* Marx - Engels ve Şiir

 
                                                         "Dünya tarihi hiç kuşkusuz şairlerin en büyüğüdür"
                                                                                                     K. Marx
                                                        

           
        Diyalektik ve Tarihi Materyalizmin kuramcıları Karl Marx ve Friedrich Engels’in, bu kuramları bağlamında şiirin işlevi ve şairin duruşuna bakış açılarını özgün kaynaklardan yararlanarak ana hatları itibariyle ortaya koymak için bu yazıyı kaleme aldım. Geçmiş dönemlerde, yazımın  konusuyla ilgili olarak, özellikle yabancı dillerde, pek çok kitap ve makale yayımlandı. Ülkemizde, Marx-Engels’in salt şiirle doğrudan ilişkisini ortaya koymaktan çok, George Thompson’ın “Marksizm ve Şiir”(Çev. Cevat Çapan, Adam, 1996 ), Christopher Caudwell’in Yanılsama ve Gerçeklik(Çev. Mehmet H. Doğan, Payel, 1974) adlı kitaplarındaki yorumlar, edebiyat ve şiir çevrelerimizde etkili oldu ve yazılı, sözlü olarak tartışıldılar. Adı geçen kitaplar, Marksçı çözümleme kanavasında, şiirin neliği ve toplumsal işlevini açıklığa kavuşturuyorlardı. Bu kitapların poetik- kuramsal etkisi  çok sayıda alternatif kaynakların olmaması, şairlerin dil bilmemeleri nedeniyle  belirli şiir mahfillerinde halen de sürmektedir. Marx ve Engels’in şiire bakış açılarıysa, Sol Yayınları tarafından iki cilt halinde yayımlanan: K.Marx-F.Engels “Yazın ve Sanat Üzerine I(1995), II(1997)” ve De Yayınevi tarafından yayımlanan: “Marx-Engels, Sanat ve Edebiyat(Çev. Murat Belge, 1971)” kitaplarındaki, Marx ve Engels’in mektupları, gazete makalelerinden, yapıtlarından alıntılar içersinde yer alıyordu. İçerikleri aşağı yukarı benzeşen bu kitapların dışında, Murat Belge’nin Marksist Estetik(Birikim, 1997), Mikhali Liftshitz’in Marx’ın Sanat Felsefesi(Ararat,1968), İsmail Tunalı’nın Marksist Estetik(Kaynak Yay.), Georg Lukács’ın Estetik I,II,III(Çev.Ahmet Cemal, Payel, 1981) adlı kitaplarında da Marx-Engels’in edebiyat ve  şiire yaklaşımlarına dair bilgiler ve genel yorumlar vardı. Bu yazıyı hazırlarken, Marcel Ollivier’nin “Marx et Engels Poètes(Marx ve Engels Şiirler)” adlı yapıtıyla, yukarıda sıraladığım Türkçe kaynaklardan yararlandım. Yazımdaki özgün alıntıların tümü, Marx ve Engels’in birlikte ve ayrı ayrı şiire yaklaşım biçimlerini, şiir anlayışlarını( poetika dışı anlamda ), şiirden yararlanmalarını, kuramları bağlamında edebi-estetik şiir çözümlemelerini orta uzunlukta bir yazı çerçevesinde açıklığa kavuşturmak ve derli toplu anlatmak amacına yönelik olarak kaynak gösterilerek düzenlenmiş; yorumlarla içiçe aşağıda sıralanmıştır.     

Karl Marx, üniversite günlerinde (1835-1841), hukuk ve felsefe dersleri dışında, edebiyat tarihi ve klasik Alman estetikçilerine değin dersleri, Schlegel’in verdiği eski edebiyat derslerini de izlemiştir. Marx’ın, bu dönemde, başarılı sayılamayacak bazı şiir yazma çabalarına giriştiği de bilinmektedir. Bonn’dan babasına gönderdiği felsefi içerikli bir şiiri (1835), nişanlısına adadığı şiir defterleri, bunlar dışında ayrıca yazdığı kırk kadar şiiri dikkate değerdir (Marcel Ollivier: Marx et Engels Poetes, Paris, Edition Bergis ). Marx, kendisinin de itiraf ettiği gibi, şiir yazma isteğini bastırmak için kararlı bir çaba harcamış; ancak, uzun yıllar bu isteği içinden atamamıştır. Bu bağlamda, şiirlerinden ikisini, 1841 yılı gibi geç bir tarihte “Athenaum” da yayımladığı kayıtlarda yer almaktadır. Şiir yazma isteğiyle, yaşamın sorunlarına bilim alanında bir yanıt bulmanın katı gerekliliği arasındaki çatışma Marx’ın bir düşünür olarak gelişmesinde ilk buhranı yaratmıştır. Marx, bu içsel entelektüel çatışma sonrasında şiir yazmayı bırakarak alay ettiği ve kıyasıya eleştirdiği Hegel felsefesine dönmüştür. Marx’ın şiir yazdığı dönemdeki romantizmi, Alman filozofu Fichte’ye yakın bir romantizmdi. Hegel’e karşı tutumu da ısrarlı biçimde olumsuzdu. Bu dönemde modern çağa saldırılarıyla durmadan ileri giden ve yoluna çıkan engelleri yenen “insanın onuruna” şiirsel seslenmeleri birbirini izliyordu. Şair Marx, düş gören coşkun bir kişi (Sehnsucht şiiri), bir put kırıcısı(Des Werzweiflenden Gebet şiiri)ve genellikle ebedi güçlere karşı savaşma kararında bir adam olarak görünmektedir. Marx, kendi şiirini, Fichte’nin görüşüne uygun olarak “idealist” olarak nitelendiriyordu. Romantik döneminde ona göre bütün bayağılıkların, acıların, bayatlıkların sağaltımı şiirdir. Bir yerlerde, herkesin mutlu olduğu, hayat ve neşenin aynı olduğu bir ülke vardır: “ Gene de boş bir hayaldir yalnızca / Kucakladığı ılık yüreğin / Toz topraklı dünyadan çıkınca / Uçar içinde göksel bölgelerin” diyordu bir şiirinde.

