Sessiz, Mahcup Bir Çığlık mıdır Mutluluk?

                  

 

 

“Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, ongunluk, saadet, bahtiyarlık.”  

Mutluluğun sözlükteki tanımı bu.

Bu tanımda bir eksiklik ya da bir abartı var sanki. Tümüne olmasa bile, küçük bir hayale kavuşmak da mutlu eder insanı. Örneğin, evdeki huzurun bozulmaması mutlu eder. Sorunların diyalog yoluyla halledilmesi. Sevgi ve saygının olduğu yer. Sözcüklerin, evet o büyülü sözcüklerin hükmünü kaybetmediğini bilmek.

Bir doğa güzelliği karşısında da son derece mutlu hissedebiliriz kendimizi, bambaşka durumlarda ya da.

Mutluluk göreceli bir kavram sonuçta. Herkese göre değişir adı, adresi… Sanırım şu noktada hemfikiriz: Hemen herkesin hayattaki biricik gayesi, mutlu olmak. Ne yapsak, neye el atsak, nasıl bir karar verirsek verelim, her şey, tüm çaba ve yürek çırpınışlarımız hep o duyguyu yaşayıp yaşatmak adınadır.

Hiçbirimiz özlemlere, hüzünlere, isyanlara, acılara karışmak istemeyiz.

Öte yandan hayat acı-tatlı olaylar karması bir şey. Kolay yanlarının yanı sıra, insanlar olarak zorlaştırdığımız bin bir yanı var. Güzel, masum, doğal yüzünün yanı sıra, elbirliğiyle çirkinleştirdiğimiz nice yüzü.

Dolayısıyla da hayat yolunda bindiğimiz atı, her zaman istediğimiz yönlere süremeyebiliriz. Bu yüzden de salt pozitif duygu ve düşünceler barınmaz içimizde.

Aslında asıl anlatmak istediğim, mutluluk duygusunun rengi, açılımı değil; onu öteden beri yansıtma biçimimizdir. Farkındaysanız, sanat eserlerinde bir iki kareyle, cümle ya da paragrafla geçiştirilen kavram olarak çıkar karşımıza.

Masallarda da. Hemen hepimiz, çocukluk günlerimizde masal kitapları okuduk. Masallardaki bir nokta dikkatimizi çekmiştir. Kahramanların yaşadığı acı ve sıkıntılar muhakkak ki mutlulukla son bulur. Mutluluğa kavuşulduğu özet bir iki cümleyle belirtilir ya da hissettirilir, o kadar.

 Eski Türk Filmlerinde de durum böyledir. Tüm sıkıntı ve güçlüklerin sona erdiği anda hikaye de biter. Bizim hayal gücümüze teslim edilir sonrası.

Bize düşünme, hayal etme payı bırakılması iyi güzel de; o anlarda içimizde sabırsız bir itiraz da yükselir. Esas o noktadan sonrasına, etrafımızda sıklıkla tanık olamadığımız o muhteşem duyguya tanık olmak isteriz.

Haklı olarak isteriz bunu. Yaşamından kesitler izlediğimiz, okuduğumuz kişiyle kendimizi özdeşleştirip, acı ve sıkıntısına ortak olmuşuzdur. Mutluluğuna da tanık olmak isteriz. Onun adında kendimizi mutlu hissetmek içindir belki de bu.

Ne yapsak, neye el atsak, nasıl bir karar verirsek verelim ardında saklı tutulan o pozitif duygu yakalandığında uzun uzadıya anlatılmaz. Yaşanır da anlatılamaz. Hüzün gibi, acı gibi, özlem gibi, isyan gibi hakkıyla, layıkıyla anlatılamaz.

“Sen mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin? / İşin kolayına kaçmadan ama…” Böyle sormuş üstat? Tersi duyguların değil de mutluluğun resmini istemiş. Yani zor olanı.

Bunu sorarken neyi ima etti dersiniz?

Mutluluğun resminin, çağımız insanları arasında sıklıkla tanık olunan bir resim olmadığını mı? Tanık olunsa bile, eli kalem ya da fırça tutan insanı kamçılayıp ayağa kaldıramayacağını mı? Tersi duygulara oranla sindirilebilir özelliğini mi?

Mutluluklardan çıkaracağımız bir insanlık dersinin olmadığını mı?

Şairin bunlarla birlikte başka çok şeyi kastettiği kesin… Doğduğu günden beri her tür güzelliğin, doğallığın, insani olanın, mutluluğun izini sürüyor sanat. Kavuştuğunda büsbütün susacak...

  


 

  
 Fatma Babuşcu