Rüya

 
 
 
“Ümit Kaftancıoğlu Öykü Ödülleri 2007”

Birincilik, ikincilik ve üçüncülükle
ödüllendirilen öykülerin tümünü, Ağustos - Eylül dergimizde yayımlıyoruz.



 

Önce yaşlılığını soyundu, sonra yalnızlığını. 

Bedenini bıraktı ellerine, kokusunu içene çekti aşkın…

Çeşit çeşit kokuların olduğu bu ufacık dükkân büyük küçük rengârenk şişeyle doluydu. Bunlardan pek azı raflarda özenle diziliydi. Diğerleri gelişi güzel dükkânın içine dağılmış birbirinin aynı şişlerdi. Tek farkları içlerindeki kokulardı. Dükkânın girişinde sağ tarafta, kolilerin içinde tozlu şişeler kaderlerine terkedilmiş, öylece duruyordu. Dükkânın sahibi Ruşen Bey, kırk sekiz yıldır özel kolonyalar yapıp satıyordu. Yaptığı kolonyaların hemen hepsi kişiye özeldi. Kokular insanlara biricikliğini duyumsattığı için yaşlısından gencine herkesin kendi kokusu vardı. Bu yüzden de kasabaya yeni gelen biri hemen fark edilirdi.

 Yalnız geçirdiği gecelerin sabahına farklı bir kokuyla uyanırdı Ruşen Bey. Yaşayamadıklarını, umutlarını, aşkı, sevdayı şişelerdi böyle gecelerde. Kış çiçeği, Deli Rüzgar, Deniz Esintisi, Feriştah, Gül damlası, Gardenya, Misk, Rüzgar, Güldeniz, Mavi İris, Billur … hepsi Ruşen Beyin hayallerinin isimleriydi. Duygularını damıtıp, saf suyla olgunlaştırır içine birkaç damla esans damlatırdı.  Fabrikalarda yapılan, el değmeden şişelenen, hep biri birbirinin aynı kokuların karşısında ayakta kalmaya çalışırdı. Bunun en büyük nedenininse kaybolmaktan…

Rafta duran el yapımı gözyaşı şişelerine baktı. Çoğu antikaydı. İçlerinden birini derisi buruşmuş, üstü çil çil olmuş elleriyle okşadı Ruşen Bey. Sanki ilk defa dokunuyormuş gibiydi. Akşamüzeri gelen yabancı kızı düşündü.

-Merhaba. Benim için özel bir koku yapabilir misiniz?

Kelimeler, kızın dudaklarına küçük öpücükler kondurup uçarcasına havalanıyordu dükkânın içinde. Ruşen Beyin nefesi kesildi. Yıllardır kasaba dışından kimse dükkânından içeriye girip kendine özel koku istememişti. Yaşlı bedeni şaşkınlığını ve hayranlığını gizlemeye çalışarak;

-Nasıl bir koku istiyorsunuz? dedi. Kız, dükkânın kokusunu içine çekip;

-Bilmiyorum… İçinde, aşk olmalı. Beni yansıtmalı ve biricikliğimi duyumsatmalı, dedi. Ruşen Bey, kızın söylediklerini şaşkınlıkla dinledi.

-Hangi kokulardan hoşlanırsınız?

-Melisa. Vanilya da olabilir. Ama ben çok özel bir koku istiyorum. Sizin bana yardımcı olacağınızı söylediler. Kızın kararlılığı hareketlerine de yansıyordu. Kendinden emin; narin, uzun parmaklarının arasında duran, gözleri gibi mavi gözyaşı şişesini uzatırken, Ruşen Bey’in o güne kadar rastladığı kadınlardan farklı duruyordu.

Ruşen Beyin aklına ilk gençlik yıllarında, bu işi yapmasına vesile olan Feriştah geldi. O da ansızın dükkandan içeri girmiş siyah saçlarını savurup etrafa şöyle bir baktıktan sonra, “İçinde misk olan bir koku istiyorum” demişti. Ruşen Bey o zamanlar genç, yakışıklı bir delikanlı hemen kızın isteğini yerine getirmek için kolları sıvamış bu arada da Feriştah’a misk nasıl elde edilir anlatmaya başlamıştı. “bir tür erkek ceylan tarafından üretilen güzel kokulu madde. Kokusuna neden olan madde muskondur- Ceylanın karnından elde edilir…” dediğinde Feriştah yüzünü buruşturup ”Demek ki bu kokuyu elde edebilmek için bir ceylanın ölmesi gerekiyor. O zaman istemiyorum! Bana başka bir koku yapın” demişti. Ruşen Bey gülmüş söylediğine itiraz etmeden kıza sadece anımsatacak bir koku yapmıştı. Arkadaşlıkları bu kokuyla birlikte ilerlemişti. Ne zamanki kız okumak için büyük şehre gidene kadar. İşte ilk kırgınlığı böyle başlamıştı Ruşen Beyin. O günden sonra o kokunun ismini Feriştah koymuştu.

