DERGİ/ YAYINEVİ KILAVUZU

 
Elias Petropulos
         M. ŞEHMUS GÜZEL'İN KALEMİNDEN
 




  
ELİAS PETROPOULOS, NAM:ADEM 

(26 Haziran 1928, Atina- 3 Eylül 2003, Paris)  

Önce soyisminden başlamalı:  Uzun yıllar Fransa’da yaşadığı için soyisminin yazılışını Fransızcaya uydurmak zorunda kaldı, okunurken hata yapılmasın diye. Petropulos yerine o zaman Petropoulos biçiminde yazmak gerekti.                  

Elias, 26 Haziran 1928’de Atina’da dünyaya geldi. Babası memurdu ve o nedenle Selanik’te geçirdi çocukluğunu ve ilk gençliğini. Dolayısıyla daha  çok Selaniklidir. Yapıtlarında Selanik’in ve Selanik’e ilişkin meselelerin ağırlıklı bir biçimde yeralmaları biraz da bununla ilgilidir. 

16 Yaşında Yunanistan Direniş Hareketi’ne katıldı. Sonra Yunanistan İç Savaşı’nda komünistlerin  saflarında yerini aldı...Yenildiler ama Elias umudunu yitirmedi: Özgürlüğün geleceğinden emindi: Bir gün mutlaka. 

Selanik Üniversitesi’nde hukuk, siyaset ve ekonomik bilimler eğitimi gördü. Özgürlügüne çok düşkündü Elias ve nitekim özgürlükleri kısıtlanır endişesiyle eğitimine birdenbire son  verdi. Yükseköğrenimini yarıda bıraktı. Ve o tarihten sonra bütün öğretim üyelerine ama bilhassa Yunanistan’dakilere ateş püşkürdü. Onlara yönelik küfürlerini duysaydınız diliniz uçuklardı. Bana onları Paris’te anlattıkları saatler aklıma geliyor da Elias’ın ne kadar dolu olduğunu bir kez daha anımsıyorum. Birkaçının ismini bile verdi ama ayıp olur diye yazmıyorum. Yazmadım. Evet o tür öğretim üyelerinden, yani ezberletmeye, hafızlamaya yönelik «yöntemin » izleyicilerinden sürekli nefret ettti. «Bu herifler çünkü sadace koyun yetiştirmeyi bilirler » diyordu. Özgür düşünceye sahip olmak, eleştirici bir gözle olan-bitenleri irdelemek konusunda ders verilmedikten sonra adı neden «Yüksek » öğrenim olacakmış ? Haksız  mı Elias ? 

O kendi kendini yetiştirdi. Hayat  Üniversitesi’nden kendi kendine diploma verdi. 

Sonra gazeteciliğe başladı. Kısa bir  süre içinde ülkesinin en iyi sanat eleştirmeni olarak tanındı. 

1967’de Albaylar  Cuntası askeri darbeyle ikidara el koyunca Elias ülkesini  terketmek, yurtdışına çıkmak  istedi ama bir türlü fırsat bulamadı. Pasaport ta vermiyorlardı Elias’a. O kadar tutuklandı ki... Daha hemen 1968’de cunta sansüründen geçirmeden yayınlattığı ve Kabadayılar  Kitabı biçiminde isimlendirdiği Rebetika yayınlanır yayınlanmaz  tutuklandı...

Elias’ın nefret ettiği insan kategorisi içine  din adamlarını da koymak lazım. Onun açısından bütün papazlar «puşttur ». Bizzat Yunancasıyla ve Türkçesiyle söyledi Elias: «Puşt yani puşti» Söyleşimizde bu konuda epey şey anlatıyor zaten. Ama bu işin öncesi de var  Cunta döneminde kimlik kartına «tanrı tanımaz » ibaresini  koydurmak için başvuran tek Yunanlı olarak tarihe geçti. Yunanistan’da Ortodoks Kilisesi’nin ağırlığı tahmin edilemeyecek kadar önemlidir. Hele o günlerde. Ama Elias bu, bastırdı.

