"Dünya
tarihi hiç kuşkusuz şairlerin
en büyüğüdür"
K. Marx
Diyalektik ve Tarihi Materyalizmin
kuramcıları Karl Marx
ve Friedrich Engels’in, bu kuramları bağlamında şiirin işlevi
ve şairin
duruşuna bakış açılarını özgün
kaynaklardan yararlanarak ana hatları itibariyle
ortaya koymak için bu yazıyı kaleme aldım. Geçmiş
dönemlerde, yazımın konusuyla
ilgili olarak, özellikle yabancı
dillerde, pek çok kitap ve makale yayımlandı.
Ülkemizde, Marx-Engels’in salt
şiirle doğrudan ilişkisini ortaya koymaktan çok, George
Thompson’ın
“Marksizm ve Şiir”(Çev. Cevat
Çapan, Adam, 1996 ), Christopher
Caudwell’in Yanılsama ve Gerçeklik(Çev.
Mehmet H. Doğan, Payel, 1974) adlı
kitaplarındaki yorumlar, edebiyat ve şiir çevrelerimizde
etkili oldu ve yazılı,
sözlü olarak tartışıldılar. Adı geçen
kitaplar, Marksçı çözümleme
kanavasında,
şiirin neliği ve toplumsal işlevini açıklığa
kavuşturuyorlardı. Bu kitapların
poetik- kuramsal etkisi çok sayıda alternatif kaynakların
olmaması, şairlerin
dil bilmemeleri nedeniyle belirli şiir mahfillerinde halen de
sürmektedir.
Marx ve Engels’in şiire bakış açılarıysa, Sol
Yayınları tarafından iki cilt
halinde yayımlanan: K.Marx-F.Engels “Yazın ve Sanat
Üzerine I(1995), II(1997)”
ve De Yayınevi tarafından yayımlanan: “Marx-Engels,
Sanat ve Edebiyat(Çev.
Murat Belge, 1971)” kitaplarındaki, Marx ve
Engels’in mektupları, gazete
makalelerinden, yapıtlarından alıntılar içersinde yer
alıyordu. İçerikleri
aşağı yukarı benzeşen bu kitapların dışında, Murat
Belge’nin Marksist
Estetik(Birikim, 1997), Mikhali
Liftshitz’in Marx’ın Sanat
Felsefesi(Ararat,1968), İsmail Tunalı’nın Marksist
Estetik(Kaynak Yay.), Georg
Lukács’ın Estetik I,II,III(Çev.Ahmet
Cemal, Payel, 1981) adlı kitaplarında
da Marx-Engels’in edebiyat ve
şiire
yaklaşımlarına dair bilgiler ve genel yorumlar vardı. Bu yazıyı
hazırlarken,
Marcel Ollivier’nin “Marx et Engels
Poètes(Marx ve Engels Şiirler)” adlı
yapıtıyla, yukarıda sıraladığım Türkçe kaynaklardan
yararlandım. Yazımdaki
özgün alıntıların tümü, Marx ve
Engels’in birlikte ve ayrı ayrı şiire yaklaşım
biçimlerini, şiir anlayışlarını( poetika dışı
anlamda ), şiirden
yararlanmalarını, kuramları bağlamında edebi-estetik şiir
çözümlemelerini orta
uzunlukta bir yazı çerçevesinde
açıklığa kavuşturmak ve derli toplu anlatmak
amacına yönelik olarak kaynak gösterilerek
düzenlenmiş; yorumlarla içiçe
aşağıda sıralanmıştır.
Karl Marx,
üniversite günlerinde (1835-1841), hukuk ve felsefe
dersleri dışında, edebiyat
tarihi ve klasik Alman estetikçilerine değin dersleri,
Schlegel’in verdiği eski
edebiyat derslerini de izlemiştir. Marx’ın, bu
dönemde, başarılı sayılamayacak
bazı şiir yazma çabalarına giriştiği de bilinmektedir.
Bonn’dan babasına
gönderdiği felsefi içerikli bir şiiri (1835),
nişanlısına adadığı şiir
defterleri, bunlar dışında ayrıca yazdığı kırk kadar şiiri dikkate
değerdir (Marcel
Ollivier: Marx et Engels Poetes, Paris, Edition Bergis ).
Marx, kendisinin
de itiraf ettiği gibi, şiir yazma isteğini bastırmak için
kararlı bir çaba
harcamış; ancak, uzun yıllar bu isteği içinden atamamıştır.
