ana sayfa / editorial / içindekiler / h@vuz'dakiler (biyografi)
 iletişim-erişim/  yapıt gönderme yerleği /  ilkelerimiz / arşiv

 
Mıhçı Sokak

   

Varlığının tüm ağırlığını ve bilincini yüklenmiş olarak, Mıhçı Sokak’ın karşısında dikilmiş, nedensiz bir tedirginlikle duruyordu şimdi. Dünyanın sesleri, yetişmeleri, hesaplamaları, hırslanmaları, ayrımları, süreçleri, iş tanımları, işbirlikleri, yeryüzünün körü körüne kabullendiği tüm  bu hoyratlık; yani kendisini buraya kadar taşıyan, ulaştıran ve şu an arkasında kalan her şey, herkes daha da hızlı bir şekilde deviniyor, vızıldıyor, bazıları sokağın girişine -onun bulunduğu- yere kadar gelmeye cesaret ediyor ancak sırtına teğet geçip kendi mecralarına doğru geri kaçışıyorlardı. Artık, belirgin bir karşıtlığın varlığından hiç şüphelenmeden, bir yerlere ait ya da dahil olmaktan çok daha sarsıcı, daha yoksun bir araf duygusunun içinde, bekliyordu.

Sonra birden yağmur başladı. Arkasındaki dünyanın koşuşması daha da hızlandı, herkes bir yerlere sığınmaya çalışıyordu. Bu kaçışma eyleminden taşan biri, elindeki şemsiyesiyle birlikte Mıhçı Sokak’ın girişine, onun yanına kadar geldi. Bir süre sokağı süzdü ama sonra vazgeçip geri döndü; daha güvenilir bir yerlere yöneldi. Çok geçmeden, yağmur son hızına ulaştığında, arkasında kalan o övünç dolu dünya terk edilmişçesine ıssızlaştı.

Böylece, geceye dönmek üzere olan bir akşam vakti, koyu ıssızlıkları arkasında bırakarak Mıhçı Sokak’a ilk adımını attı. Uzun süre bir şeyler yapmadan durmanın, beklemiş olmanın verdiği yorgunluğu üzerinde hissediyordu. Bir apartmanın girişine doğru  yürüdü, dış kapıdaki ufak boşluğa sığındı. Çantasına sarılıp yağmurun müziğiyle birlikte  uykuya daldığında, Mıhçı Sokak sakinleri perdelerin arkasından yavaş yavaş geri çekildiler. Sonra yağmur birden bire durdu. Müziğin kesildiğini hissedip uyanır gibi oldu ama uyku yanından ayırmayacaktı onu. Çünkü buna ihtiyacı vardı.

Uyandığında karşısına dikilmiş, kendisini izleyen küçük bir topluluk gördü. Aralarında çocuklar da vardı. Sabah olmuştu. Toparlandı, kucağındaki çantasını bir kenara bıraktı, ayağa kalktı. Orta yaşlı bir erkek topluluktan ayrılıp yanına geldi. Diğerleri dağıldılar, apartmanlarına geri döndüler. 

Orta yaşlı erkek:
“Bana Mıhçı derler, taşı yüzüğe mıhlarım.” dedi. Cebinden bir simit çıkardı ve uzattı. Elleri yıpranmıştı ama biçimsiz değildi. Yüzü korkutucuydu ama çirkin değildi.

Mıhçının uzattığı simidi ses çıkarmadan aldı, bir parça koparıp yemeye başladı. Mıhçı, konuşmasına devam ediyordu:

“Yollarda yürüdün, önündeki dikenleri aştın ve bir sürüyü arkanda bırakıp buraya kadar geldin.” dedi. “Burada, bu sokakta, göz gözü görür. Ama, gene de, yalnızsın. Bunu bilesin…” diye ekledi, yeni gelenin yanından çarçabuk ayrıldı. Kaçıyor gibiydi ama acelesi yoktu.

Mıhçı’nın söylediğinin yükünü sırtlanması gerekiyordu. Ancak, her yerde baştan söylenen, peşin peşin vurgulanan, üzerinde anlaşılan bu mesafeyi, suskuyu belki de tavrı sokağa girdiği andan itibaren umursamaz olmuştu. Kaldırımın kenarına oturdu ve mıhçının verdiği simidi yavaş yavaş bitirdi. Bir süre etrafına bakındı; perdeleri, apartmanları, kapıları süzdü. Sonra çantasından defterini ve kalemini çıkardı. Defterdeki yazılı sayfaları tuttu, birkaç saniye durakladıktan sonra kopardı, kaldırımın kenarına bıraktı. Bir süre önündeki boş ve uysal sayfaya baktı, ne yazacağını düşündü. Ardından silkelendi:

“Bu, ilk gün... Yazıyı sayfaya mıhlamaya başladım.”  diye yazdı.

Mıhçı Sokak sakinleri, bir kez daha, perdelerin arkasından yavaş yavaş geri çekildiler.


Mevsimsiz Yayınları
| Selanik Cd. 28/18 Kızılay/Ankara
 - Telefon: 312-4178877
İkia Dağıtım | Gülbahar Mh. Gayret Sk. No: 21/1-2 Mecidiyeköy / İstanbul -

Telefon: 212-2724556




   
 

Zafer Yalçınpınar/ 3 mart 2005