         Marx’ın son şiirlerinde artık yaşamla uzlaştığı görülmektedir. Şöyle yazıyordu babasına:

“Yalnız bu son şiirlerimde birdenbire, sanki büyülü bir değnekle dokunulmuş gibi, gerçek şiir dünyası önümde uzak bir peri sarayı gibi açılıverdi (ezici bir yaşantıydı bu bir kere) ve sonra yarattığım her şey hiç olup gitti.” Marx’ın bundan sonra şiiri bırakarak  Hegel’e dönüşü, Goethe ve genç Shelling’in de yaptığı gibi, “olan” ile “olması gereken”i, yani şiir ile düzyazıyı birleştirme çabasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Karl Marx, romantik döneminden sonra kapitalizmi eleştirirken kuramını geliştirdikçe, iyi bir şiir okuru olarak şiiri pratikte yazılarında etkin biçimde kullanmıştır. Şiir, onun için artık kapitalizmin eleştirisinde, proletaryanın savaşımında edebi-estetik bir araçtır. Kapitalizmin sanat ve şiirle ilişkisini, kapitalist piyasada şairin, yazarın konumunu kuramsal olarak şu şekilde ortaya koyar:

         “Sanat ve şiirle kapitalist üretim biçimi ilişkisi bakımından tinsel üretim ile maddi üretim arasındaki bağlantıyı incelemek için, her şeyden çok, maddi üretimin kendisini bir kategori olarak değil de belirli tarihsel biçimi bakımından kavramak zorunludur. Böylece, örneğin, farklı tinsel üretim biçimleri, kapitalist üretim tarzına ve ortaçağın üretim tarzına uyar. Maddi üretimin kendisi, kendi özgül tarihsel biçimiyle anlaşılmazsa, tinsel üretimde ona neyin uyduğunu ve birinin öbürüne karşılıklı etkisini anlamak olanaksızdır. Böyle davranılmazsa, boş sözlerden öte gidilemez. Çünkü “uygarlık”tan söz edilmektedir. Kapitalist üretim belirli tinsel üretim dallarına, örneğin sanata ve şiire düşmandır. Bu gözönünde tutulmazsa, Lessing’in çok güzel taşladığı onsekizinci yüzyıl Fransızının yanılsamasına yol açar. Mekanikte vb. eskilerden çok ileri olduğumuza göre neden biz de bir destan yaratamayalım? Ve İlyada’nın yerine Henriade!” (Karl Marx, Theories of Surplus Values, Part I, Moscow, 1975 s. 284-85.).

        