Elias için Yunanistan’da milliyetçiliğin, Türklere karşı olmanın, Türk düşmanlığının yani, ırkçılığın, aşırı sağcılığın temelinde üç önemli unsur, üç belirleyici ve başabela kurum var: Kilise, Okul (Üniversite de dahil), Ordu. Ona göre, «Yunanlıların Türk düşmanlığında Kilise’nin  aşırı tutucu tavrı, okulda aldıkları aşırı milliyetçi eğitim ve orduda sürekli biçimde ‘Daimi düşmanımız Türklere karşı savaşılacakmış’ gibi yetiştirilmeleri tayin edicidir. Elias’a kalırsa «üniforma eşittir faşizm ». Bu kurumların hepsini tek tek ve hepsini birden de «kalaylıyordu ». Fransızca olarak aynen  şöyle diyordu: «Tous sont puşti. »: «Hepsi puşttur.»  

Temmuz 1974’te, Albaylar Cuntası tepetaklak edilir edilmez pasaportunu cebine atan ve  yurtdışına koşar adım çıkmak isteyen Elias’a o sıralarda yönetimi ele alan «ılımlı sağcılardan » bir dostu, «Elias, oğlum artık demokrasi geldi, nereye gidiyorsun ? » diye sorunca ve gitmesini ertelemesini isteyince Elias gözünü kırpmadan aynen şunları söyledi «o pezeveneke », bu da Elias’dandır, «O demokrasinizi al, dür, bük  ve götüne sok! » 

Çıkış o çıkış. 1974’ten itibaren artık Paris’lidir Elias. Paris’in en merkezi mahallelerinden 5. Arrondissement’a yerleşir. Rue Mouffetard artık ondan sorulur.  Ve  bir  daha kıpırdamaz. Yazar ondan sonra. Yazaroğluyazar da yazar. Elli kadar kitap binden çok makale. Değinmediği konu yoktur: Kabadayılar, biraz önce söyledim, hapishaneler, genelevler, kapatılmış mekanlar yani, eşçinseller, ibneler ve lezbiyenler, Elias «kediye  kedi denmelidir » ilkesini benimsediği için herşeyi kendi adıyla anıyordu, onun için bu isimleri burada  kullanıyorum, her türlü marjinal takımlar, orospular, pezevenkler, hırsızlar, üçkağıtçılar, dolandırıcılar, kent kökenli her türlü yaratıkla ilgilendi. Onlara ilişkin enazından bir, bazen daha çok  sayıda kitap  ve pek çok makale yazdı. Döktürdü ha döktürdü. 

Rebetika’da kabadayıların, hırsız, dolandırıcı ve üçkağıtcıların şarkı ve türkülerine yer  verdi. 1968’deki ilk baskısından sonra 1979’da, 1983’de ve daha sonra yeni baskıları yapıldı...Yunanistan’ın en pahalı ama aynı zamanda en çok satan  kitabı olarak tarihe geçti...

Hapishaneler isimli yapıtı, İyi Hırsızın El Kitabı, Yunanistan Eşcinselllerin Dil Sözlüğü (Kendi alanında ilk), Yunanistan’da Genelev İncelemesi gibi yapıtlarının her biri Albaylar Cuntası döneminde tutuklanmasına yol açtı. Elias iki küfür sallayıp bunların hepsini sineye çekti...

Elias Petropulos, çocukluğunu ve ilkgençliğini geçirdiği Selanik üzerine dünya kadar şey yazdı. Selanik Yahudileri üzerine yazdığı kitaplar da pek çoktur. Bu iki alanda yaptığı araştırmalar ve yapıtlarıyla uluslararası boyutta tanınıyor. Hele Osmanlı İmparatorluğu, İsrail ve Yahudilerin tarihi üzerine çalışan tarihçiler tarafından. İşte bu konulardaki yapıtlarından bazıları: 

Osmanlı Varlığı, 1917 Selanik Yangını, Selanik Yahudileri, Bir Ölüm Şarkısı... 

Yahudilerle ilgili kitapları nedeniyle kimi sağcı, milliyetçi ve ırkçı yazar tarafından «Petropulos Yahudidir » palavrası atıldı. Ve hatta bunu «ispat için » broşürler bile yayınladılar. Elias gülüp geçti. Onlara layık oldukları yanıtı verdi, «Salaklar, cahil herifler » demeyi de ihmal etmedi. 