Bu bağlamda,
şiirlerinden ikisini, 1841 yılı gibi geç bir tarihte
“Athenaum” da yayımladığı
kayıtlarda yer almaktadır. Şiir yazma isteğiyle, yaşamın sorunlarına
bilim
alanında bir yanıt bulmanın katı gerekliliği arasındaki
çatışma Marx’ın bir
düşünür olarak gelişmesinde ilk buhranı
yaratmıştır. Marx, bu içsel entelektüel
çatışma sonrasında şiir yazmayı bırakarak alay ettiği ve
kıyasıya eleştirdiği
Hegel felsefesine dönmüştür.
Marx’ın şiir yazdığı dönemdeki romantizmi, Alman
filozofu Fichte’ye yakın bir romantizmdi. Hegel’e
karşı tutumu da ısrarlı
biçimde olumsuzdu. Bu dönemde modern
çağa saldırılarıyla durmadan ileri giden
ve yoluna çıkan engelleri yenen “insanın
onuruna” şiirsel seslenmeleri
birbirini izliyordu. Şair Marx, düş gören coşkun bir
kişi (Sehnsucht şiiri),
bir put kırıcısı(Des Werzweiflenden Gebet şiiri)ve
genellikle ebedi
güçlere karşı savaşma kararında bir adam olarak
görünmektedir. Marx, kendi
şiirini, Fichte’nin görüşüne uygun
olarak “idealist” olarak nitelendiriyordu.
Romantik döneminde ona göre bütün
bayağılıkların, acıların, bayatlıkların
sağaltımı şiirdir. Bir yerlerde, herkesin mutlu olduğu, hayat ve
neşenin aynı
olduğu bir ülke vardır: “ Gene de boş bir
hayaldir yalnızca / Kucakladığı
ılık yüreğin / Toz topraklı dünyadan
çıkınca / Uçar içinde göksel
bölgelerin” diyordu
bir şiirinde.
Marx’ın
son şiirlerinde artık yaşamla uzlaştığı
görülmektedir. Şöyle yazıyordu
babasına:
“Yalnız
bu son şiirlerimde birdenbire, sanki büyülü
bir
değnekle dokunulmuş gibi, gerçek şiir dünyası
önümde uzak bir peri sarayı gibi
açılıverdi (ezici bir yaşantıydı bu bir kere) ve sonra
yarattığım her şey hiç
olup gitti.” Marx’ın
bundan sonra şiiri
bırakarak Hegel’e
dönüşü, Goethe ve
genç Shelling’in de yaptığı gibi,
“olan” ile “olması gereken”i,
yani şiir ile
düzyazıyı birleştirme çabasının bir sonucu olarak
ortaya çıkmıştır. Karl Marx,
romantik döneminden sonra kapitalizmi eleştirirken kuramını
geliştirdikçe, iyi
bir şiir okuru olarak şiiri pratikte yazılarında etkin
biçimde kullanmıştır.
Şiir, onun için artık kapitalizmin eleştirisinde,
proletaryanın savaşımında
edebi-estetik bir araçtır. Kapitalizmin sanat ve şiirle
ilişkisini, kapitalist
piyasada şairin, yazarın konumunu kuramsal olarak şu şekilde ortaya
koyar:
“Sanat
ve şiirle kapitalist üretim biçimi ilişkisi
bakımından tinsel üretim ile maddi üretim arasındaki
bağlantıyı incelemek için,
her şeyden çok, maddi üretimin kendisini bir
kategori olarak değil de belirli
tarihsel biçimi bakımından kavramak zorunludur.
Böylece, örneğin, farklı tinsel
üretim biçimleri, kapitalist üretim
tarzına ve ortaçağın üretim tarzına uyar.
Maddi üretimin kendisi, kendi özgül tarihsel
biçimiyle anlaşılmazsa, tinsel
üretimde ona neyin uyduğunu ve birinin
öbürüne karşılıklı etkisini anlamak
olanaksızdır. Böyle davranılmazsa, boş sözlerden
öte gidilemez. Çünkü
“uygarlık”tan söz edilmektedir. Kapitalist
üretim belirli tinsel üretim
dallarına, örneğin sanata ve şiire düşmandır.
Bu gözönünde tutulmazsa,
Lessing’in çok güzel taşladığı
onsekizinci yüzyıl Fransızının yanılsamasına yol
açar. Mekanikte vb. eskilerden çok ileri
olduğumuza göre neden biz de bir
destan yaratamayalım? Ve İlyada’nın yerine
Henriade!” (Karl Marx, Theories
of Surplus Values, Part I, Moscow, 1975 s. 284-85.).
