Kırık Yaz

                  




Babaannemi, Çukurova’nın sıcak yazında kuşluk vakti seccadesine oturmuş elinde tespihi dudakları kıpır kıpır dua ederken hatırlarım hep. Onun sabah telaşında evin içinden dışarıya, ahırdan bahçeye, bahçeden eve koşuşturup; ineği sağmasına, oradan keçilere ve oğlaklara yönelmesine her sabah şahit olduğumdan aslında hafızamda bunlar yer etmeliyken tam aksine, o sakin, yaratıcısına yönelmiş kulluk eder hali hafızamda yer etmişti. Tüm duaları ondan duyarak aşina olmuş; henüz okula gitmediğim halde onun yönlendirmesiyle de bazılarını ezberlemiştim. Hep Allah’a yönelmemizi, dua edip okumamızı söylerdi. Ondan kalan bir haslet olarak bu gün ben fatihaları, ayetelkürsileri dilimden düşürmem. Her gün evden çıktıktan sonra geride kalanlar için 11 defa  ayetelkürsiyi mutlaka okurum ve dua ederim  ki bu bana babaannemden kalan güzel bir mirastı.

Her şeyin Allahın dilemesi istemesi ve yaratmasıyla olduğu gerçeğini bildiğim ve inandığım için her an hem sevinçli bir durumla ve hem de olumsuz bir durumla karşılaşma ihtimalim olduğu gerçeğine açık beklerim. Bunun  için yakınlarımdan aldığım telefonları her zaman hem endişe hem de sevinç beklentisiyle açmışımdır. Sabah evden çıkarken 11 ayetelkürsiyi okumadığım veya eksik okuduğum günlerde aldığım telefonları hep tedbirli açmışımdır. 

O sabah evden çıkarken 11 ayetelkürsüyi okumuştum. Öğle vakti de eve gelmiş sonra şehir dışına çıkarken tekrar okumuştum. İkindi vakti evden gelen telefonu biraz emin olarak açmıştım. Ancak “Faruk’un ayağı kırıldı” cümlesini duyduğumda şok yaşamadım; çünkü her an her ihtimale açıktım ve böyle inanıyordum. Faruk hastaneye kaldırılmış ve ameliyata alınmıştı. Rahat gibiydim, telaşlanmamıştım. Ancak zaman geçtikçe içimi bir kurt kemirdi ki bu şehre dönüp Faruk’u görene kadar devam etti. 

Onu yatakta beli ve bacakları sargılı, eli serumlu gördüğümde daha kötüsü olmayıp yaşadığı için sevinçliydim. Beni görünce ağlaması – ki tüm yakınlarımızı gördüğünde ağlıyordu – isteği dışında bir olumsuzluğa maruz kalıp hep böyle yoksun olacağını düşünmesindendi. Çünkü Faruk ruh olarak sınırlılığı, yoksunluğu, hürriyetsizliği kabul edemiyordu. 

Eve geldiğimizde sürekli durumunu sorguluyordu. “Neden ben?”, “ben böylemi kalacağım?” gibi sorular soruyordu. “Neden ben” olumsuzlukların hep Faruk’u bulması içindi. Zira daha önce birkaç gün hastanede yattığı ağır hastalık geçirmiş, bisikletten düşüp ciddi yaralanmış, merdivenlerden yuvarlanmış, oynadığı plastik oyuncak parçası boğazına sıkışıp ciddi bir tehlike atlatmış, evde geçirdiği bir kazayla dudak üstü yarılmış ve hastanede dikiş atılmıştı. 

Oldukça hareketli sevinç dolu Faruk hareketinin kısıtlanmasına fazla dayanamadı. Durumu kabullenememenin verdiği dürtüyle bağırıp çağırmaya yırtınmaya başlamış, kafese hapsedilmiş bir aslan gibi bir durum almıştı. Benimse yüreğime acılar doluyordu. Nasıl teskin etmeliydi Faruk’u?  Elbette geçecekti ama bunu altı yaşında bir çocuğa anlatmak ne zordu? 

Amcası teskin ediyordu Faruk’u. Çünkü küçükken onun da ayağı kırılmıştı. Önce buna inanmak istemedi. Ben de olayı doğrulayınca amcasıyla ortak bir yön bulmuş ve rahatlamıştı. 