        Bir yazar düşünceler ürettiği sürece değil, ancak yapıtlarını yayınlayan yayıncıyı zenginleştirdiği sürece ya da bir kapitalist için ücretli emekçi ise, üretken bir emekçidir. Örneğin: “Yitik Cennet (Paradise Lost)”adlı yapıtını beş İngiliz Lirasına yazan Milton, üretken olmayan bir emekçiydi; öte yandan yayıncısı için fabrikasyon boş sözler üreten bir yazar üretken bir emekçidir. Milton, bir ipekböceğinin ipek ürettiği aynı nedenle Yitik Cennet’i üretti.Daha sonra ürününü beş İngiliz Lirasına sattı. Ama yayıncısının yönetiminde kitaplar dizen  Leipzig’li yazınsal proleter, üretken bir emekçidir; çünkü ürünü daha başlangıçta sermayenin buyruğundadır ve o yalnız sermayeyi artırmak amacıyla doğar. Şarkısını kendi hesabına satan bir şarkıcı, üretken olmayan bir emekçidir. Ama bir işadamının, şarkı söylemek ya da kendisine para kazandırmak amacıyla görevlendirdiği aynı şarkıcı üretken bir emekçidir; çünkü sermaye üretir. (Marx, a.g.e, s.401.). Yazar, kuşkusuz, yaşayabilmek ve yazabilmek için kazanmalıdır, ama asla kazanmak için yaşamamalı ve yazmamalıdır. Béranger’nin dizeleri : “Yalnız şarkılar bestelemek için yaşıyorum / Beni işimden ederseniz, bayım, / yaşamak için şarkılar besteleyeceğim” derken, bu gözdağında şu alaylı kabul vardır: Şair, şiir kendisi için bir araç olunca kendi özel alanından vazgeçer. Yazar işine asla bir araç gözüyle bakmaz. Yazarın işi bir kendinde amaçtır; yazarın kendisi ve başkaları için öylesine önemsiz bir araçtır ki, gerekirse, yazar onun varlığı uğruna kendi varlığını kurban eder. Yazar, başka bir biçimde, insanın kendisini ve insani gereksinmelerini ve tutkularını da içermek üzere “insana boyun eğmektense tanrıya boyun eğ!”ilkesini benimseyen vaiz gibidir.

         Marx’ın şiir yazan özne olarak şairi, genelde yazarı, kapitalist dizgenin içine oturtma biçimi, ekonomi politik açıdan emekçi-kapitalist ilişkisi, sömürü, artık-değer ve sermaye birikimi çerçevesinde çözümlenmektedir. Bu çözümlemeye göre ülkemizde kültürün ve kültür üretiminin bir türlü saf(pure) kapitalist aşamaya ulaştırılamaması, yazarın, şairin konumunun, üretiminin bir de post-modern etkilerle ucube haline getirilmiş olması bu kuramsal çözümleme doğrultusunda düşünülmelidir. Marx,  Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı adlı yapıtında bir dipnotun devamında (s.201-202), meta olarak ürün ile meta olarak para arasındaki ilişkiye değindiği yerde, Rus şairi Puşkin’in şiiriyle ilgili olarak şunları yazar: Puşkin’in şiirinde, kahramanın babası, metanın para olduğunu bir türlü anlayamaz. Ama paranın meta olduğunu anlar. Ruslar yalnızca, 1838’den 1842’ye kadar İngiltere’nin buğday dışalımını değil, bütün ticaret tarihinin de tanıtladığı gibi, çok eskiden beri anlamışlardır. Marx, Puşkin’in Yevgeni Onegin adlı yapıtından: “Adam Smith’i okuyup / Derin iktisatçı olmuştu / Devletin nasıl zenginleşeceğine/ Ve elinde ham ürün / Olduğu sürece / Doğa ürünüyse zenginliği / Bilir mi altının önemini? / Anlayamadı baba oğlunu/Rehin etti her karış toprağını” dizelerini adı geçen yapıtına alıntılamış ve bu dizeleri burjuva ekonomi politiğin fikirlerinin köle emeğine dayalı bir toplumda uygulanamayacağını kanıtlamak için kullanmıştır.

         Filozoflar ve ekonomistler kadar şairleri de bilen ve anlayan Marx’ın iki ünlü İngiliz şairle ilgili görüşü de şöyledir: “ Byron ve Shelley arasındaki asıl fark şundan ibarettir,onları seven ve anlayanlar, Byron’ın 36 yaşındayken ölmesini bir şans kabul ederler, çünkü eğer daha uzun süre yaşasaydı tutucu bir burjuva olurdu; bunun tersine, Shelley’in daha 29 yaşında ölmesine üzülürler, çünkü o tepeden tırnağa devrimciydi ve sosyalizmin öncüleri yanında dimdik yerini almayı sürdürecekti.”(Edward Aveling ve Elenor Marx Aveling, “Shelley as Socialist” Die Neue Zeit, VI, jg., 1888,s.541.)