Bir
yazar düşünceler ürettiği sürece
değil, ancak yapıtlarını yayınlayan yayıncıyı
zenginleştirdiği sürece ya da bir kapitalist için
ücretli emekçi ise, üretken
bir emekçidir. Örneğin: “Yitik
Cennet (Paradise Lost)”adlı
yapıtını beş İngiliz Lirasına yazan Milton, üretken olmayan
bir emekçiydi; öte
yandan yayıncısı için fabrikasyon boş sözler
üreten bir yazar üretken bir
emekçidir. Milton, bir ipekböceğinin ipek
ürettiği aynı nedenle Yitik Cennet’i
üretti.Daha sonra ürününü
beş İngiliz Lirasına sattı. Ama yayıncısının
yönetiminde kitaplar dizen
Leipzig’li
yazınsal proleter, üretken bir emekçidir;
çünkü ürünü
daha başlangıçta
sermayenin buyruğundadır ve o yalnız sermayeyi artırmak amacıyla doğar.
Şarkısını kendi hesabına satan bir şarkıcı, üretken olmayan
bir emekçidir. Ama
bir işadamının, şarkı söylemek ya da kendisine para
kazandırmak amacıyla
görevlendirdiği aynı şarkıcı üretken bir
emekçidir; çünkü sermaye
üretir. (Marx,
a.g.e, s.401.). Yazar, kuşkusuz, yaşayabilmek ve yazabilmek
için
kazanmalıdır, ama asla kazanmak için yaşamamalı ve
yazmamalıdır. Béranger’nin
dizeleri : “Yalnız şarkılar bestelemek
için yaşıyorum / Beni işimden
ederseniz, bayım, / yaşamak için şarkılar
besteleyeceğim” derken, bu
gözdağında şu alaylı kabul vardır: Şair, şiir kendisi
için bir araç olunca
kendi özel alanından vazgeçer. Yazar işine
asla bir araç gözüyle bakmaz.
Yazarın işi bir kendinde amaçtır; yazarın kendisi ve
başkaları için öylesine
önemsiz bir araçtır ki, gerekirse, yazar onun
varlığı uğruna kendi varlığını
kurban eder. Yazar, başka bir biçimde, insanın kendisini ve
insani
gereksinmelerini ve tutkularını da içermek üzere “insana
boyun eğmektense
tanrıya boyun eğ!”ilkesini benimseyen vaiz gibidir.
Marx’ın
şiir yazan özne olarak şairi, genelde yazarı, kapitalist
dizgenin içine oturtma
biçimi, ekonomi politik açıdan
emekçi-kapitalist ilişkisi,
sömürü, artık-değer
ve sermaye birikimi çerçevesinde
çözümlenmektedir. Bu
çözümlemeye göre
ülkemizde kültürün ve
kültür üretiminin bir
türlü saf(pure) kapitalist aşamaya
ulaştırılamaması, yazarın, şairin konumunun, üretiminin bir de
post-modern
etkilerle ucube haline getirilmiş olması bu kuramsal
çözümleme doğrultusunda
düşünülmelidir. Marx,
Ekonomi
Politiğin Eleştirisine Katkı adlı yapıtında bir dipnotun
devamında
(s.201-202), meta olarak ürün ile meta olarak para
arasındaki ilişkiye
değindiği yerde, Rus şairi Puşkin’in şiiriyle ilgili olarak
şunları yazar:
Puşkin’in şiirinde, kahramanın babası, metanın para olduğunu
bir türlü
anlayamaz. Ama paranın meta olduğunu anlar. Ruslar yalnızca,
1838’den 1842’ye
kadar İngiltere’nin buğday dışalımını değil,
bütün ticaret tarihinin de
tanıtladığı gibi, çok eskiden beri anlamışlardır. Marx,
Puşkin’in Yevgeni
Onegin adlı yapıtından: “Adam
Smith’i okuyup / Derin iktisatçı olmuştu /
Devletin nasıl zenginleşeceğine/ Ve elinde ham ürün /
Olduğu sürece / Doğa
ürünüyse zenginliği / Bilir mi altının
önemini? / Anlayamadı baba oğlunu/Rehin
etti her karış toprağını” dizelerini adı
geçen yapıtına alıntılamış ve bu
dizeleri burjuva ekonomi politiğin fikirlerinin köle emeğine
dayalı bir
toplumda uygulanamayacağını kanıtlamak için kullanmıştır.
Filozoflar
ve ekonomistler kadar şairleri de bilen ve anlayan Marx’ın
iki ünlü İngiliz
şairle ilgili görüşü de şöyledir:
“ Byron ve Shelley arasındaki asıl fark
şundan ibarettir,onları seven ve anlayanlar, Byron’ın 36
yaşındayken ölmesini
bir şans kabul ederler, çünkü eğer daha
uzun süre yaşasaydı tutucu bir burjuva
olurdu; bunun tersine, Shelley’in daha 29 yaşında
ölmesine üzülürler,
çünkü o
tepeden tırnağa devrimciydi ve sosyalizmin öncüleri
yanında dimdik yerini
almayı sürdürecekti.”(Edward
Aveling ve Elenor Marx Aveling, “Shelley as
Socialist” Die Neue Zeit, VI, jg., 1888,s.541.)