Yunanistan geleneksel mimarisi üzerine de birçok eser yayınladı: Yunanisttan’da Tahta Kapılar, Demir Kapılar, Yunanistan’da Balkon, Yunanistan’da Demir Eşya, Yunanistan’da Pencere, Yunanistan’da Mezarlar...

Bu arada Yunan Arabası, Yunan Köşkü, Yunanistan’da Kuş Kafesleri, Türk Albümü, Yunanistan’da Türk Kahvesi gibi değişik  konularda kendine özgü ve ilginç kitaplar da yayınladı... 

Elias Petropulos’un Yunanistan'da Türk Kahvesi isimli kitabı Herkül Milas’ın çevirisiyle İletişim Yayınları tarafından 1995’te okuyucuya sunuldu. Belki diğer eserlerinin de Türkçeye kazandırılmasının zamanı gelmiştir diye ümitleniyorum. Ne dersiniz ? Bu kitabın  tanıtım yazısında şu satırları okuyabiliriz: «Kahvenin Yunanistan’daki kültürünü, mekanlarını, pişirme ve içme ‘racon’larını, tiryakilerini; nargile, tavla, lokum gibi yoldaşlarını anlatan bir kitap. Ama dahası var: Çağdaş Yunan ırkçılığına yönelik ‘ince’ bir eleştiri metni; ‘karşı sahil’den bir dert ortağı... ‘Gayrıresmî’ konulardaki kitaplarıyla tanınan, ülkesindeki milliyetçi-şovenist rüzgarlarla, ırkçı söylemlerle cebelleşen Petropoulos’tan hem köpüklü hem köpüksüz, hem ‘sade’ hem şekerli sayfalar.» Güzel değil mi ? Güzel. 

Bu kitabında, kimi Yunanlıların şoven eğilimleri sonucu «Türk kahvesini » nasıl «Yunan kahvesi »  veya daha komiği «Bizans kahvesi » diye adlandırdıklarını anlattı Elias. Alaylı ve kara mizahi tarzda. Elias vari yani yine... 

Kitaplarının birçoğunu bizzat çizdiği desenleriyle veya bizzat çektiği fotograflarla donatan Elias’ın İntihar, Vücud, Senin İçin Ayna, Berlin’de/Not Defteri 1983-1984 gibi şiir kitapları da var... 

Elias Petropulos hakkında dünyanın değişik köşelerinde dergi ve gazetelerde epey önemli makalleler yayınlandı. 1981’de örneğin ABD’de yılda bir yayınlanan ciddi edebiyat dergisi Maledicta Petropulos’a ve eserlerine hatırı sayılır özel bir bölüm ayırdı... 

1989’da Türkiye’nin Elias’ı biraz tanıması umuduyla kendisiyle uzunca bir söyleşi yaptım ve bu söyleşinin büyük bir bölmü o günlerin en iyi haftalık dergilerinden biri olan İkibine Doğru’nun 26 Şubat 1989 tarihli sayısında yayınlandı (s. 48-51.) Daha sonra bu söyleşinin tümünü Söyleşiler: Vir-Gül-Üne Dokunmadan isimli kitabımda (Kaldıraç Yayınları, İstanbul, 2008, s. 40-62) okuyucuya sunmak olanağı buldum. Kitap yayınlandıktan sonra birçok dost, tanıdık ve arkadaş Elias’ı biraz daha tanımak istediler. Bu kısa makaleyi bu amaçla, söyleşide ve kitapta yer alan «Elas Petropulos kimdir ? » başlıklı bölümü yeniden yazarak ve kimi yeni unsurlar ekleyerek oluşturdum. Umarım herkes işine yarayacak bir şeyler bulabilir. 