         Marx’ın, bilimde ve mimesis(öykünme) sanatlarında olduğu gibi şiirde de çok incelmiş bir zevki vardı. Yunan şairleri, Shakespeare ve Goethe’nin yanısıra, Chamisso ve Rückert de tercih ettiği şairler arasındaydı. Chamisso’nun dokunaklı şiiri “Dilenci ve Köpek” ten alıntılar yapardı. Rückert’in yazım tarzına ve özellikle Harriri’nin Maqamas’ını çevirirken gösterdiği ustalığa hayrandı. Shakespeare, Marx’ın evinde İncil konumundaydı. Elinden ve dilinden düşmezdi. Puşkin, Gogol ve Şçedrin’i yeğler ve bu yazarları Rusça aslından okurdu. Elli yaşında kendi kendine Rusça öğrenmişti. “Şair Lermontov’un betimlemeleri kadar iyisi zor çıkar, onu aşacak kadar iyisi de ender bulunur” görüşündeydi. Heinrich Heine ve Goethe’yi ezbere bilir; konuşurken onlardan da alıntılar yapardı. Tüm avrupa dillerindeki şairlerin özenli bir okuruydu. Aeschylus’u Yunanca aslından okurdu. Onu ve Shakespeare’i insanlığın yetiştirdiği en büyük drama dehaları olarak nitelendirirdi. Shakespeare’e sınırsız bir saygısı vardı.Onun yapıtları konusunda ayrıntılı bir çalışma yapmıştı ve en önemsiz karakterlerini bile bilirdi. İngilizce bilgisini kusursuzlaştırmak için Shakespeare’in tüm özgün anlatımlarını taramış ve sınıflandırmıştır. Aynı şeyi, büyük değer verdiği William Cobett’in polemiksel yapıtlarının bir kısmı için de yapmıştı. Dante ve Robert Burns’de en sevdiği şairler arasında yer alırdı. Kızları İskoç şairi Burns’ün baladları ve hicivlerini ezbere söylerken onları büyük bir zevkle dinlerdi. İlk kapitalist ulusun İtalya olduğunu, feodal ortaçağın sonuna ve modern kapitalist çağın başlangıcına dev bir kişinin damgasını vurduğunu, İtalya’nın, hem ortaçağın son şairi hem de modern çağın ilk şairi olan bir İtalyanı, Dante’yi ortaya çıkardığını, İtalya’nın, 1300’de olduğu gibi bugün de yeni proleter çağın doğuş anına damgasını vuracak yeni bir Dante’yi insanlığa verip veremeyeceğini sormuştur ( Marx and Engels, Selected Works, vol.I, 1973, p.107).

Marx’ın, İlahi Komedya’nın yazarı Dante’ye bu yaklaşımı, şairi toplumun maddi koşullarının, üretim ilişkilerinin yarattığını düşünmesi bakımından önemlidir.

         Alman şairi Heinrich Heine, sosyalizmi öğütleyen birkaç parçanın da bulunduğu siyasi bir şiir kitabı yayımladı. Heine, Silezyalı Dokumacıların Şarkısı’nın şairidir. Şiirin bir dörtlüğü şöyledir: Gözler kupkuru, yaş yok gözlerde bir damla. / Otururlar tezgahları başına, diş bilerler. / Dokuruz kefenini senin, hey Almanya, Almanya, / Dokuruz sana bir yuf, bir yuf daha, bir yuf daha, / Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha! Bu şiir beşer dizeli dört kıtadan oluşmaktadır. Kanbanyosu( Das Blutgericht) 1844 Dokumacılar ayaklanmasının arifesinde Silezya dokuma işçileri arasında çok yaygındı. Marx, “Prusya Kralı ve Bir Prusyalının Toplumsal Reformları Makalesi Üzerine Eleştirel Kenar Notları ( Critical Marginal Notes on the article “The King of Prussia and Social Reform by a Prussian)” adlı yazısında: “Her şeyden önce dokumacıların türküsünü anımsayın, oradaki o cesur savaşıma çağrı içinde aile ocağının, fabrika ya da bölgenin adı bile geçmez, ama proletarya çarpıcı, keskin, sınırsız ve güçlü bir tavırla özel mülkiyetçi topluma karşı çıkışını ilan eder” yorumunu yapar. Marx’ın bu yaklaşımı da, şiirin devrimci, siyasi işlevini göstermesi bakımından önemlidir. Marx, şiirden, uyarıcı, devrimi kışkırtıcı bir araç olmasını beklemektedir. Aslında Marksçı gözle bakılmadığında, Heine’nin şiirleri, salt şiir olarak, örneğin Schiller’in şiirleriyle kıyaslandığında çok da iyi şiirler değildir.

         Marx, Joseph Weydemeyer’e 16 Ocak 1852 tarihli mektubunda, başka bir şair, Freiligrath için de şu görüşlerini ileriye sürmektedir: “Freiligrath’a dostça bir mektup yaz. Bol bol iltifat etmekten çekinme, tüm şairler, en iyileri bile az ya da çok dalkavukturlar. Şarkı söyletmek için onları kandırmak gerekir. Freiligrath, gerçek devrimci ve tümüyle dürüst bir insandır, bu çok az kişi için söylenebilir. Gene de ne tür adam olursa olsun, şaire övgü ve hayranlık gerekir. Sanırım türün kendisi bunu gerekli kılıyor. Sana bütün bunları aslında, Freigrath’la mektuplaşırken “şair” ve “eleştirmen” arasındaki farkı unutmayasın diye anlatıyorum. Marx, Engels’e yazdığı 22 Ağustos 1870 tarihli mektubunda da Freiligrath’ın “Hurra! Germania!” başlıklı şiirinin bıktıracak kadar uzun olduğunu söyleyerek, bu şiirde ne “tanrı” eksik ne de “Galyalı” der ve Shakespeare’in Kral Henry IV adlı yapıtından: “Kedi yavrusu olup miyavlarım / Böyle bir şair ucubesi olmaktansa.” alıntısını yapar. Bu alıntı, Marx’ın vasat bir şairle onun şiirini değerlendirmesi bakımından ilginçtir. Şair Becker’in filozof Leibnitz üzerine iki kısa şiiriyle ilgili olarak da  Bana Ne(Alles Wurst) adlı şiirin beni çok etkiledi” değerlendirmesini yapar(Marx’tan Johann  Philipp Becker’e 9 Nisan 1860 tarihli mektup.). Marx, has şiirin yanındadır!

