ana sayfa / editörden / içindekiler / iletişim / arşiv / havuz hakkında

 

Sarışın Dilberin Ben'i...


             

“Büyük adam ne zaman ve hangi alanda küçük adam olduğunu iyi bilir. Küçük adam küçük olduğunu bilmez ve bunu bilmekten korkar. Kendi küçüklüğünü ve yetersizliğini başkalarının gücü ve büyüklüğünün kendisinde uyandırdığı güç ve büyüklük görüntüleriyle örter. Büyük generalleriyle övünmektedir ama kendisiyle övünmez. Kendisinde var olan düşünceye değil, kendi aklına gelmeyen düşünceye hayrandır. En az anladığı şeylere en çok inanır ve kolayca anladığı fikirlerin doğru olduğunu kabul etmez….”

Wilhelm Reich’in  “Dinle Küçük Adam” adlı yapıtından alınan yabana atılmayacak bu sözler; bugün trafik kazalarından, cinnet geçirenlerden, asgari ücret tartışmasından uzaklaştırırken parmaklarımın dokunduğu tuşlar, çocukluğumdaki büyük adamların ne kadar küçük olduklarını ekranıma yansıttı.

Oysa bugün, güneşin tenimi ısıtan renginden, yaz çiçeklerinden. Hani o begonyaların çiçeklerini gizlice kopardığım günlere yolculuk yapmak ister sabah gazetelerine göz gezdirirken  ben’leri gördüm.

Küçük adam, büyük adam’lar.

Tüm sorun da küçük ve büyük adam olmaktan kaynaklanmıyor mu?

Benlik öylesine gelişmiş ki yaşamımızda.

Soframız aşkımız, yemeğimiz, canımız olmuş.

‘Ben’ bilirim… Ben yaparım… Ben okurum… Ben ben ben…

Ben’in sözlük anlamına baktığımızda ego, ene, haltendeki benek.

Bende ise; köle, kul, ben.

Bencillik (hodperestil) doğurmuş sözcükler adeta.

Senaryo “Ben” başrolde benim (sahici kadın), benimki (sahici erkek)  Rejisör benbencilik.

Tabi ki, bacakların arkasında ortadan dikişli ince çorabı ile 50’li yılların starlarından Belgin Doruk’un beni’nden söz etmiyoruz.

Ben de.

Hani o siyah-beyaz filmlerinde perdeyi uzun kirpikleri ve gözleriyle kaplayan Şoray’ın dudağının kenarındaki ben’i de değil bu.

Bu ben, miniklerin “ben de isterim” gibi de değil.

“Devletin”  As’larından parlamentoya kadar uzanıp, beyaz camda karşılaştığımız, boğaz köprüsündeki intihara kalkışan yağız delikanlının ben’ine kadar uzanıyor.

Tüm sorun ben’de. Evet yanlış anlamadınız tüm sorun ben’de.

Dudaklarını kalın göstermek için, rujunu etrafına bulaştıran kırmızı dudaklı fahişenin dudağının kenarına silah kalemiyle oturttuğu benin bile bir anlamı var kuşkusuz.

Sorun işte o ben’de… O ben onun fahişeliğini artırıyor…

O ben Şoray’ın tacını korudu yıllarca. O ben Susurluk kamyonundan fırladı.

Fırladı ve dilinin ortasına oturdu “sarışın dilberin”.

O ben şeriat sözcüğünü meclise taşıdı.

O ben laikliğin savunuculuğunu sokaklara döktü.

O ben Mustafa Kemal’i tabulaştırmadı mı?

Tüm sorun o ben’de.

Lahmacun kralı ve Türk müziği ile arabesk müziğinin acılı sesi İbrahim Tatlıses milletvekilliğine soyunacakmış. Öyle inşaatlarda atlet ile çalışmaya benzemiyor Tatlıses’in Millet-vekili olması. ”Ben” diyor acıların zengin veledi “Halkımıza hizmet vereceğim”… Kimler vermedi ki? Bir sen vermeden alsan ne olur?

Tüm sorun o ben’de.

Ben, diyen meclis kürsülerinde.

“Ben ülkemi en iyi şekilde temsil edeceğim” diyerek, yemin ediyorlar.

Sarışın dilber de öyle demedi mi?

“Ben” dedi, aldı prensini yanına. Ben’i tırmandı, tırmandı…

Sırça köşklerde ABD’nin çanını çaldı günlerce.

Ben’ler doğurdu benlikleri.

Kimi sarışın kimi esmer, kimi melez.

Kimi erkek kimi dişi.

Ben ise bugün “ben”imi anlatamamanın derdine düştüm.

Ben’im.

Ben’i satırlarda aramaya gerek kalmadı…

Mavi mor boyalı çatısında yuva yapan kırlangıçların yaşadığı çocukluğumdaki ben’in renkleri yaşama dalmış süzüyor.

Süzüyor Ben’i Ben’leri, Ben’liği.

Kırmızı kiremitlerin, mavi-mor boyalı evlerin yerini kaplayan beton yığınlarında ‘ben’ gecelerin sessizliğine bürünüyor. 

 

   
 

Vicdan Kayır

-

---- 2005 © Dergi H@vuz

2001 © H@vuz Bilgi Bankası