|
Sensizliği Üşüyorumiçin Ne dediler / Ne yazdılar?
'Sensizliği Üşüyorum' da Muzaffer Cezmi Doğaner
Eğitim fakültesini yeni bitirmişti tanıştığımızda. Duygularında yanık, kıpırtıları içine
sığmayan Anadolu'nun yayla insanı olarak tanıdım onu. Öğrenci öğretmen ilişkisiyle başlayan tanışıklığımız, zamanla her şeyi paylaştığımız bir dostluğa dönüştü. Bence şiiri anlamak için, şairin ne
yediği, ne içtiği, neyi sevip sevmediği önemli olmayabilir; ama, şairin geldiği yer, çilesi, yetiştiği ve içinde yaşadığı kültür ortamı, şiirin ana kaynağını bilmemize ve şiirlerini daha iyi
anlamamıza yardımcı olur düşüncesindeyim. Dostluğumuz sayesinde onu bu anlamda daha iyi tanıma fırsatı buldum. Şiirlerini dinlerken yaşamı adetâ bir filim şeridi gibi geçer gözlerimin önünden
Şiirlerini
yazdıktan sonra ilk okuduğu insanlardan biri oldum. Benden önce okuduğu dostların önerilerini de bana anlatarak "bak bu şiirimi dinle"diye gür ve yanık sesi ile başlardı okumaya.
Sohbetlerimizde efkârlanarak mutlaka konuyla ilgili bir şiirini okurdu. Şiir yazmayı özel bir eylem ve düşünme yöntemi olarak yapıyor. Türk Kültürü'nün yüceliği, Türk insanın güzelliği ve coşkusunun
yanında Türkçe'nin ak ve temizliği kişiliğine ve şiirlerine yansımış olması en belirgin özelliği olarak kendini gösteriyor. Şiir dili temiz ve katıksız bir Türkçe'dir. Şiirlerinin yalın bir
dille yazılmış olması ve içerik olarak ta günlük yaşamın ufak tefek olaylarından büyük sosyal kültürel gelişmelere kadar geniş bir yelpazeye dağılmışlığı okuyucuya haz veriyor.
Muzaffer dostumun sade,
gösterişsiz, fakat coşkularla dolu, hızlı bir çalışma temposu var. Yaşamı şiirine uygun. Kendisini durmadan eleştiren, yenileyen, sorunları kafasında aydınlığa kavuşturmuş, neyi, nasıl, niçin
ve nerede söylemesi gerektiğini bilen yaşamı ile eylemi arasında çelişme olmayan bir şair!
Temel eğitim, rehberlik merkezinde eğitim uzmanı ve Eğitim Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak çalışması kişiliğinde
geniş ufuklar açtı. Eğitimci, aynı zamanda bir sanatçıdır. Eğitimci yönü sanatçı kişiliği ile bütünleşiyor. Doğayı, insanları seven, dirençli, mert yapısı ile dost insan ve şiirler...
*
Sözcükler 'ağlamasın'
Murat Tuncel
Yaşamın
akışı içinde her şeyin bir başka anlamı vardır. Su, ağaç, çiçek, dağ hep bir şeyler söyler insana. İnsan bu kavramları usunda şekillendirerek, yeni erişimler yaratır.Yarattığı yeni erişimlere
ulaşmak için de yeniden yollara düşer. Muzaffer Yanık da kendi gönül gözüyle sözcüklerin dilini okuyarak yeni bir yola çıktı. Bu yol öyle bilinen dümdüz yollardan biri değil. Bu yolun her
yarım adım ötesinde büyük uçurumlar ve görünmez tuzaklar var. Önemli olan da, bu uçurumlara yuvarlanmadan, tuzaklara düşmeden sözcük dağlarına ulaşarak kullanabileceğimiz sözcükleri
seçebilmektir. Bu uçurumları aşabilmenin ve tuzaklara düşmeden sözcük dağlarına ulaşabilmenin tek yolu ise sözcüklerin seslerini duyabilmek ve onları kendi sesleriyle çağırabilmektir. Çünkü
sözcükler kendi sesleriyle çağrılmaz, yerli yerince kullanılmazsa şairin dediği gibi 'ağlar'lar. Ama unutmamak gerek ki, sözcük ağlaması insan ağlamasına benzemez. İnsan ağlaması geçicidir,
bir süre sonra gülmeye de dönebilir, ama sözcük ağlaması ne geçicidir, ne de gülmeye dönüşür...