Marx’a göre latin şair Lucretius Carus gerçek Romalı destan şairidir; çünkü, Romalı tinin tözünü söyler; Homeros’un, şen, güçlü, bütünsel karakterleri yerine, Lucretius’ta başka hiçbir niteliği olmayan sert, sarsılmaz kahramanlar buluruz; herkesin herkese karşı(omnium contra omnes)savaşını, kendisi için varolmanın katı biçimini, tanrısız bir doğa ve dünyadan uzak bir tanrı buluruz onda ( Karl Marx, Epikür’ün Felsefesi Üzerine Defterler / Notebooks on Epicurian Philosophy). Doğanın ilkbaharda kendisini açıkça sergilemesi, sanki egemenliğinin bilincindeymiş gibi bütün çekiciliğini göstermesi, oysa, kışın utancını ve çıplaklığını kar ve buzla örtmesi gibi, dünyanın taze ve zeki şiir ustası Lucretius da, değersiz ben’ini(ego) töreselliğin kar ve buzu ile örten Plutharkos’tan ayrılır (Karl Marx, a.g.e). Bu şiir değerlendirmeleri de ustaca ve şiirsel ifadelerle yapılmıştır.

         Yukarıdaki alıntılardan da anlaşıldığı üzere Marx’ın şiire bakış açısı daha çok bir bilim adamının bakış açısına yakındır. Zaman zaman soğuk, katı ve işlevsel... Kapitalist dizgeyi eleştirmeyen, devrimci olmayan, proletaryanın güncel maddi koşullarını, yoksulluğunu dile getirmeyen, gelecekteki sosyalist dünyayı muştulamayan şiir, Marx’ın beğenisini kazanamamaktadır. Bu yaklaşım, şiirin öncelikle salt şiir olarak düşünülmesi ve kendisi olarak değerlendirilmesinin dışında yorumlanması ve toplumsal işlevi olan bir yazınsal tür/araç olarak kabulüdür. Marx’ın kuramı çerçevesinde şiire yönelik bu bakış açısı tartışılabilir olmakla birlikte doğal karşılanmalıdır. Böyle bir şiir anlayışı ve yazımı da olanaklıdır ve iyi örnekleri vardır. Marx, insanlığın dahi şairlerinin yapıtlarını beğenmektedir, onun bu yaklaşımı, söylediğim gibi has şiirin yanında olduğunun kanıtıdır. Örneklere bakıldığında Marx açısından da asıl sorun; ikinci sınıf şairler ve bunların kötü şiirleridir. Proletaryayı ateşeleyecek, devrimci, gerçekçi ama kesinlikle “şiir olan şiirlerden” hoşlanmaktadır Marx.

Friedrich Engels’in şiir üzerine düşünceleri de hiç kuşkusuz, Marx’dan farklı değildir. Materyalist tarih kuramı bağlamında şiirin siyasi, toplumsal dönüşümü hazırlayıcı ve kışkırtıcı işlevi onun şiir değerlendirmelerinde de her zaman ön plandadır. Engels devrim şiirleri konusunda şu değerlendirmeleri yapmıştır : “Genelde eski devrimlerin şiirlerinin- Marseillaise’i hep dışında tutuyorum- sonraki zamanlarda ancak, küçük bir devrimci etkisi olacaktır, çünkü kitleleri etkileyebilmek için, çağlarının yaygın önyargılarını da yansıtmak zorundadırlar- işte tüm o dinsel saçmalıklar bu nedenle çartistlerde bile var. Britanya’nın oğulları, tutsaksanız da bugün / Yaratıcınız tanrı sizi özgür yarattı; / Hepinize yaşam ve özgürlük verdi / Ama asla, asla köle etmedi. “Tanrımız Sağlam Bir Kale”(Eine Feste Burg ist unser Gott) köylü savaşının Marseillaise’idir. Söz ve ezgi o kadar başarılıdır ki, bugün bile birbirinden ayrılamaz, ayrılmamalı”(Engels’ten Hermann Schlüter’e 15 mayıs 1885 tarihli mektup.). Engels, “Bray Papazı” adlı yazısında da, 160 yıllık Bray Papazı adlı türkünün de tek politik halk türküsü olduğunu [unutulmamasını] (A.Ş. vurgu benim.) büyük ölçüde nefis ezgisine borçlu olduğunu vurgulamıştır. Görüldüğü gibi Engels değerlendirmesinde, şiirin salt siyasi boyutuna değil, aynı zamanda, sözleri ve müzikal değerine, ezgisinin güzelliğine de dikkat çekmektedir. Bu bakımdan şiire yaklaşımı Marx’la koşuttur.“Tuna İçin Savaş” yazısında da  Şair Derjavin’in  “Varşova’nın İşgali Üzerine” başlıklı şiirinde bugün bile çarlık politikasının öfkeli cesaretini ve özgüvenini yansıtan iki dize yarattığı görüşündedir: Ey Rus senin için müttefik nedir ki / İlerle ve tüm evren senindir! (F. Engels, The War on the Danube, New York Daily Tribune, 25 Temmuz 1854 ).