-Ne zaman alabilirim? Ruşen Bey elleri titreyerek şişeyi aldı. Zamanı söylemekte kararsız kalmıştı. Hemen yapabileceğine emin değildi. Altı gün sonra olabilir, derken gözlüklerinin arkasından kızın masum suratına bir kez daha baktı. İçini titreten gözler, pembe dudaklar, beyaz duru ten kelimelerine karıştı.

Kızın kapıdan çıkışını ve etrafa yayılan kokusunu içine çekti. Bu koku bildiği bir koku değildi. Uçarı, buruk, rüzgâr gibi yeşili anımsatan, deniz gibi ama mavisi olmayan bir koku.

Önünde altı gün vardı ve nasıl bir koku yapacağını bilmiyordu. Kızın bıraktığı gözyaşı şişesini kendi şişelerinin bulunduğu rafa yerleştirdi, gözlüğünü burnunun üstüne indirip uzaklara daldı. Nasıl bir koku olmalıydı?

O gün, dükkânın içinde hiç bir şey yapmadan gezindi. Gezinirken de kızın yüzünü, hareketlerini bir an olsun aklından çıkarmadı.

Kapıdan içeriye girişi, mavi çiçekli eteğinin kavradığı biçimli kalçası, saçlarını savururken çenesinin ve boynunun hareketi, hemen boynunun bitiminde usulca sallanan inci damlasının göğüslerinin arasına uzanan zinciri, gömleğinin altından belirginleşen göğüslerinin kalp atışıyla usulca kıpırdanışı, çakmak çakmak bakan gözleri, ıslak pembeliğiyle daha çekici duran gülümsemesi… hepsi Ruşen Beyin içini altüst etmişti. İçi kıpır kıpır oldu. Kızın şişeyi uzatırken bir anlık tenine dokunmasıyla duyumsadığı, yaşlı tenini heyecanlandırmıştı.

Kıza hiçbir kokuyu yakıştıramıyordu. Dükkânın arka odasına gidip çalışması, yeni bir koku yaratması için bir şeylere ihtiyacı vardı. Farklı bir şeylere, hiçbir yerde olmayan bir şeye.

Bu düşünceler içinde ikinci günü de tüketti. Kızı düşündükçe ve yapması gereken kokuyu bulmaya çalıştıkça kıza daha bir bağlanmaya başladı. Duygularını, kendine itiraf edemiyor, kıza olan bağımlılığı arttıkça yaşlı bedeni utanç ve zayıflıkla kıvranıyordu. Yılların yalnızlığını bozan, hiç bilmediği bir kokuydu içine giren.

İkinci günün akşamı, kendinde dükkânın arkasındaki odaya gidecek gücü buldu. Önce; melisa, vanilya biraz da karanfil esansını yavaş yavaş karıştırdı. İlk denemesi sonuç vermedi. İkinci, üçüncü de… Her seferinde bilindik bir kokuyla karşılaşıyor, bu kokuyu aşka yakıştıramıyordu. Karanfil acıydı; yaşlılığın derin ormanında yürüyenlerin kokusu, Ruşen Bey’e kendini hatırlattı. Karanfil yerine bir damla beyaz gardenya damlattı.  Olmadı! Bu yalnızlık kokuyordu; heyecanı içine hapseden, çevresine kalın duvarlar ören. Deniz yosununu miskle karıştırdı, biraz da yaprak esansı -tütünü olmayanından- koydu. Güzel olmuştu olmasına ama durgun bir kokuydu, neşesi yoktu.

İki gün boyunca durmadan çalıştı. Bütün kokuları denedi. Eskiden olsa hiç tereddütsüz ilk karışımda bulurdu, ama bu sefer zorlanmıştı. Duyguları, hissettikleri, bedeni zorlamıştı onu. Bu yaşında yaşadığı korkutmuştu.