Muzaffer Yanık, sözcükleri ağlatmamak için uzun bir uğraş verdi. Halk şiiri motiflerini kullanarak yeni
imgeler yarattı. Bu imgelerin sıcaklıklarını yakalayabilmek için yeniden çocukluğuna yolculuklar yaptı. Yıllar önce bırakıp geldiği dağlarını yeniden ama yüreğiyle ziyaret etti. Çocukluğuna
gömdüğü anılarının yerinde olmadığını görüp üşüdü. Üşüdükçe de sözcüklerin ve imgelerin sıcaklığına sığındı. Sözcüklerin sıcaklığına sığındıkça da dizeler oluşturdu. Dizelerinden oluşturduğu
şiirleri koydu yerinde bulamadığı anılarının yerine. Yani yitirdiği anılarının yerine şiirlere, dizelere, sözcüklere sığındı. Sığındığı sözcükler, dizeler ve şiirler ise onun şiirini
oluşturdu. Bu
ilk yapıtla onun şiirlerini tanıyacağız, duygu nehirlerinin okyanusuna doğru akışını izleyeceğiz, zaman zaman biz o, zaman zaman o biz olacak. Kimi dizede kendimizi bulacağız, kimi dizede
kendimize yabancılaşacağız. Ama bütün olarak dizeleri düşündüğümüzde halk şiirine uzanacak yüreğimiz. Bir başka şiiri okurken halk şiirine uzak düşüp, uzun soluklu modern şiirimizin eşiğine
adım adım yaklaşacağız. Bazı şiirleri okurken gurbet girecek düşlerimize, bazılarında gönüllerimiz açılacak da Muzaffer Yanık'ın gönül gözleriyle karşılaşacağız. Bu ilk şiir yapıtıyla MuzafferYanık
'ın şiirimize yeni ve anlamlı bir ses katmasını diliyorum.
MUZAFFER YANIK'IN ŞİİR EVRENİ ya da YANIK ŞİİRLERİN EVRENİ
Erol Sanburkan Batı Avrupa'da 'Türk Şiir Hazinesi'ne
birbirinden güzel şiirleriyle katkıda bulunan şairlerimizden birisi de Muzaffer Yanık'tır. Değişik dergilerde, şiir güldestelerinde boy veren Yanık'ın şiirleri, biraz da dostlarının
zorlamalarıyla, bir kitap olarak yayımlanıyor nihayet. Yanık'ın şiir dünyasına daldığınızda yeni ufuklar açılıyor önünüze; bir yanda sözcüklerin büyülü derinliği, diğer yanda da duygulu
bir yüreğin kanat çırpışları yaşam denen sonsuz boşlukta. Sıradanlaşmaya baş kaldıran bir kanat çırpıştır bu; okurunu da alıp, acıların, yoklukların, yoksunlukların, kısacası insanın 'insan'
olmasını engelleyen bütün ayak bağlarının dışına çıkarmaya çalışan bir süzülüş ... Var mısınız siz de bu yolculuğa?
Muzaffer Yanık'ın şiirlerini konuları açısından 'eşe- dosta şiirler', 'aşk- sevgi şiirleri', 'sıla
özlemini dile getiren şiirler' ve 'doğa sevgisini işleyen şiirler' olmak üzere dört başlık altında toplamak mümkün. Bütün bu şiirleri, şairinin yaşamını biraz daha yakından tanıdığınızda daha
büyük bir coşkuyla yüreğinizde hissedersiniz. Bu nedenledir ki, 'sanatçıya dönük eleştiri' kapsamında ele alınmalıdır, tahlile tabi tutulmalıdır Yanık'ın şiirleri; fabrikayı
tanıdığınızda, o fabrikada üretilen ürünü de tanıma şansınız doğar. Salah Birsel'in "Bir şiir, bir o şiire giren, bir de girmeyen sözcüklerden oluşur. (Şiirin İlkeleri)" sözü bu
bağlamda büyük anlam kazanır; sınırlı sayıda sözcükle başlayan keşif yolculuğu büyülü alemlerin içinde kaybolmakla nihayete erer. Yanık'ın çocukluk yılları acılarla,
sıkıntılarla doludur. Bu sancılı dönem bir karabasan gibi çöreklenir duygularının üzerine. Çocukluğum/ Dindiremediğim sancım (Çocukluğum) dizeleri bu durumu en çıplak ifadelerle ortaya döker.