         Engels, Alman Şaiiri Georg Weerth’in “Çırakların Şarkısı” (1846)adlı şiirini över ve onu alman proletaryasının ilk ve en önemli şairi olarak nitelendirir. Yedi dörtlükten oluşan bu şiirin iki dörtlüğü şöyledir: Söyledi bizim hancı / “Ceketin eprimiş eski” / “Bana bak, bitli hancı, / Bu seni ilgilendirmez ki.” / Fıçının tıkacı öttü / Bizim içkiler geldi / Ağzımızdaki tadı / Tıpkı sidik gibiydi.” Engels’e göre Weerth’in sosyalist ve siyasal şiirleri, özgünlük ve zeka açısından, özellikle de hareketli duygusallığı açısından Freiligrath’ınkilerden çok üstündür. Ona göre, Weerth, şiirleirinde sık sık Heine’nin biçemini kullanmış ama içini çok daha özgün, bağımsız metinlerle doldurmuştur. Ayrıca çoğu şairden bir farkı da şiirlerini yazdıktan sonra bir daha onlarla hiç ilgilenmemesidir. “Weerth Marx ya da bana bir kopya gönderdikten sonra şiiri unutur giderdi, onu, şiirlerini bastırmaya ikna etmek de çoğunlukla zor olurdu. Weerth’in usta olduğu, Heine’yi aştığı, ve Almanca’da yalnızca Goethe’nin gerisinde kaldığı nokta, doğal ve sağlam tenselliği ve fiziksel arzuyu dışa vurumudur. İki yüzlü küçük burjuva ahlakçılığı her durumda gizli fuhuşu örtmeye yarar. Freiligrath’ın şiirlerini okuyan bir kimse insanların hiç cinsel organlarının olmadığını düşünebilir. Ama aslında hiç kimse açık saçık bir fıkradan şiirlerinde yunmuş arınmış olan Freiligrath kadar zevk alamazdı”(Engels, George Weerth’in Çırakların Şarkısı /Song of the Apprentices by Georg Weerth yazısından). Bu alıntılardaki şiir ve şairlerin değerlendirmesi de Engels tarafından tek boyutlu siyasi bakış açısıyla değil, çok yönlü olarak şiirlerin niteliğini de kapsayacak biçimde yapılmıştır. 