İlkokullu yıllarımdı. Pamuk otu dövmekten geldikleri traktör kaza yapmış ve ağabeyimin ayağı kırılmıştı. Babamın endişe ve üzüntüsünü böyle bir şeyin kendi çocuğu başına gelmesi huzursuzluğunu hissetmiştim. O günkü şartlarda – ki yetmişli yıllardı – bu günkü anlamda ortopedi uzmanı bulmak ne mümkündü. O ekonomik şartlarda zaten doktora da verilecek para bulunamazdı. Köyde hiçbir arabanın bulunmadığı günün imkanlarında ağabeyimi şehirdeki doktor yerine traktörle kasabadaki sınıkçıya götürmüşlerdi. Yüzlerce acıya katlanarak bacağı dizden aşağıya ayağı da kapatılarak alçı yerine iki kalın mukavva parça yerleştirilerek iyice sarılmıştı. 

Yine yazdı. Tüm yaz boyu ağabeyimin, anne olarak acısını ondan daha fazla duyup hisseden annemin, üzüntülerini kederlerini sıkıntılarını yoksunluklarını onlarla birlikte kimseye fark ettirmeden bende yaşamıştım. O yazın acılı tüm hatıralarını hiç unutamadım.        

O yaz kardeş duygusuyla yaşadığım acı ve ızdırapları, şimdi evlat acısıyla belki daha fazla ve yoğun yaşayacaktım. 

Faruk’un tam delikanlılık başlangıcında olan amcası, televizyonun yerine radyonun olduğu o günler, babamın büyük önem vererek aldığı köyde sayılı olan yeşil renkli radyoyla yalnızlığını giderip kendini teselli ederdi. 

Faruk için MP3 ve yattığı yerden oynayabileceği oyuncaklar olmayı düşünürken o tutkulu olduğu kumandalı oyuncak araba istedi. Yatağını televizyonu rahat izleyebileceği yere yerleştirip, daha önce bağımlısı olduğu bunun içinde sildiğimiz çocuk kanalını yeniden açtık. Elbette ki uzaktan kumandalı 4X4 oyuncak arabasını aldık. Oysa amcasının radyo dışında hiç seçeneği olmamıştı. Terleyip alçılı yerlerin kaşıntı yapmaması ve pişik olmaması için ikinci bir klima aldık. Onun sağlığına kavuşması ve özellikle ruh sağlığını korumak için ne gerekiyorsa yapacaktım. 

Faruk’un ayağının kırılmasına en çok üzülenlerden biride babaannesiydi. Geçmişin imkânsızlıklarında birçok kırık olayına şahit olduğundan Faruk’un yaşayacaklarını çok iyi biliyordu. 

Ağabeyimin dışında annemle birlikte şahit olduğum dayımın ayak kırığıydı. Onunda, yine bir yaz günü traktör acemisi öğretmenin kullandığı kendi traktörlerinin kazası sonucu ayağı kırılmıştı. O zaman çok küçüktüm. Dört- beş yaşlarında olmalıydım; zira birçok ayrıntıyı hatırlamıyorum. Hatırladığım, haber bize ulaştığında annemin kardeş sevgisinden dolayı yaşadığı telaş ve şaşkınlıktı. O endişeyle beni unutmuş; yayan yapıldak uzaktaki kaza yerine koşuşturmuştu. İkindi vakti gerçekleşen bu olay ailede dahası annemde uzun bir süre canlılığını korudu. Dayım traktörle tedavi için götürülmüş akşam karanlığında benim ilk defa ve karanlıkta gördüm bir araçla da getirilmişti. Gece karanlığında yanan kırmızı ışıklarının izin verdiği ölçüde gördüğüm bu araç, o günün yolcu taşımada kullanılan bir minibüsüydü. Sonra annemin sıkıntılarını acılarını endişelerini ve umutlarını bizlere yansıttığı ölçüde o yaz dayımın ayağının iyileşmesini gözlemledim. Bu ara dayımın dahası müstakbel eşinin -ki amcasının kızıydı- ona olan aşkına da şahit olmuştum. Küçüğüm diye kaale almadıklarından yalnız kaldıklarında bir çift kumru gibi davranırlardı. Zaten annemle her gittiğimizde onları birlikte görürdüm. 