Beşinci günü artık ümidini yitirdi ve dükkânında sabahlamaktan vazgeçip evine gitti. Bir günü kalmıştı ve hâlâ elinde bir şey yoktu. Zaman acımasızca ilerliyordu.

Son gün geldiğinde o, hâlâ ne yapacağını bilmiyordu. Dükkânına gitti. Gözyaşı şişelerinden birine, vanilya ve amberi, Portakal ve bergamotla karıştırıp içine özel esansından koydu. Bir başka şişeye yasemin, sandal ağacı ve gardenya kattı, şişeleri tek tek dolduruyordu. Rüyada gibiydi. Son bir gayretle elindeki tüm kokuları şişelere doldurdu. Olmuyordu! Yaşlı elleri titremeye gözleri buğulanmaya başladı. Bedeni, ruhu ilk defa bu kadar acı çekiyor aşkının çaresizliğini kokulara yansıttığını duyumsuyordu.

Ruşen Bey kendini tutamadı, bu çaresizliliğine dayanamayıp ağlamaya başladı. ‘Biraz daha genç olsaydı, aşkı tanısaydı çok daha farklı olurdu’, diye düşündü. Gözyaşları önünde duran şişenin içine inci taneleri gibi düşmeye başladı. Tıkırtılı seslerle düşen her damla maviyi, yeşili, pembeyi alıyor renk armonisiyle birbirine karışıyordu. Ruşen Bey’in gözyaşları bittiğinde şişe tamamen dolmuştu. Gözlüklerini çıkarıp gözlerini sildi. Gözyaşıyla dolu şişeyi görünce çok şaşırdı. İçinde kristal damlacıklar bulunan duru şeffaf sıvının, o güne kadar hiç bilmediği bir kokusu vardı. Bunun bir mucize olabileceğini düşündü. İçindeki heyecana dur diyemiyordu. Akşamın alacalığı dükkâna çökmüş sadece bu pırıltılı sıvının ışığı etrafı kaplamıştı. Kapı açıldı mavi gözleri çakmak çakmak bakan kız içeri girdi.

 -Merhaba.  Ruşen Bey gözlüklerinin arkasından kapıdaki kıza baktı.

-Hoş geldiniz. Sesinde mutluluk vardı. Kız ise heyecanlıydı. Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu.

-Oldu mu? Ruşen Bey ayağa kalkıp masanın üstünde duran gözyaşı şişelerini göstererek;

-Bunları sizin için yaptım. Hangisini beğenirseniz o, sizin, dedi. Kız heyecanla şişeleri tek tek koklamaya başladı. Her şişede beğenmiş gibi yapıyor ama bir diğerini koklamak için acele ediyordu. Sonuncu şişeye geldiğinde Ruşen Bey kızı engelledi tam bu sırada şişenin üstünde elleri birbirine değdi. Kızın yüzü usulca kızardı. Ruşen Bey ne yapacağını bilemedi ama elini de çekemedi. Şişe alev alev yanıyordu. Işıltıları daha da artmış yıldızlar saçıyordu etrafa. Ruşen Bey kızın gözlerine bakarak;

-Bu en özel olanı, dedi. Kız eline aldı hiç koklamadan boynuna, kollarına ve kulak arkalarına birer damla kondurdu. Ruşen Bey artık kızın tenine girmiş bir daha da hiç çıkmayacakmış gibi gençliğine katılmıştı. Kız gülümsedi.

-Evet, bu tam istediğim koku!’ diye haykırdı.

-Bunun adı ne? diye sordu.

-Hiç düşünmedim, dedi Ruşen Bey.

Kızın her halinden belliydi kokuyu çok sevdiği. Ruşen Bey’e teşekkür etti ve kapıya doğru yürüdü. Ruşen Bey içinde büyük bir huzur, kızın arkasından baktı. Bedeni sanki gençleşmiş gözleri daha bir parlamıştı. Kız, geride kokusunu bırakarak kapıdan çıktı. Ruşen Bey tam kapı kapanırken,

-Kokunun adı, Rüya olabilir,  diye fısıldadı.





Yalın Ses Yayınları
Mart 2007
Öykü
ISBN 975-9944-305-10-5


 
  
Esra Odman