Marx’ın,
bilimde ve mimesis(öykünme) sanatlarında olduğu gibi
şiirde de çok incelmiş bir
zevki vardı. Yunan şairleri, Shakespeare ve Goethe’nin
yanısıra, Chamisso ve
Rückert de tercih ettiği şairler arasındaydı.
Chamisso’nun dokunaklı şiiri “Dilenci
ve Köpek” ten alıntılar yapardı.
Rückert’in yazım tarzına ve özellikle
Harriri’nin Maqamas’ını
çevirirken gösterdiği ustalığa hayrandı.
Shakespeare, Marx’ın evinde İncil konumundaydı. Elinden ve
dilinden düşmezdi.
Puşkin, Gogol ve Şçedrin’i yeğler ve bu yazarları
Rusça aslından okurdu. Elli
yaşında kendi kendine Rusça öğrenmişti.
“Şair Lermontov’un betimlemeleri kadar
iyisi zor çıkar, onu aşacak kadar iyisi de ender
bulunur” görüşündeydi.
Heinrich Heine ve Goethe’yi ezbere bilir; konuşurken onlardan
da alıntılar
yapardı. Tüm avrupa dillerindeki şairlerin özenli bir
okuruydu. Aeschylus’u
Yunanca aslından okurdu. Onu ve Shakespeare’i insanlığın
yetiştirdiği en büyük
drama dehaları olarak nitelendirirdi. Shakespeare’e sınırsız
bir saygısı
vardı.Onun yapıtları konusunda ayrıntılı bir çalışma
yapmıştı ve en önemsiz
karakterlerini bile bilirdi. İngilizce bilgisini kusursuzlaştırmak
için
Shakespeare’in tüm özgün
anlatımlarını taramış ve sınıflandırmıştır. Aynı şeyi,
büyük değer verdiği William Cobett’in
polemiksel yapıtlarının bir kısmı için de
yapmıştı. Dante ve Robert Burns’de en sevdiği şairler
arasında yer alırdı.
Kızları İskoç şairi Burns’ün baladları ve
hicivlerini ezbere söylerken onları
büyük bir zevkle dinlerdi. İlk kapitalist ulusun
İtalya olduğunu, feodal
ortaçağın sonuna ve modern kapitalist çağın
başlangıcına dev bir kişinin
damgasını vurduğunu, İtalya’nın, hem ortaçağın son
şairi hem de modern çağın
ilk şairi olan bir İtalyanı, Dante’yi ortaya
çıkardığını, İtalya’nın, 1300’de
olduğu gibi bugün de yeni proleter çağın doğuş
anına damgasını vuracak yeni bir
Dante’yi insanlığa verip veremeyeceğini sormuştur (
Marx and Engels,
Selected Works, vol.I, 1973, p.107).
Marx’ın,
İlahi Komedya’nın yazarı Dante’ye bu yaklaşımı,
şairi toplumun maddi
koşullarının, üretim ilişkilerinin yarattığını
düşünmesi bakımından önemlidir.
Alman şairi
Heinrich Heine, sosyalizmi
öğütleyen
birkaç parçanın da bulunduğu siyasi bir şiir
kitabı yayımladı. Heine, Silezyalı
Dokumacıların Şarkısı’nın şairidir. Şiirin bir
dörtlüğü şöyledir: Gözler
kupkuru, yaş yok gözlerde bir damla. / Otururlar tezgahları
başına, diş
bilerler. / Dokuruz kefenini senin, hey Almanya, Almanya, / Dokuruz
sana bir
yuf, bir yuf daha, bir yuf daha, / Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha
dokuruz,
dokuruz ha! Bu şiir beşer dizeli dört kıtadan
oluşmaktadır. Kanbanyosu(
Das Blutgericht) 1844 Dokumacılar ayaklanmasının arifesinde
Silezya dokuma
işçileri arasında çok yaygındı. Marx, “Prusya
Kralı ve Bir Prusyalının
Toplumsal Reformları Makalesi Üzerine Eleştirel Kenar Notları
( Critical
Marginal Notes on the article “The King of Prussia and Social
Reform by a
Prussian)” adlı yazısında: “Her şeyden
önce dokumacıların
türküsünü
anımsayın, oradaki o cesur savaşıma çağrı içinde
aile ocağının, fabrika ya da
bölgenin adı bile geçmez, ama proletarya
çarpıcı, keskin, sınırsız ve
güçlü bir
tavırla özel mülkiyetçi topluma karşı
çıkışını ilan eder” yorumunu yapar.