Dayım yetişkin askerlik çağında delikanlıydı. Faruk’un amcası da delikanlılığa yeni girmedeydi. Oysa Faruk bir çok şeyi anlayıp algılayamayacak kadar küçük.    

Allah’tan en büyük dileğim onun çabuk ve sağlıklı iyileşmesi. Zira bazı olumsuz gelişmeler yaşanabileceğini öğreniyorum. İyileşme sonrasında  dizi tamamen bükmede zorluk çekme gibi. Doktor Alper bey böyle bir durum gerçekleştiğinde zaman içinde çözüleceğini söylüyor.   Ama böyle bir ihtimali düşünmek bile istemiyorum. 

Durumunu sorguladığı gibi gerçekten Faruk olumsuzluklar acısından talihsiz bir çocuk. Kendi küçüklüğümü düşündüğümde Faruk kadar olumsuzluklarla karşılaşmadım. Oyun bozan çocukların attıkları taşlar sonucu birkaç defa kafamın yarıldığını, oynarken benden iri bir çocuğun basmasıyla ayak baş parmak tırnağımın çıktığını, lastik ayakkabılar giydiğimiz o yoksunluk günlerinde birkaç defa ayakkabıdan ayağıma diken battığını, en önemlisi de ilkokul dördüncü sınıftayken  akşam karanlığında saklambaç oynarken amca oğluyla kafa kafaya çarpışmamız sonucu kaşımın şişip gözlerimin morarmasını hatırlıyorum. Baharın sonu yazın başlangıcıydı. İyileşmesi uzun sürmüş,dolayısıyla hatırası bende kalıcı olmuştu. Hatta bu olayı ertesi öğretim yılı öğretmenin, ders aktivitesi olarak yaşadığımız ilginç bir olayı yazmamızı istemesi üzerine yazıp tekrar yaşamıştım. İlginçtir öğretmen bu yazımı birinci seçmiş ve beni kutlamıştı. 

Bilmiyorum, gelecekte Faruk bu olayı yazıp ifade etmekle karşı karşıya kalır mı? Ancak bunu kesinlikle unutmayacağını, zihninde bir yerde hep saklı kalacağını ve özellikle şu an yaşadığı duygularının onu yaşamı boyu bırakmayacağını biliyorum. Bunun için Faruk’un hep yanındayım. Üzmemek için çabalıyor, sürekli duygudaşlık yapıp ona göre davranıyorum. 

Hareketli bir çocuk için tamamen yatağa mahkûm olmak ne kadar kabul edilemez bir durum. Bunu sözleriyle, olmadı bağırıp çağırmakla daha ilerisi elleriyle kendine vurup çırpınarak ve yırtınarak ortaya koyuyor. Dışarıda oynayan çocukların seslerini duyunca onları görmek istiyor; yeni aldığımız klimanın dış ünitesini merak ediyor. Riskli olmakla birlikte dikkatli bir şekilde kucağıma alıp merak ettiklerini görmesi için balkona çıkarıyorum. Rahatlıyor ve seviniyor. Bunu onun için tüm yaz boyu zaman zaman yapacağım. 

Başta bilgisayar olmakla her türlü teknoloji ürünlerine, özellikle arabalara oldukça meraklıdır Faruk. Evdeki bilgisayarı kullanmada çoğu zaman ağabeyleriyle tartışmıştır. Araba tutkusu daha farklıdır. Birçok araba modellerini bilir ve arabayı uzaktan da olsa görmekle tanır. Üç yaşlarındayken arabayı değiştirdiğimizde yeni arabaya daha fazla ilgi göstermiş; arabayla oynamak, içinde kalmak ve arabayla gezmek bir tutku haline gelmişti onda. Bunun için hemen her gün arabayla şöyle bir tur atmak zorunda kalırdım. 

Hala sürüyor bu tutku. Biraz iyileştiğinde onunla arabayla gezeceğiz. Hayalindeki 4x4 arabayı almak bir gün nasip olursa, ayağının kırıldığını ve yaşadığı tüm acı ve üzüntüleri unutacaktır Faruk. Başka bir yazı kırıklarla, acı ve üzüntülerle değil böyle bir arabayla geçirmek Faruk kadar benimde en büyük dileğim.   

  


 

  
Hasan Tülüceoğlu