         Engels, “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” adlı yapıtında (s.253-255), fabrika dizgesi(system) hakkında işçilerin duygularını seslendiren bir şiirden birkaç kıta alıntılamıştır. Birmingham’dan Edward P. Mead’in yazdığı bu şiir, Engels’e göre işçiler arasında yaygın olan görüşün doğru bir anlatımını içermektedir. Şiirin ikinci dörtlüğü şöyledir: Bir kolu vardır, demir bir kolu / Gerçi tek koldur önü sonu; / Ama o kudretli koldadır büyü, / Milyonları ser sefil yapan. Buradaki şiir değerlendirmesi bütünüyle işlevseldir; şiirin siyasi, toplumsal, eleştirel araç olma özelliği gözönünde bulundurularak yapılmıştır. Şair Annette Elizabeth von Droste Hülshoff’un şiir kitabı Gedishte(Şiirler) 1838’de adının baş harfleri olan D.H. ile yayınlandığında,  Engels, 1840 Mayısında Münster’deyken, Levin Schücking ona bu yapıtın bir örneğini sunmuştur. Bu konuyla ilgili olarak şunları yazıyor Engels: “ Schücking  dikkatimi o hanımefendinin şiirlerine çekme inceliğini gösterdi ve ben Alman kamuoyunun bu şiirler konusunda uğradığı kınamanın  bir parçasını üstüme almadan bu fırsatın kaçmasına izin veremezdim. Bu şiirler, dolayısıyla bir kez daha doğrulandı ki, çok övülmüş Alman kusursuzluğu, şiir değerlendirmeyi pek kaygısızca ele alıyor; insanlar kitaba göz gezdiriyor, uyaklar düzgün mü, dizeler akıcı mı, içeriğin anlaşılması kolay ve zenginliği çarpıcı mı ya da hiç değilse göz kamaştırıcı mı, imgeler ve yargı tam mı diye bakıyorlar. Ama ancak, Shelley’in başarabileceği ve Byron’ınki gibi bir imge gücünün erişebileceği bir duygu içtenliği, doğa betimlemelerinde sevecenlik ve özgünlük gösteren bu gibi şiirler- örtülüdür; doğru, biraz katı biçimlidir ve taşralılıktan büsbütün kurtulmamış bir dille yazılmışlardır- böyle şiirler iz bırakmadan yiter gider. Ama bu şiirleri alışılmıştan daha yavaş okumaya hazırlanmış biri- ve şiir kitapları buna karşın öğle dinlencelerinde ele alınır-şiirlerin güzelliğinin kendisini uykuya dalmaktan alıkoyduğunu çok iyi anlayabilirdi. Üstelik şair hanım ateşli bir katolik. Bir protestan böyle birini nasıl ilginç bulabilir(F.Engels, Landscapes). Engels’in şiire değin  bu değerlendirmeleri ustacadır. Çünkü, şiirin niteliği/niteliksizliği toplumsal bir olguyla(Alman kusursuzluğu-A.Ş.) beraber alaysı / satirik biçemle özlü olarak eleştirilmektedir. Friedrich Engels; İngiltere’deki saygın ikinci sınıf bir yığın şair ve hemen hemen bütün Fransız yazınını oluşturan parlak bayağılığın, Almanya’da neredeyse hiç olmadığını vurgulayarak şunu yazar: “Bizim ikinci sınıf şairlerimiz bir kuşak sonra neredeyse güçlükle okunabilir. Aynı şey felsefe için de doğrudur.”

        Marx ve Engels’ten yaptığım alıntılarda daha çok onların şiire değin içeriksel değerlendirmeleri üzerinde durmak istedim. Marx ve Engels, şiirleri, içerikleri ve kurgusu, edebi-estetik yönleri açısından nasıl değerlendiriyorlardı? Örneğin: Engels’in İrlanda şiirine ilişkin yazdıkları bu bakımdan önemlidir: “Bütün İrlanda şiirleri dörtlüklerle yazılmıştır. Bundan ötürü, pek çoğunun, özellikle de eski olanların temelinde hep dörtlü bir ritm vardır, ama bazan biraz gizli olabilir ve onu sık sık harpla eklenen bir nakarat ezgisi veya bitim izler. Bu eski türkülerin kimileri şimdi bile, İrlanda’nın pek çok yerinde, İrlanda dilini yalnız yaşlı insanlar anlar ya da hiç kimse anlamazken, yalnız İrlandalı adları  ya da ilk sözcükleriyle tanınır. Ama daha çoğunun, daha yeni olanlarının adları ya da metinleri ingilizcedir. Bu türkülerin çoğunda başat olan melankoli, bugün de ulusal eğilimin dışa vurumudur”(Friedrich Engels, “Notes for the Preface to a Collection of Irish Songs”). Bu edebi değerlendirme de, bana göre, diyalektik ve tarihi maddeci kuramın her şeye siyasal açıdan baktığı savını geçersiz kılmaktadır. Çünkü bu değerlendirmelerde bilgiyle yapılmış edebi çözümlemelerin ağırlığı da bulunmaktadır.

         Engels’in aynı biçimde mevcut eski Provans şiirleri hakkındaki görüşleri de şöyledir: “Provans şiirleri yaklaşık 1100’lerden kalmadır, ama hiç kuşkusuz daha erken denemeler de vardır. Sayıları durmadan artan belgelerle Paulin Paris gösterdi ki, Fauriel’in söylediklerinin tersine, destan şiir önce Kuzey Fransa’da doğdu ve oradan Güney Fransa’ya yayıldı. Taillefer, “Chanson de Roland”ı Hastings’in yakınında söyledi; bunun elde kalan, belki biraz genişletilmiş metninin ilk Haçlı Seferinden önce varolduğu saptandı. Fransa’nın birliği, Charlemagne’ın kişiliğinde temsil edilen imgesel ideal bir federal monarşi olarak bu chanson’da kutlanır; oysa monarşinin gerçek yeniden dirilme zamanındaki Charlemagne hanedanıyla ilgili söylencelerin şairleri, yerel kahramanları ve özellikle “Fils Aymon”da, merkezi gücü, feodal monarşiyi kutlar”(Friedrich Engels, Fransa ve Almanya Tarihi Üzerine Malzeme / Material on the History of France and Germany). “Ortaçağ’da Güney Fransa, çoğunlukla Provanslar olarak anılırdı ve yalnızca kendi “çok gelişmiş” değildi, Avrupa’nın gelişmesine de önderlik etti. Provanslar yazınsal bir dilleri olan modern ulusların ilkiydi. Provansların şiirini bütün latin halklar ve Almanlar ve İngilizler bile, o çağın eşsiz bir örneği sayarlardı. Provanslar... sanayi ve tticarette İtalyanlara eşittiler. ... ortaçağın en karanlık döneminde eski Yunan kültüründen bir parıltı yarattılar.” (Karl Marx and Friedrich Engels, “ Frankfurt Meclisi Polonya Sorununu Tartışıyor / The Frankfurt Assembly Debates the Polish Question”).

