını da tamir edip
üstelik evin tüm camlarını da boyarız!”
Müller şaştı,
“700 mü?” dedi.
“700!” dedim. O zaman
“Öyleyse saat 15.30’da sen beni bir daha ara.” dedi.
Bir buçuk saat işkenceyle geçti. Bu arada hemşehrimi tekrar yokladım,
daha gelmemiş. Yengeye,
“Size ev buldum. Zekeriya gelir gelmez bana telefon açsın. İhmale
gelmez.” diye yeniden tembihledim.
Saat 15.30’da Müller’le yeniden buluştuk.
“Evi size verecektim ama kusura bakma, öbür Alman kirayı 750’ye
çıkarttığı gibi, evin temeline de beton
dökecek.” dedi.
Bunu duyunca benim sol gözüm seğirmeğe başladı,
“Beton dökmek kaç paralık şey ki!” diye bağırdım, “Biz hem onu yaparız,
hem de tüm bahçeyi çiçeklendirip
ağaçları budarız!”
“Kirayı da 50 Mark arttırır mısınız? Hani, öbürü belki 800 verir de,
onun için soruyorum.” dedi.
“750’yi veren, 800’ü de verir. Ona da peki!” dedim.
“Bir saat sonra telefon et.”deyip kapattı.
Bizimle böyle açık arttırmaya giren Alman’ı bir bulsam, boğazını
sıkacağım. Ama tüm kabahat bizimkinde.
Buradayım dese, hemen o lanetten önce gidip evi kapatırdık. Ama ne
zıkkıma gittiyse, bir türlü ortaya çıkmıyor...
Saat 16.30 oldu. Telefonu çevirdim,
‘Tamam mı, Herr Müller?” dedim, ”Kontratı imzalıyor muyuz?”
“Dur hele, dur!” diye mırıldandı,”Öbürü hem kaloriferi tamir edeceğim,
hem de 900 Mark kira ödeyeceğim
diyor.” dedi.
Ben hırsımdan kulaklığı bir elimden öbürüne aktardım, “O 900 ödeyecekse, biz 950 ödeyeceğiz!” diye haykırdım, “Kaloriferi
yenilemek de boynumuzun borcu
olsun!”
Karşı taraftan bir müddet ses seda çıkmadı. Sonra ise, “Sen bana telefon numaranla adını ver.” dedi, “Ben seni bir saat sonra
arayacağım.”
O anda listede bir şey bulamayan Milli Piyango bileti sahibi gibi oldum,
içime bir boşluk gelip çöktü.
“Adım Ahmet Mert.” dedim. Telefonum da şu...”
Odanın içerisinde dolaş babam, dolaş... Eğer bir saat, 60 dakikaysa,
ben de en az 60 kere dönmüşümdür.
Sonunda telefon çaldı. Müller, “Kusura bakma!” dedi,”Biz demin öbürüyle kontrat imzaladık. Haber
vereyim, dedim.”
Duydu mu, duymadı mı, bilmiyorum ama, “Evini başına çal!” deyip kapadım.
Dedim ya, bu zamanda kiralık ev neredeee? Sen gözünü açmazsan, olanı da
eloğlu işte böyle arttıra arttıra
elinden alır. Hemşehrim, sen daha uyu, bekle ki münasip ev kendi
kendine gelir, seni bulur!
Hırsımdan kalkıp kendisine yeniden telefon açtım. Gene yenge çıktı, “Geldi ama seninle konuşmayacakmış.” dedi. Şaşırdım, “Ne diye benimle konuşmayacakmış?” dedim.
“Valla biraz önce çok sinirli geldi.” dedi,”Alman usta başı, bizim için
çok uğraşmış, dil dökmüş, bir ev sahibini
razı etmiş. Sonunda beraberce gidip kontrat imzalamışlar. Ama bir sürü
şartı varmış; tavan aktarılacakmış, su boruları
yenilenecekmiş, camlar boyanacakmış, temele beton dökülecekmiş... Ne
bileyim, daha neler de neler!”
Benim o anda başımdan aşağı bir kova kaynar su döküldü. Dilim tutulduğu
için, sesim soluğum çıkmadı.
Yengenin söyledikleri şu son sözleri de ancak zar zor duyabildim:
“Bir de, ev sahibi demiş ki... Sizin şansınız yardım etti, yoksa evi az
daha Ahmet Mert isimli bir Türk var,
ona veriyordum demiş.”
Biz o günden beri Zekeriya’yla bir daha yüz yüze gelmedik. Ne var ki
sağda solda konuştukları, kulağıma
kadar ulaşıyor.
“Onun gibi hemşehri olmaz olsun! Benimle açık arttırmaya girip 600
Mark’lık evi bana 1000 Mark’a
tutturdu.” diyormuş...
Şimdi düşünüp duruyorum; acaba Ramazan Bayramında yanına varsam,
benimle barışır mı diye... |