Şimdi Aşk Zamanıdır

                  

 

Bunu inkâr etmenin anlamı yok. Bahar tüm kışkırtıcılığıyla üstümüze üstümüze yürüyor. Haziran ayı çığlık çığlığa. Gövdeye su, gövdeye şiir yürümüş... T. S. Eliot,  “Nisan, ayların en zalimi” demiştir ya; eklemeli, Haziran ayların en tehlikelisidir, aşk rüzgarları için...

Uzun ve acımasız kış günlerinin ardından güneş daha bir değerli sanki. İnsanın kendisini, duygularını, fitil tutmaz arzularını dizginleyebilmesi ne kadar zor bu mevsimde. Söz geçiremiyoruz en gizli yerlerimizde taşıdığımız masumiyete. Alıp başını gidiyor kimi duygular izin almaksızın. İzin almaksızın aşk! İzin almaksızın kışkırtılmış libido! İzin almaksızın içimizdeki hayvan!

           

Hayat bizi gündelik tekrarlara ve çürümüşlüklere zorlarken; aşk, baharın tenine iliştirilmiş bir ihtilâl gibi duruyor. Gündelik sorunları içinde tıkanıp kalmış sıradan insanlar için üretilmiş düşünce ve inanç sitemleri, insanları gerçeklerden uzaklaştırabilir. Ama sisteme büyük bir karşı koyuş, büyük bir  karşı bir duruştur aşk! Alışılagelmiş ve kodlanmış hayata kocaman bir itiraz!.

           

Aşkla ve şiirle!. Aşk tüm iktidarlara karşı koymaksa, şiir de kişinin, tek başına tüm iktidarlara kafa tutması ve menevişlenmesidir. Hiçbir sınır ve engel tanımaz  çağıldayan içgüdü. Eskimiş olan ne varsa hepsine karşıdır. Sistemin içinde sıkışmış olan ikiyüzlü ahlâka...

           

Belki de şair Uluer Aydoğdu’nun dediği gibi; “Varlığın eşiğine yürü. Orada varlığın magma heyecanını, acemiliğini, her daim ilk oluşunu, biricikliğini izle. Varlığın şimşek çakmaları yeryüzünü aydınlatıyor olmalı. Varlığın gürültüsünü dinle, varlığın düşürdüğü yıldırımların yakıp kavurduğu taşa, toprağa, ormana bak. Orada şiddetini hissedeceksin, şefkâtin ve aşkın. Ne olmadığını. Sonra bir adım daha at, kendin ol. Bunun dışındakiler yalnızca görüntü. Artık kaplayabilirsin yeryüzünü.” 

 

aşıklar şaşkın ve tehlikeli bir bilgedir aslında

 

Âşık her kişi, bilgeliğe ve şairliğe dokunacaktır mutlaka. Sevdiği için farklı olmak kamaştırmaya başlayınca tenini ve yüreğini; kelimelerin ardındaki anlamlı gücü, ruhun derinliğindeki gizemli arayışı, gövdenin en mahrem yerlerindeki şehvetli susuşları söylemek ve yaşamak isteyecektir aşık kişi. Âşık kişi, saçmalamak ve çıldırmak hakkını hiç kimseden izin almaksızın kullanır. Haritaların, dağların, ırmakların, denizlerin, paralellerin ve meridyenlerin hükmü yoktur âşıkta. Aşkın dili için bütün dillerle kardeştir. Ezen ve örseleyen dillere ve yasaklara karşı romantik ve daima isyankâr!

           

Sözcüklerin yetmediği zamanlar vardır. Alfabenin ağrısından anlatılamayan arzular... Söylemek, paylaşmak ve yaşamaktan utandığımız duygularımız hep olacaktır. Her şeye rağmen. Baskıya, zulme, dayatmaya... Aşk zaten hep alacaklıdır bizden ve yaşamdan!.. Bu borcu ödeyemeyiz bir türlü. Ödeyemeyiz içimizde çağlayan kanın hesabını. Yetişemeyiz içimizde koşan hayvana. Bu hayvan; kaostaki dinginliğin arzusudur. Elbette tepeleyip geçecektir bizi. Aşkla, şiirle, gökyüzünde durmadan değişen mavinin kızıl kanatlara kıvranan şehvetiyle...

           

Şair gibi âşık da kalmaz hiçbir yerde. Durmaz. Durmayandır o. Böyle hatırlayalım onu, “Herkes şan alacak yeryüzünden, ama mücadele ettiği şey kadar.” diyen Kierkegard’tan hareketle, âşık da şan alır içinde gezdirdiği ırmaktan. Böyle şenlenir yeryüzü, insan ve içimiz. O kehribar kokulu bahar... İçimize dokunarak geçen kamaşmalar...

 

şair gibi aşık da sığamaz hiçbir yerde

 

Sistem, âşık gibi şairi de ezip geçmek istemektedir. Ezemezsen beslersin felsefesidir hakim olan. Ama gür bir ses, Cemal Süreya’nın dediği gibi; sanatlar, kapitalizmin öğütücü koşullarında dönüşüm değeri kazanırlar. Resim, süs olarak, tablo olarak alır yerini duvarda. Roman, vakit geçirmek için de okunabilir. Ama şiir öyle midir? Şiir eğlence aracı değildir, aşk gibi... Bu yüzden kapitalist sistem dönüştüremez, sahip çıkamaz. Şiir bu yüzden kirlenmemiştir, aynı aşk gibi!.. Kirlenme, aşık kişi gitmese de,  aşkın bittiği yerde başlayacaktır!

           

Oysa Carmen’deki gibi “aşk, bir çingene çocuğudur, kural tanımaz.” Kural tanımayan yalnızca aşk mıdır? Şiir de kural tanımaz. İki muhalif güç, baş başa verince, dünya üç yüz altmış beş günde dönmeyecektir, artık dönemez!

           

Dönemez içimizdeki atlıkarınca... Çarpışmadan geçeriz bize en çok benzeyene bile. Ölçüler ve hesaplardır insanı kısıtlayan, yaşamı katlanılmaz kılan...Neiztche’nin dediği gibi” Güvenlikte yaşamak tehlikelidir”! Aşk bir güvencesizlik çağrısıdır bir bakıma, olmalıdır. Garantilerle ve sınırlarla gidilen yer aslında en çabuk dönülecek yerdir ve bir gül dahi açmaz o çorak bahçelerde...

 

aşk çağırıyor gitmeli

 

Aşk çağırıyor bizi! Kuşatan ne varsa aşmalıyız. Gökyüzündeki yıldızların hatırına. Ateşin ve suyun, baştan çıkartıcı çağrısını duyarak. Gökyüzündeki derinlikleri sonsuz maviliklere bağışlayarak. Mazlumların ve kaybedenlerin yüzümüzde konaklayan bakışları için. Dilin ve dillerin isyanıyla. İnsanın ve karmaşanın, derin dehlizlerinde kaybolarak... Yeniden öğrenmenin bilgece sabrıyla. Her şeye ve herkese rağmen... Aşk çağırıyor bizi! Aşk çağırıyor! Duymasını ve yaşamasını bilenleri... Aşk...

  
 Namık Kuyumcu