Marx’ın bu yaklaşımı da, şiirin devrimci, siyasi işlevini
göstermesi bakımından
önemlidir. Marx, şiirden, uyarıcı, devrimi kışkırtıcı bir
araç olmasını
beklemektedir. Aslında Marksçı gözle
bakılmadığında, Heine’nin şiirleri, salt
şiir olarak, örneğin Schiller’in şiirleriyle
kıyaslandığında çok da iyi şiirler
değildir.
Marx,
Joseph Weydemeyer’e 16 Ocak 1852 tarihli mektubunda, başka
bir şair,
Freiligrath için de şu görüşlerini ileriye
sürmektedir: “Freiligrath’a
dostça
bir mektup yaz. Bol bol iltifat etmekten çekinme, tüm
şairler, en iyileri
bile az ya da çok dalkavukturlar. Şarkı
söyletmek için onları kandırmak
gerekir. Freiligrath, gerçek devrimci ve
tümüyle dürüst bir insandır, bu
çok az kişi için söylenebilir. Gene
de ne tür adam olursa olsun, şaire övgü
ve hayranlık gerekir. Sanırım türün kendisi bunu
gerekli kılıyor. Sana bütün
bunları aslında, Freigrath’la mektuplaşırken
“şair” ve “eleştirmen”
arasındaki
farkı unutmayasın diye anlatıyorum. Marx, Engels’e
yazdığı 22 Ağustos 1870
tarihli mektubunda da Freiligrath’ın “Hurra!
Germania!” başlıklı
şiirinin bıktıracak kadar uzun olduğunu söyleyerek, bu şiirde
ne “tanrı” eksik
ne de “Galyalı” der ve Shakespeare’in
Kral Henry IV adlı yapıtından: “Kedi
yavrusu olup miyavlarım / Böyle bir şair ucubesi
olmaktansa.” alıntısını
yapar. Bu alıntı, Marx’ın vasat bir şairle onun şiirini
değerlendirmesi
bakımından ilginçtir. Şair Becker’in filozof
Leibnitz üzerine iki kısa şiiriyle
ilgili olarak da “Bana
Ne(Alles
Wurst) adlı şiirin beni çok etkiledi”
değerlendirmesini yapar(Marx’tan
Johann Philipp
Becker’e 9 Nisan 1860
tarihli mektup.). Marx, has şiirin yanındadır!
Marx’a
göre
latin şair Lucretius Carus gerçek Romalı destan şairidir;
çünkü, Romalı tinin
tözünü söyler;
Homeros’un, şen, güçlü,
bütünsel karakterleri yerine,
Lucretius’ta başka hiçbir niteliği olmayan sert,
sarsılmaz kahramanlar buluruz;
herkesin herkese karşı(omnium contra omnes)savaşını,
kendisi için
varolmanın katı biçimini, tanrısız bir doğa ve
dünyadan uzak bir tanrı buluruz
onda ( Karl Marx, Epikür’ün
Felsefesi Üzerine Defterler / Notebooks on
Epicurian Philosophy). Doğanın ilkbaharda kendisini
açıkça sergilemesi,
sanki egemenliğinin bilincindeymiş gibi bütün
çekiciliğini göstermesi, oysa,
kışın utancını ve çıplaklığını kar ve buzla örtmesi
gibi, dünyanın taze ve zeki
şiir ustası Lucretius da, değersiz ben’ini(ego)
töreselliğin kar ve buzu ile
örten Plutharkos’tan ayrılır (Karl Marx,
a.g.e). Bu şiir
değerlendirmeleri de ustaca ve şiirsel ifadelerle yapılmıştır.
Yukarıdaki alıntılardan da
anlaşıldığı üzere
Marx’ın şiire bakış açısı daha çok bir
bilim adamının bakış açısına yakındır.
Zaman zaman soğuk, katı ve işlevsel... Kapitalist dizgeyi eleştirmeyen,
devrimci olmayan, proletaryanın güncel maddi koşullarını,
yoksulluğunu dile
getirmeyen, gelecekteki sosyalist dünyayı muştulamayan şiir,
Marx’ın beğenisini
kazanamamaktadır. Bu yaklaşım, şiirin öncelikle salt şiir
olarak düşünülmesi ve
kendisi olarak değerlendirilmesinin dışında yorumlanması ve toplumsal
işlevi
olan bir yazınsal tür/araç olarak
kabulüdür. Marx’ın kuramı
çerçevesinde şiire
yönelik bu bakış açısı tartışılabilir olmakla
birlikte doğal karşılanmalıdır.
Böyle bir şiir anlayışı ve yazımı da olanaklıdır ve iyi
örnekleri vardır. Marx,
insanlığın dahi şairlerinin yapıtlarını beğenmektedir, onun bu
yaklaşımı,
söylediğim gibi has şiirin yanında olduğunun kanıtıdır.