Elias Petropulos’u 1980’lerin ortasında Paris’te tanıdım. Abidin Dino aracılığıyla tanıştık sanıyorum. Ama bundan tam emin değilim. Sonra pek çok kez görüştük. Paris’te ille onu Türk lokantalarına götürmemi istiyordu. O yıllarda Paris’te iyi lokanta olarak «Ege Restaurant » vardı. Oradan başladık. Elias’ın aklına hemen Yunanistanlı anarşistlerin «Ege Denizi balıkarındır ! » sloganı geliverdi. Ve birçok an(ı) da. Sonra o lokanta senin bu lokanta benim epey dolaştık: Rakı içmeyi  ve mezelere bayılıyordu...İtalyan lokantalarının eşiklerini de epey aşındırdık. Her türlü İtalyan yemeğini ve güzelim kırmızı ve pembe şaraplarını seven bir dosttu. «Akdenizliyiz kardeşiz » demesi boşuna değildi. Ve elbette çok güzel sohbet ediyordu...Birçok sergi açılışına gittik. Acımasız eleştirilerini dinledim. Kimi «sanatçıya » öyle bindiriyordu ki, ne iyi ki diyordum sanatçının  kendisi bunları duymuyor, çünkü duysa büyük ihtimalle «yaratmaktan » vazgeçebilirdi. Elias sözünü sakınmıyordu. Her zaman haklı mıydı ? Emin değilim. Ama burada öemli olan onun haklı veya haksız olması değil, özgürce düşünesini açıklayabilme yeteneğiydi. İçinde saklamıyordu söyleyeceğini. Sırrı da buydu kanımca. Fransızca konuşurken Yunanca veya Türkçe birkaç küfür katmadan rahatlamazdı.  Din adamlarına, öğretim üyelerine, kendini beğenmişlere özellikle iyice yükleniyordu.  «Pezevenk » veya «Puşti » örneğin onun dilinde sıkı ve sahici bir küfürdü. 

Elias kendisini, «İstanbul'a İstanbul diyen tek Yunanlıyım » diye takdim ediyordu. «Tarih kitaplarımızın daha dürüst ve daha dostça yazılmasından başlayıp, halklarımızın eğitimini yeniden düzenlemeliyiz » diye ekliyordu. Türklerin ve Yunanlıların kardeş olduklarına gerçekten inanıyordu: «Yahu baksana aynı şeyleri yiyip, aynı şeyleri içiyoruz, aynı havalarda halaya veya sirtakiye kalkıyor, aynı şarkılarda ağlıyoruz, bundan daha iyi ispatı mı olur kardeşliğin?» 

Elias’in Parisli birçok arkadaşı arasında Abidin Dino, Yüksel Arslan, Zülfü Livaneli ve Yaşar Kemal’i de saymak şart. Yaşar Kemal üzerine, 10 Şbat  1989’da, bana şunları anlattı örneğin: «Yaşar Kemal çok içten bir dostumdur. Paris’e geldiğinde hemen bize ugrar. Evimin kapısı ona her  zaman açıktır. Ben de İstanbul’a gittiğimde ilk telefon ettiğim kişi Yaşar oldu. O sırada yurtdışında bulunduğu için eşi Tilda ile görüştüm, birlikte yemek yedik, o yemeğin tadı hala damağımda.» 

14 Mayıs 1980’de Paris’te, Place Monge tarafında ve büyük ihtimalle Çoşkun Aral’ın çektiği bir dizi fotograf var: Kimler yok ki o fotograflarda: İşte Elias ve eşi Maria Kukules, işte Yaşar Kemal,  işte Fassianos. Kardeşlik simgesi anılar dizisi peş peşe. 

Elias, Yunanistan'daki Albaylar Cuntasına karşı direnişini Paris'te sürdürdü ve bunun sonucu adeta efsaneye dönüştü. 1980’li yılların ortasında bunun bizzat tanığı oldum:  O tarihlerde Paris’teki genç Yunanlı gazeteciler için Elias «bir örnek, bir efsane adam »dı...Askeri diktatörlük günlerinde yazdığı "Divana uzanmış bir güzel kadının çıplak vücudunu, vatanımdan daha çok seviyorum" dizesi hala dilden dile dolaşıyordu. 

Elias rakıyı, mezeleri, kahveyi, aman «Türk kahvesi » diye düzeltmeliyim çünkü nerede olursa olsun kalkar gelir ve hesabını sorar, ve Türkleri çok sevdi. "Yunanistan'da Türk Kahvesi" adlı kitabında şöyle diyor:  «Çağdaş Yunanlıların babaları/ataları sayılması gereken Türklerin bize bıraktıkları birçok iyi ve kötü şeylerin arasında kahve de yer alır...» 

