Kız Ahmet/ Şarkılar Dibime Düşer

                  




Ahmet Kural ölmüş.

1001 in 25 yıllık işletmecisi Ahmet.
Kız Ahmet.
İri kocaman Ahmet.
İyi niyetli Ahmet.
 
Ali Abi kısık sesini daha da kısarak söyledi öldüğünü.
Uzun boylu yakışıklı azıcık efemine ama adam gibi adamdı be.
Hiç fotoğrafı yok.
Ne eşeğiz be.
İnsan arkadaşıyla bir fotoğraf çektirmez mi?

Çalıştığı yere gittim.

Komiktir, 1001 diye bir Travesti-Gay bar işletiyordu yıllardır. Ama biz oraya eşlerimiz ve sevgililerimizle bile gidebilrdik. Kahve bira ne olursa içer güler eğlenir dönerdik. Her Taksim biraz Ahmet'ti. Taksim'i sevmediğimden Ahmet'e de uğramaz olmuştum.
 
Malum masal... Aids olmuş dev adam.Bir anne sertliğindeydi etrafına karşı. Ama 25 yıl aynı mekanı çalıştırdığından siz düşünün nasıl biri olduğunu.
Zayıflamış...
Diyetteyim, süperim derken hastanelere düşmüş dört ay birinde iki ay birinde yatarken pat diye ölmüş.
Son sözleri olmuş mu bilmiyorum.
Kız kardeşleri varmış bilmediğimiz.
Onlar alıp cenazeyi götürmüşler.
Zeytinburnu Merkez Efendi Mezarlığı'na annesinin mezarına gömmüşler.
 
Fotoğraf dedik.
İyi de ettik.
Beni bir tek Roy yakalayabildi kendim gibi ama kendim olmadığım yerlerde-sahnede bile.
Helal be Roy.
Sen her daim etrafta ol.
Çünkü o baktığını gördüğünü ve anladığını çekiyor.
Sorsan kendi bile bilmiyor nasıl yaptığını özünde.
Buluyor yakalıyor ve çekiyor.
 
 

Her fotoğrafında aynı çıkan insanlar vardır.
Onları sevmem.
Çünkü kendilerine yakıştırdıkları bir pozisyonu alırlar ve fotoğrafın çekilmesini beklerler. Flaş patlar durum ve duruş eskisine döner.
Her fotoğrafı aynıdır ama  kıyafet ve yer farklıdır.
Ne tatsız.
 
Bir de ben kötü çıkarım hiç fotojenik değilim diyenlerin bunu kanıtlamak amaçlı aldıkları şekillerle çekilmiş fotoğrafları. Muhakkak abuk ve o çirkinliğe yakışacak bir şey yaparlar ki "Ben size demiştim ama..." maksatlıdır bu.
 
Masa fotoğraflarını sevmem. Garson tarafından çekilmiş ve herkesin o bakın masadayız ve ne mutluyuz dercesine o yöne yönlenmiş halleri. Kareye sığmak için yanaşan ve yapışanlar.
İğrenç istemesem de o fotoğrafların içindeyim bazen.
Kadeh kaldırılanlarından özellikle mutlu olmasam da mecbur kalınıyor.
Bu fotoğrafların genel adı "HADİ Bİ RESİM ÇEKİNELİM" oluyor.
 
Kimisininse gözleri sürekli kırmızı çıkar. Tavşan mıydı onlar acaba eski yaşamlarında. Fotoğrafta yedi kişi var teki kırmızı bakışlı.
Uzaylı o uzaylı.
Ya da özel birisi o.
Ne bileyim.
Var bir bok.
 
Sürekli gözü kapalı ve ayıkken sarhoş çıkanlardan bahsetmiyorum bile.
 
Kimisi habersiz çekilen fotoğrafları severler. Ama gözün ucu kaldırılan makineyi gördüğünden yine de gizli uzaklara bakan ve hülyalı bir poz verilir.
Ne gizemli ve hüzünlüyüm.
Hadi be.
 