Örneklere bakıldığında
Marx açısından da asıl sorun; ikinci sınıf şairler ve
bunların kötü
şiirleridir. Proletaryayı ateşeleyecek, devrimci,
gerçekçi ama kesinlikle “şiir
olan şiirlerden” hoşlanmaktadır Marx.
Friedrich
Engels’in şiir üzerine düşünceleri
de hiç kuşkusuz, Marx’dan farklı değildir.
Materyalist tarih kuramı bağlamında şiirin siyasi, toplumsal
dönüşümü
hazırlayıcı ve kışkırtıcı işlevi onun şiir değerlendirmelerinde de her
zaman ön
plandadır. Engels devrim şiirleri konusunda şu değerlendirmeleri
yapmıştır :
“Genelde eski devrimlerin şiirlerinin-
Marseillaise’i hep dışında tutuyorum-
sonraki zamanlarda ancak, küçük bir
devrimci etkisi olacaktır, çünkü kitleleri
etkileyebilmek için, çağlarının yaygın
önyargılarını da yansıtmak
zorundadırlar- işte tüm o dinsel saçmalıklar bu
nedenle çartistlerde bile var. Britanya’nın
oğulları, tutsaksanız da bugün / Yaratıcınız tanrı sizi
özgür yarattı; /
Hepinize yaşam ve özgürlük verdi / Ama asla,
asla köle etmedi. “Tanrımız Sağlam
Bir Kale”(Eine Feste Burg ist unser Gott) köylü
savaşının Marseillaise’idir.
Söz ve ezgi o kadar başarılıdır ki, bugün bile
birbirinden ayrılamaz,
ayrılmamalı”(Engels’ten Hermann
Schlüter’e 15 mayıs 1885 tarihli mektup.).
Engels, “Bray Papazı” adlı
yazısında da, 160 yıllık Bray Papazı adlı
türkünün de tek politik halk
türküsü
olduğunu [unutulmamasını] (A.Ş. vurgu
benim.) büyük ölçüde
nefis ezgisine
borçlu olduğunu vurgulamıştır.
Görüldüğü
gibi Engels değerlendirmesinde, şiirin salt siyasi boyutuna değil, aynı
zamanda, sözleri ve müzikal değerine, ezgisinin
güzelliğine de dikkat
çekmektedir. Bu bakımdan şiire yaklaşımı Marx’la
koşuttur.“Tuna İçin Savaş”
yazısında da Şair
Derjavin’in “Varşova’nın
İşgali Üzerine” başlıklı
şiirinde bugün bile çarlık politikasının
öfkeli cesaretini ve özgüvenini
yansıtan iki dize yarattığı görüşündedir: Ey
Rus senin için müttefik nedir
ki / İlerle ve tüm evren senindir! (F. Engels, The War on the
Danube, New York
Daily Tribune, 25 Temmuz 1854 ).
Engels,
Alman Şaiiri Georg Weerth’in “Çırakların
Şarkısı” (1846)adlı şiirini
över ve onu alman proletaryasının ilk ve en önemli
şairi olarak nitelendirir.
Yedi dörtlükten oluşan bu şiirin iki
dörtlüğü şöyledir: Söyledi
bizim hancı
/ “Ceketin eprimiş eski” / “Bana bak,
bitli hancı, / Bu seni ilgilendirmez ki.”
/ Fıçının tıkacı öttü / Bizim
içkiler geldi / Ağzımızdaki tadı / Tıpkı sidik
gibiydi.” Engels’e göre
Weerth’in sosyalist ve
siyasal şiirleri,
özgünlük ve zeka açısından,
özellikle de hareketli duygusallığı açısından
Freiligrath’ınkilerden çok
üstündür. Ona göre, Weerth,
şiirleirinde sık sık
Heine’nin biçemini kullanmış ama içini
çok daha özgün, bağımsız metinlerle
doldurmuştur. Ayrıca çoğu şairden bir farkı da şiirlerini
yazdıktan sonra bir
daha onlarla hiç ilgilenmemesidir. “Weerth Marx ya
da bana bir kopya
gönderdikten sonra şiiri unutur giderdi, onu, şiirlerini
bastırmaya ikna etmek
de çoğunlukla zor olurdu. Weerth’in usta olduğu,
Heine’yi aştığı, ve Almanca’da
yalnızca Goethe’nin gerisinde kaldığı nokta, doğal ve sağlam
tenselliği ve
fiziksel arzuyu dışa vurumudur. İki yüzlü
küçük burjuva ahlakçılığı her
durumda
gizli fuhuşu örtmeye yarar. Freiligrath’ın
şiirlerini okuyan bir kimse
insanların hiç cinsel organlarının olmadığını
düşünebilir. Ama aslında hiç
kimse açık saçık bir fıkradan şiirlerinde yunmuş
arınmış olan Freiligrath kadar
zevk alamazdı”(Engels, George Weerth’in
Çırakların Şarkısı /Song of the
Apprentices by Georg Weerth yazısından). Bu alıntılardaki
şiir ve şairlerin
değerlendirmesi de Engels tarafından tek boyutlu siyasi bakış
açısıyla değil,
çok yönlü olarak şiirlerin niteliğini de
kapsayacak biçimde yapılmıştır.