         Engels’in Ortaçağda aşk ve şiir ilişkisine değin yaptığı aşağıdaki toplumbilimsel değerlendirme de batıda aşk şiiri türünün toplumsal, tarihsel temellerinin ortaya konması bakımından dikkate değerdir: “Ortaçağların şövalyece aşkı, hiçbir biçimde evlilik-içi aşk değildi. Tersine, klasik biçimiyle, Provanslar arasında şairlerin övgüler düzdüğü bu aşk, yelkenleri fora edilmiş olarak zinaya doğru yol alır. Provans aşk şiirinin çiçeği albalardır(aubade)’lar.- Almancada Tagelied’ler. Bu şiirler, şövalye, kimselere görünmeden sıvışabilsin diye, tanyeri ağarmaya başlar başlamaz onu çağıracak olan gözcü dışarda bekçilik ederken, onun sevgilisiyle- başka birinin karısı- nasıl yattığını övücü sözlerle anlatır. Ayrılık sahnesi şiirin doruğunu oluşturur. Kuzeyli Fransızlar ve saygıdeğer Almanlar da, benzer biçimde, şiirin bu türünü, ona karşılık gelen şövalyece aşkın tavırları ile birlikte benimsediler”(F.Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s.74-75.).

         Diyalektik ve tarihi materyalizmin kurucularının, özellikle yetenekli şairlerden hoşlandıkları, kötü şiir ve şairi sırf devrimci şiirler yazıyor diye desteklemedikleri, şiire dair çözümlemelerinde, şiirin kurgusu, öğeleri, üretildiği dönemin toplumsal, tarihi koşulları, şiirin konusu, şairin sınıfsal konumuna kadar tüm unsurları gözönünde bulundurarak şiirsel çözümleme yaptıkları, kötü şiir ve şairle alay ettikleri açıktır. Marx-Engels’in şiire bakış açısı bir dönem ülkemizde doğru anlaşılmamıştır. Bir şiire siyasal yükler de yüklenebilir kuşkusuz ama şiir önce şiir olmak zorundadır!.. Bunu en önce diyalektik ve tarihi materyalizmin kuramcıları da böyle kabul etmişlerdir. İnsanın tüm sanatsal eylemlerinin, bu arada toplumsal devinimlere değin siyasal içerikli kültürel ürünlerin mutlaka estetik bir değeri olmalıdır. Nâzım’ın, Neruda’nın, Marti’nin toplumcu şiirlerinin olduğu gibi... Toplumcu şiir türü, modern(batılı) şiirin Garip hareketinden sonra ikinci kez ülkemizde yanlış anlaşılması, basite ve kolaya indirgenmesidir. Şiir, en yüksek ve en zor edebi, estetik yazın türü olmasına karşın, toplumda sloganlar çerçevesinde hemen herkesin yazabileceği bir türmüş kanısı hasıl olmuştur. Modern Türk şiiri genelde toplumun şiir beğenisini estetize edip yaygınlaştıramamıştır. Çoğunluğun şiir beğenisi günümüzde hâlâ halk şiiri, şarkı, türkünün üstünde değildir. Toplumcu şiir de bayağılaştırılarak bundan payını almıştır. Zaten toplumumuz genellikle sanatı yüceltmekten çok bayağılaştırmak eğilimindedir. Post-modernite de bu kitlesel davranışı kolaylaştırmakta ve cesaretlendirmektedir.  Şiirin hemen yazılabilecek bir yazın türü olduğu anlayışı öteden beri onun okunmaktan çok yazılmasının da başlıca nedenidir. Sorun toplumcu öğeler içeren şiirin tür olarak “uydurukluğu” değil, asıl toplumcu öğeler içeren manzumelerin şiir olmaması, şiiri ayağa düşürmesidir. Bu olgu, şimdilerde yön değiştiren toplumcu şiir yazan şairlerin nitelikli şiir yazmak için post-modern şiire kaçışının mazereti değildir.

 
  Abdullah Şevki