Koşu

 


-Yapma be, yapma işte… 

Salınarak yerlere inen tül perde, ışığı engellese de görüntülerin tümünü süzmeye yeterli olamamıştı. Pencere önündeki yerini alamadan boş bulunup dışarıdaki çirkinliğe yakalandı. Yırtar gibi tülleri açtı. Günün parlak ışıkları suçlanarak camda titreşti. Uyutulmaya çalışılan öfkesi en ufacık nedenle hemen uyanıvermişti. Yerindikçe kızıyor, kızdıkça söyleniyordu. İlgili, ilgisiz… Kendi, kendine... Bir türlü ödeşemiyormuş gibi yaşamla sövüş- üyordu.

          

Şehrin bu yakasının en iyi koşu parkuru, penceresinden olduğu gibi görünüyordu. Gözlerini, az önce üçüncü kulvarın ortasına tüküren kalın enseli, küçük kafalı adamdan ayırmadan söylenmesini  arttırdıkça arttırdı. Üçüncü kulvarın sadık kullanıcısı neredeyse gelmek üzereydi. Spor alanın sorumlusuymuşcasına  huzursuzdu. Kızgınlığını arttırmaktan başka bir işe yaramasa da açık renk baş bandıyla geriye doğru toplanmış duman saçlar,  parkurda görününceye kadar en derinlerden kelimeleri bulup bulup çıkarmaya devam etti.

        

Duman saçlı kız, hemen  her gün aynı saatlerde gelir aynı kulvarda yerini alır.  İki tur hızlı yürüyüşten sonra  koşmaya başlar. Koşar, koşar… Bir saatin sonunda yavaşlar, geldiği gibi hızlı adımlarla sağ taraftaki sokağın sonlarında gözden kaybolur.

        

Beynindeki, yaşamındaki, bedenindeki boşluğu pencere çerçevesinden doldurmaya çalıştığı günlerin kim bilir kaçıncısındaydı. Hapsedilmiş yaşantısının, ömrünün ne kadarını tükettiği hesabını tutmayı bıraktığı bir zamanda, duman saçlı kız ortaya çıkmıştı. Yitirilmiş eski bir dostun tatlı ama içini acıtan anıları gibi ansızın onu terk etmiş özgürlüğünü anımsatmıştı. Çevik hareketleriyle etrafına enerji yayıyor, spor alanının diğer müşterilerinden hemen ayırt ediliyordu. O varken gençlik ve sağlık alana dolar, gidince de semtin şişman ev hanımlarının, emeklilerinin, yaşlılarının yürüyüşleri, koşuları ağır çekim bir film gibi   gelirdi. Manzarası silikleşir,  günün geri kalanının yavanlığını  yüzüne çarpardı. 

 

           

Aylardır yorulmadan, bıkmadan duman saçları izledi. Nerede durduğunu, nerede hızlandığını, kime nasıl selam verdiğini, hepsini tek tek ezberledi. Birlikte koştu, birlikte soluklandı. Kaslarındaki sızıyı sevdi. Duyumsadığı yorgunluk ertesi güne dayanma gücü verdi.

             

Duman saçlı kızın kulvarını kirletmişlerdi bugün. Tertemiz toprağında tuzak vardı. Bakışları, hedefe kitlenmiş füze gibi kızın adımlarında sabitlenmişti. İyice sessizliğe büründü. Yaprak kıpırdamıyor, çalı oynamıyor, yılan sürünmüyor. Doğa kıpırtısız, tıkırtısız, yalnızca kokusu var. Kulaklarında yinelenen bir ses “Bastığınız yere dikkat edin. Çıtırtıya kulak verin.” Ayağını her toprağa basışı, her kaldırışı ömrünü çalıyor. Kırpmaktan bile kaçındığı gözleri  sızlıyor. 

           

Kız adımlarını gittikçe hızlandırıyor.  Savrulan bukleler, kıvrıla kıvrıla havada yayılıp penceresine kadar uzanıyor, yüzüne sürünüyor, boynuna, kollarına, vücuduna dolanıyor, dişiliğine çekiyor. O saçları bir kez koklayabilse, yüzünü yakından bir kez görebilse…   Keşkeleri art arda sıralıyor, sonra da Kassandra’nın biliciliğiyle vazgeçiyor. Havada dalgalanan davete her zamanki gibi karşı koymak çok zor. Onu koruması, onu uyarması gerek.

        

Yerinden fırlıyor. Saniyelerle eşofmanını çoraplarını, giyiyor. Spor ayakkabısını  sıkıca bağlıyor. Dört kat merdiveni bir  nefeste iniyor. İki dakika içinde dördüncü kulvarda yerini alıyor. Birazdan yan yana gelecekler. Birlikte koşacaklar. Siyah, gür, kıvrım kıvrım saçlar yanı başında şimdi. Her adımda ıtır kokusu yayılıyor buklelerden. Kızın önüne atılıyor. Sevdasını gizlemeye gerek duymadan yüzüne bakıyor. Yanakları al al olmuş. Şakaklarından   ip ince ter süzülüyor. Göz göze geliyor. Ne renkler? Yeşil… mavi… sarı… kahverengi… Her an değişiyor.  Duman saçlı kız dikkatli. Hem de çok. Bastığı yere özen gösteriyor. Görüyor  önündeki engeli, aşmak istiyor,  dördüncü kulvara doğru zıplıyor. Bukleler bir sağa bir sola savruluyor.  Çarpışıyorlar.

        

Zamanı durduran o son adımla dağılıyor. Yeşil,  sarı, kahverengi Bingöl dağları, mavi gökyüzü altında, ıtır kokuları arasında yitiyor.  Özgürlüğünü dağlarda bırakıyor bir sevda uğruna.

Duman saçlı kız çelik adımlarla koşmaya devam ediyor. Sağlam, dimdik, pürüzsüz. Hep onun koruması altında. Koşuyor, koşuyor…
         

İki damla göz yaşı, biri sol bacağına diğeri boşluğa düşüyor. Pencere önündeki didişmeye koşup gelen  saçları iyice ağarmış  adam, kabarıp kabarıp sönen genç adama nasıl davranacağını bilemiyor. Çaresizliğe yenik düşmüş göz yaşının boşlukta kaybolmasını engellemeli. Sesindeki acıyı alalayacak kelimelerin tükenmişliğinde oğluna sesleniyor.

                 
       -Yapma be, yapma işte…




“Eskişehir Sanat Derneği 2007 Yılı Öykü Yarışması” ikincilik ödülü.

Daha fazla bilgi


Yarışmada ödül alan diğer öyküler:

Buket Akkaya "Karanlıkta"
Kezban Şahin Taysun "Tüccar Pri"
Hande Baba "Çeyiz Sandığı"
Merih Günay "Güvercinler"


   

  Filiz Bilgin/  2007