Engels,
“İngiltere’de Emekçi Sınıfların
Durumu” adlı yapıtında (s.253-255),
fabrika dizgesi(system) hakkında işçilerin duygularını
seslendiren bir şiirden
birkaç kıta alıntılamıştır. Birmingham’dan Edward
P. Mead’in yazdığı bu
şiir, Engels’e göre işçiler arasında
yaygın olan görüşün doğru bir anlatımını
içermektedir. Şiirin ikinci
dörtlüğü şöyledir: Bir
kolu vardır, demir bir
kolu / Gerçi tek koldur önü sonu; / Ama o
kudretli koldadır büyü, / Milyonları
ser sefil yapan. Buradaki şiir değerlendirmesi
bütünüyle işlevseldir;
şiirin siyasi, toplumsal, eleştirel araç olma
özelliği gözönünde bulundurularak
yapılmıştır. Şair Annette Elizabeth von Droste
Hülshoff’un şiir kitabı Gedishte(Şiirler)
1838’de adının baş harfleri olan D.H. ile yayınlandığında, Engels, 1840 Mayısında
Münster’deyken, Levin Schücking ona bu
yapıtın bir örneğini sunmuştur. Bu konuyla ilgili olarak
şunları yazıyor
Engels: “ Schücking
dikkatimi o
hanımefendinin şiirlerine çekme inceliğini gösterdi
ve ben Alman kamuoyunun bu
şiirler konusunda uğradığı kınamanın
bir parçasını
üstüme almadan bu fırsatın kaçmasına izin
veremezdim. Bu
şiirler, dolayısıyla bir kez daha doğrulandı ki, çok
övülmüş Alman
kusursuzluğu, şiir değerlendirmeyi pek kaygısızca ele alıyor; insanlar
kitaba göz gezdiriyor, uyaklar düzgün
mü, dizeler akıcı mı, içeriğin
anlaşılması kolay ve zenginliği çarpıcı mı ya da
hiç değilse göz kamaştırıcı
mı, imgeler ve yargı tam mı diye bakıyorlar. Ama
ancak, Shelley’in
başarabileceği ve Byron’ınki gibi bir imge
gücünün erişebileceği bir duygu
içtenliği, doğa betimlemelerinde sevecenlik ve
özgünlük gösteren bu gibi
şiirler- örtülüdür; doğru, biraz
katı biçimlidir ve taşralılıktan
büsbütün
kurtulmamış bir dille yazılmışlardır- böyle şiirler iz
bırakmadan yiter gider.
Ama bu şiirleri alışılmıştan daha yavaş okumaya hazırlanmış biri- ve
şiir
kitapları buna karşın öğle dinlencelerinde ele
alınır-şiirlerin güzelliğinin
kendisini uykuya dalmaktan alıkoyduğunu çok iyi
anlayabilirdi. Üstelik şair
hanım ateşli bir katolik. Bir protestan böyle birini nasıl
ilginç bulabilir(F.Engels,
Landscapes). Engels’in şiire değin
bu değerlendirmeleri ustacadır.
Çünkü, şiirin niteliği/niteliksizliği
toplumsal bir olguyla(Alman kusursuzluğu-A.Ş.) beraber alaysı / satirik
biçemle
özlü olarak eleştirilmektedir. Friedrich Engels;
İngiltere’deki saygın ikinci
sınıf bir yığın şair ve hemen hemen bütün Fransız
yazınını oluşturan parlak
bayağılığın, Almanya’da neredeyse hiç olmadığını
vurgulayarak şunu yazar: “Bizim
ikinci sınıf şairlerimiz bir kuşak sonra neredeyse
güçlükle okunabilir. Aynı
şey felsefe için de doğrudur.”