Bazılar ise sürekli "fotoğrafımı çekme, ay bu halde çekilir mi ya da çekme ulan!" halindedirler.
Elleri o tarafa uyarı olarak uzamış ya da ağzında kocaman bir lokma ile…
İşerken, uyurken, uyanmak üzereyken uyandığı anda…

Oldum olası  fotoğraf çektirmeyi sevmeyenlerdenim.

Anı sevmen ki zaten.
Ayrılınca bir sevgiliden, o güzel günlerin iç sızlatması için mi bunlar.
Ya da "aah ah, biz gençken neymişiz be" mi daha önceden de yazdığım gibi bir yerlere.
 
Asıl fotoğraflar zamanı geldiğinde göz kapanır kapanmaz karşınıza gelendir.
Çünkü kokular da hatırlanır.
Göğsünüz sızlar.
İçinizde tarifi çok şekilde yapılası ama asla kelimelere dökülmeyesi bir şeyler olur.
O bir anda gelen görüntüden daha güzeli yoktur.
Bir öpüş, bir gülüş, bir el sallayış…
 
An’lara takılmış bir arkadaşım.
Nida.
Anlatıyordu;
"Aksaray meyhanelerinde ya da Unkapanı'nda keşke o güzel arkadaşlarımız, o gençlik aşklarımızla çektirdiğimiz fotoğraflarımız olsaydı.
Bu ne avuntu ne de ispat. Hiçbir şey değil. Sadece kısa kısa da olsa an'lara dönmek"diyordu.
 
An’ına koyayım be dostum.
Haklısın da…
Olmuyor bu anları anmamak.
 
Üzülüyoruz be.
Hala üzülüyoruz eski sevgililere ve nedense hep eskide kalacak güzel günlere.
 
Yeni güzel günler istiyorum ben artık.
Ya sen?


Şarkılar dibime düşer.

Kimse sormaz şarkıların dibe düşmesi ne demektir.
 
Kural tanımıyor kuralları sevmiyorum. Yani bahsettiğim-KIRMIZI IŞIKTA DUR-YAYAYA YOL VER-gibi kurallar değil. Yayaya yol verelim tamam ama yaya da götünü yaya yaya yolda yürümesin birader. Ben de yaya oluyorum-ama salak gibi yürüyorum. Kaç kere eziliyordum. Demek yayalıkta bir hal var.
 
Bu da algıda seçicilik gibi birşey.
ALGIDA SEÇİCİLİK ne keyifli geliyor kulağa. Neşeli bir söz. İç karartmıyor. Mesela Damlaya damlaya göl olur ya da Yerli malı haftası gibi sevmediğim kelime dizinleri vardır. Buna benzer bir sürü şey vardır aklımda sevmediğim. Nedense içimi karartan…  Marjinal,entel gibi kelimeleri veya gayrı safi milli hasıla-gibi tüylerimi diken diken edenleri uzun uzun yazamam.
 
Algıda seçicilik denilen zarif kelime çok anlam taşır. Tanımadığınız biriyle aynı mahallede oturuyorken çat diye tanışıyorsunuz artık gözünüz ona aşina ve onu her yerde görür oluyorsunuz.
jeepimi almadan önce başkasında hiç görmemiştim. Meğer ne çokmuşuz şu İstanbul’da ondan kullanan zavallılar.
Ya da ne bileyim aynı dizide oynadığım arkadaşım Aydoğan Oflu evimin karşısında oturuyormuş da haberim yokmuş. Hem de kendisini-zero reklamında izlemiş ama çok sevmiştim. Ama şimdi nerede görsem tanıyorum.
 
Şarkıda seçicilik de böyle bir şey.
Durumumuza göre şakılar çalınıyor sanki.
Hangi kanalı gezsem beni anlatan bir şarkı var.
Kimi zaman hüzünlü kimi zamanda mutludur bunlar.
Ama öyle şarkılar var ki-bunu hisseden bir lavuk var mı yahu dünyada-dedirtiyor.
Ve hala ben VAR MI NAZO GİBİSİ-diyen kadına YOKH diyen danayı-yılın reklamına aday göstereni anlamış değilim.
 