"Selanik'teki Osmanlı Mimarisi" hakkındaki kitabında, Elias oturmuş, Selanik'in Yunanlılarca alınmasından sonra yıkılan tüm yapıtların eski hallerini bulup ortaya çıkarmıştı. Bilmem dört bin kadar fotograf çekmişti. Bu konuda şunu söylüyordu: «Kitaplarımda Osmanlı kültürünün büyüklüğünü anlattığım için bana eleştirmenler zaman zaman ‘Hain’, zaman zaman ‘Türk’ dediler...» 

Elias, Selanik'in Yunanlılar tarafından alınışını "işgal" olarak nitelendiriyordu. 

Paris Fonoloji Enstitüsü’nde, Atina Amerikan Üniversitesi’nde, Paris’te Censier Üniversitesi’nde, Berlin Serbest Üniversitesi’nde, Amsterdam Üniversitesi’nde konferanslar verdi. Herkesin çünkü Elias’ın anlatacaklarına ihtiyacı vardı... Petropoulos, Fransız PEN Kulübü’nün ve Yazarlar Birliği’nin üyesi bile oldu. 

Elias Petropulos’u nasıl tanımlamak gerektiğini bilemiyorum. Nasıl bir yazar ve şair olduğunu saptamak, bilinen kalıplara sokmak çok  zor. O kendisini «folklorist » olarak tanımlıyordu. Bu tanıma uymak lazım diyorum. Ama Elias biraz daha fazlasını da hak ediyor mutlaka. Bence ülkesinin, halkının en ilginç, en çalışkan ve en verimli yazar, şair, düşünür ve büyük folkloristi. Tepkisini hemen dışa vuran, içindeki çocuğu öldürmemiş, özgürlük düşkünü, bizzat kendisi özgür düşüncenin en iyi temsilcilerinden biri, uslanmaz cinsinden asi. Sağcıların, ırkçıların ve her türlü iktidarın boy hedefi. Ama bunu hiç takmayan. Kitapları her iki Yunanistan Komünist Partisi kitapevlerinde ve kütüphanelerinde yasaklı. Ve bundan hınzırca bir zevk alan. Her türlü milliyetçiliğe, her türlü dine ve dinsel duygulara sapına kadar düşman. Ve kavgasını her alanda her zaman yürüten bir mücadaleci. Tam bir pehlivan. Yorulmaz eleştirici. Tam anlamıyla kalender. Çelebi desem daha çok memnun olur eminim. Türkleri çok seven.  Akdeniz  Akdeniz Müzik Festivali»ne Zülfü Livaneli’nin aracılığıyla Yunanistan’ı temsilen katılıp 12 puanı Türkiye’ye, sıfır puanı Fransa’ya yapıştırıp Türk şarkıcının ödülü almasına yol açan, bunu anlatmaktan asla yorulmayan, sevimli, neşeli, heybetli, yazmayı, gezmeyi, yemeyi ve içmeyi ve güzel kadınları çok seven günümüzün adamı. Evet artık aramızda değil. Tamam ödevlerini yaptı, kendisine ayrılan zaman çetvelini doldurdu ve bize eserlerini emanet edip ayrıldı. Evet Elias’ın kahkahası artık Paris kahvelerinde ve lokantalarında çınlamayacak. Çünkü Elias, 3 Eylül 2003’te bir işi çıktı ve dostlarını bırakıp gitti. Ah Elias ah! 

Ama eminim Rue Mouffetard taraflarına doğru yürürsek aniden çok dar ve çok uzun bir sokakta karşımıza çıkabilir. Pat diye ! Karalara bürünmüş: Tepeden tırnağa. Ellerinde kara eldivenleri: İz bırakmamak için: Nereye gittiği bilinmesin diyedir. «Haydi, diyebilir, haydi rakı içmeye gidiyoruz.» Tamam mı?

 

 
 

    ® Öz Yapım oHG   H@vuz Yayınları - Kitaplar                              ©  Dergi H@vuz  ISSN 1864-0524