Marx ve Engels’ten yaptığım
alıntılarda daha çok
onların şiire değin içeriksel değerlendirmeleri
üzerinde durmak istedim. Marx
ve Engels, şiirleri, içerikleri ve kurgusu, edebi-estetik
yönleri açısından
nasıl değerlendiriyorlardı? Örneğin: Engels’in
İrlanda şiirine ilişkin
yazdıkları bu bakımdan önemlidir: “Bütün
İrlanda şiirleri dörtlüklerle
yazılmıştır. Bundan ötürü, pek
çoğunun, özellikle de eski olanların temelinde
hep dörtlü bir ritm vardır, ama bazan biraz gizli
olabilir ve onu sık sık
harpla eklenen bir nakarat ezgisi veya bitim izler. Bu eski
türkülerin kimileri
şimdi bile, İrlanda’nın pek çok yerinde, İrlanda
dilini yalnız yaşlı insanlar
anlar ya da hiç kimse anlamazken, yalnız İrlandalı adları ya da ilk
sözcükleriyle tanınır. Ama daha
çoğunun, daha yeni olanlarının adları ya da metinleri
ingilizcedir. Bu
türkülerin çoğunda başat olan melankoli,
bugün de ulusal eğilimin dışa
vurumudur”(Friedrich Engels, “Notes for the Preface
to a Collection of Irish
Songs”). Bu edebi değerlendirme de, bana
göre, diyalektik ve tarihi maddeci
kuramın her şeye siyasal açıdan baktığı savını
geçersiz kılmaktadır. Çünkü bu
değerlendirmelerde bilgiyle yapılmış edebi
çözümlemelerin ağırlığı da
bulunmaktadır.
Engels’in
aynı biçimde mevcut eski Provans şiirleri hakkındaki
görüşleri de şöyledir:
“Provans şiirleri yaklaşık 1100’lerden kalmadır,
ama hiç kuşkusuz daha erken
denemeler de vardır. Sayıları durmadan artan belgelerle Paulin Paris
gösterdi
ki, Fauriel’in söylediklerinin tersine, destan şiir
önce Kuzey Fransa’da doğdu
ve oradan Güney Fransa’ya yayıldı. Taillefer,
“Chanson de Roland”ı
Hastings’in yakınında söyledi; bunun elde kalan,
belki biraz genişletilmiş
metninin ilk Haçlı Seferinden önce varolduğu
saptandı. Fransa’nın birliği,
Charlemagne’ın kişiliğinde temsil edilen imgesel ideal bir
federal monarşi
olarak bu chanson’da kutlanır; oysa
monarşinin gerçek yeniden dirilme
zamanındaki Charlemagne hanedanıyla ilgili söylencelerin
şairleri, yerel
kahramanları ve özellikle “Fils
Aymon”da, merkezi gücü, feodal
monarşiyi
kutlar”(Friedrich Engels, Fransa ve Almanya Tarihi
Üzerine Malzeme /
Material on the History of France and Germany). “Ortaçağ’da
Güney Fransa,
çoğunlukla Provanslar olarak anılırdı ve yalnızca kendi
“çok gelişmiş” değildi,
Avrupa’nın gelişmesine de önderlik etti. Provanslar
yazınsal bir dilleri olan
modern ulusların ilkiydi. Provansların şiirini bütün
latin halklar ve Almanlar
ve İngilizler bile, o çağın eşsiz bir örneği
sayarlardı. Provanslar... sanayi
ve tticarette İtalyanlara eşittiler. ... ortaçağın en
karanlık döneminde eski
Yunan kültüründen bir parıltı
yarattılar.” (Karl Marx and Friedrich Engels,
“ Frankfurt Meclisi Polonya Sorununu Tartışıyor / The
Frankfurt Assembly
Debates the Polish Question”).
Engels’in
Ortaçağda aşk ve şiir ilişkisine değin yaptığı aşağıdaki
toplumbilimsel
değerlendirme de batıda aşk şiiri türünün
toplumsal, tarihsel temellerinin
ortaya konması bakımından dikkate değerdir:
“Ortaçağların şövalyece aşkı,
hiçbir biçimde evlilik-içi aşk
değildi. Tersine, klasik biçimiyle, Provanslar
arasında şairlerin övgüler
düzdüğü bu aşk, yelkenleri fora edilmiş
olarak
zinaya doğru yol alır. Provans aşk şiirinin
çiçeği albalardır(aubade)’lar.-
Almancada Tagelied’ler. Bu şiirler, şövalye,
kimselere görünmeden sıvışabilsin
diye, tanyeri ağarmaya başlar başlamaz onu çağıracak olan
gözcü dışarda bekçilik
ederken, onun sevgilisiyle- başka birinin karısı- nasıl yattığını
övücü
sözlerle anlatır. Ayrılık sahnesi şiirin doruğunu oluşturur.
Kuzeyli Fransızlar
ve saygıdeğer Almanlar da, benzer biçimde, şiirin bu
türünü, ona karşılık gelen
şövalyece aşkın tavırları ile birlikte benimsediler”(F.Engels,
Ailenin, Özel
Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s.74-75.).