Moraller hep bozuk ve mutsuzluk genel bir yaşam tarzı olmuş.
Bunu daha da zorlaştıran insanlar var.
Her gün yaşadığımıza şükretmemiz gerekiyor. Kaç ölüm tehlikesi atlatıyoruz yolda. Her gün birer kahramanız aslında.
Motorla giderken beni kasıtlı olarak sıkıştıran araçların şoförlerine,cinayete teşebbüsten dava açmak lazım değil mi aslında.
Ya da hamileliği boyunca günde iki paket  içtiği sigara yüzünden sürekli hasta olan zavallı çocuk-ki yakınımın oğludur kendisi-büyüdükten sonra doğuştan kansere meyil almış olarak anasını dava edebilmeli değil mi?
 
Hani derler ya ben en hızlı koşan damlayım diye. Doğduğumuz için şanslıyız yani.
Doğduk ya şanslıyız. Kimi villada kimi ise varoşta doğuyor. İkisi de şanslı damla değil mi?
Bunlar yıllarca irdelendi. Hala tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı tavuktan-ın cevabı olmadığı gibi,bu etraftaki kadınların bizim kaburgamızdan mı yoksa maymundan mı geldiği hakkında kesin bir şey yok. Kesinmiş gibi konuşanlar çok. Ona bir sözüm yok. Ama bu kadınların bizim kaburgalarla bir ilgisi olmadığı kesin. Olsa böyle olmazlardı kesin.
Nasıl demeyin-böyle işte.
 
Yazarken bile korkar olduk artık.
Satılık kalemlerden bahsetmiyorum.
İnanmadığı halde yazan çok adam bilirim. İyi kalemlerdir bunlar. Öyle ikna edici yazarlar ki kendileri bile inanır. Bunlar insanları yanlış da yönlendirirler. Ve çoğu bir zamanlar kara derken şimdi AK diyorlar.
Ne ironik.
Bu ironik-kelimesini sevip sevmediğimi bilmiyorum. Ama etik’ten hoşlanmıyorum.
Etik olan ne var ki?
Kötüler daha akıllı olanlardandır desem herkes alınacak.
Uzun boylu kadınlar salak olur-diye bir öykü yazacaktım mesela. Uzun boylu erkekler de çok zeki olmaz-diye devam edecektim.
Bu benim yaşayıp deneyimlediğim bir şey değildi. Bir gün meyhanede yaşlı adamın biri söylerken duymuştum.
Nedeni ne olabilir diye hayal kurdum biraz. Kendi tanıdığım uzun ve salak kadınları düşündüm. Etrafa sordum. Sonra bir de annelerimizin götü yere yakın kadından korkacaksın demeleri geldi aklıma. Siz hiç götü yere uzak karılardan korkun diye bir laf duydunuz mu? Ben duymadım.
Doğada da tilki kısa ve akıllı, Zürafa uzun ve ot yiyor. Hatta uzun olduğundan küçük ayrıntıları göremiyor.
Ama böyle bir yazı bana düşman da kazandırabilirdi. Uzun kadınlar alınıp bana küserlerdi belki. Hoş ben zaten minyon kadın severim. Tarihimde uzun boylu bir sevgiliye pek rastlanmaz. Tarihim derken küçümsemeyelim bu arada. Uzun ve renkli bir tarihim var.
E olsa olsa uzun bir kadınla ileride iş yapma şansım azalırdı bu yazıyla. E bu da uzun kadının salaklığı olurdu yine. Benimle iş yapmamak yani…
 
Alınmak için de-yarası olan gocunur-derler. Gıcık olurum.
Şimdi ben çıksam Taksim meydanında The Marmara’nın tepesine ve aşağıya doğru bir megafonla OROSPU diye seslensem, yukarı bakan her kadın orospu mudur? Ulan ibne- desem bakan her arkadaş rektal olarak mutlu mu oluyor-anlamı çıkacak.
Yok efendim daha neler?
 
Teşbihte hata olmazmış.
Olmaz mı?
Teşbihten maraz çıkar.
 
-Dana gibi yedin be abi.
-Dana anandır.
-Teşbihte hata olmaz abi.
-Ha tamam o zaman. Hanım tüfeğimi getir.   

Bana aldırmayın zaten.

Benimki can sıkıntısından sayıklamalar.

  

 

 

  
 Kaan Erkam