Kendi toplumunun ilerlemesini engelleyen ayak bağlarını gözler önüne sererken de yaşadığı yerlerde karşılaştığı ilkelliklere göndermede bulunur Yanık. 'Çiçeği toplamadan biçmeyi
öğrendim' (Çocukluğum) gibi dizelerle ne zengin bir imgelem gücüne sahip olduğunu gösterdiği gibi, toplumsal geriliklerimizin altında yatan nedenleri de vurgulamış olur. 'Ben' derken aslında
'biz'i anlatmaktadır o. Birer birer yitirdikleri sevdiklerinin ardından göz yaşı döken, yaşanmamış yılların öfkesiyle bütün bir vücudu bir yürek gibi atmakta olan sessiz çoğunluğun
duygularının tercümanıdır Yanık. Yanık'ın duygularındaki yoğunluğu, şaire özgü buluş gücünü anlamak için şu dizelere bakmak yeterlidir: Sen bana koşarsın/ Bense
geleceğine (Oğluma); Yazını kıskanırım/ Seni benden alan en uzun zaman (Sevgilime); Yolların gönlümden geçer/ Uzaklığın az gelir (Kavuşmak Tutkum Benim); Söküp attım tarih denen kin yumağını
(Güz Yeli). Bir babanın zorunlu ayrılıklar karşısındaki sessiz çığlığını, zaman ve mekan çerçevesinde sevdiğinden ayrı kalmanın dindirilmez acısını, insanı insana düşman eden köhne
zihniyetleri bunlardan daha iyi anlatan kaç şiir, kaç şair tanıyorsunuz? Muzaffer Yanık'ın şiirlerinde Türk halk şiirinin ve çağdaş Türk şairlerinin etkisi kendisini hemen gösterir. 'Bensiz sen de yok
olmuşsun' dizesiyle Karacaoğlan'ı, Veysel'i getirir aklımıza; sanki 'Güzelliğin on para etmez/ Bu bendeki aşk olmasa' demektedir. Sokaklarda Bıraktık Dövüşü başlıklı şiirde geçen
'Dolana ay dolana' dizesi bir halk türkümüzün dizesidir. 'İlkyazım' başlıklı şiirinde geçen şu dizelere bakalım: Yaşayayım ömrümün ilkyazını/ Yeni baştan ... Yaşat çocukluğumu/ Eskilere götür
beni ... Bu dizeler Cahit Sıtkı Tarancı'nın 'Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan/ Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan' (Abbas); 'Affan Dede'ye para saydım/ Sattı bana çocukluğumu'
(Çocukluk) dizeleriyle ne kadar da benzerlik gösteriyor değil mi? Bu arada, uyanık bir okur, Yanık'ın, ne kadar sıkıntılı geçmiş olursa olsun, kendi çocukluğuna duyduğu özlemi fark etmiş
olmalıdır. Ne yazık ki, belki de ne iyi ki, 'Acı da mutluluğa aittir!' insan yaşamında. Bu gerçeğe ulaşıyorsunuz 'yanık şiirler'i okuduğunuzda. Yapısal olarak incelendiğinde, ilkin
'heceyle yazılan şiirler' ve 'serbest ölçüyle yazılan şiirler' biçiminde ikiye ayırmak olasıdır Yanık'ın şiirlerini. Bazı şiirlerin, özellikle Bakış'ın bir bölümü heceyle, bir bölümü de
serbest ölçüyle yazılmıştır ki, bu da şairinin henüz heceden kopamadığının kanıtıdır. Serbest ölçüyle yazılmış şiirlerde de mükemmel bir uyak düzeni tutturmuştur Yanık. Sarı saçım Urus yaptı/
Mavi gözüm utancım/ Çocukluğum/ Dindiremediğim sancım (Çocukluğum). İki İstanbul başlıklı şiirinde de İstanbul'u betimlerken şöyle diyor: Tabiat cenneti/ ... Beton cinneti. İşte cennet ve
cinnet sözcükleriyle zengin uyağın en güzel örnekleri. Şiirsel sözdizimi (poetic syntax) açısından Yanık'ın şiirlerine göz attığımızda devrik tümceler öne çıkar. Devrik tümce, bana göre,
Türk Dili'nin dünya dilleri karşısındaki üstünlüğüdür. Muzaffer Yanık, şiirlerinde yüklemleri başa alan devrik tümce kullanımından neredeyse bütün şiirlerinde yararlanmıştır. İşte şiirlerinin
arasına serpiştirilmiş birkaç örnek: Yeşersin yeni bir baharda sevgim/ Açmış kollarını sevince derde/ Bakma öyle arkamdan garip garip / Bomboştur özlemime uzanan yollar... Aynı zenginlik
'eksiltili tümceler' için de geçerlidir. Bütün bunların, bir dilin sınırlarını zorlamaya yönelik 'şair arayışı' olduğunu anlamamak mümkün mü? Yanık şiirlerin evreninde söz ve anlam
sanatlarının zenginliği de dikkati çeker. Kimi zaman eşsiz betimlemeler karşımıza çıkar 'Efkarlıyım' başlıklı şiirde olduğu gibi, hasretliği kıyamet gömleğine benzetir şair; kimi zaman
da 'Üşür sevdam saydam suratların ayazında' (Sensiz Geçen) dizesindeki gibi, güzel aliterasyon örnekleri sunulur.
Kanımca, Muzaffer Yanık'ı diğer şairler arasında şiirleriyle özgün kılan yanı, anlatım ölçütleri
çerçevesinde ortaya koyduğu önceleme (foregrounding), sapma (deviation) örnekleri ile, yapı ölçütleri çerçevesinde ortaya koyduğu koşutluk (parallelism) ve yineleme (repetition) örnekleridir.
Şu dizelere bir göz atalım: Saydam soğukluğundan/ Akseder güneşin içime (Sıcaklığın); Bir avuç sevdayım/ Çek damarlarına (Buğulu Gözlüm); Bir yaşam gezinir sayfalarında/ Kanat çırpışı
serçenin (Bir Defter Kapadım Sevda Yüklü); Eriyen donukluğumda nice kuğular yüzer (Yürüyen Sevdam); Oysa ölümler sevdalaşırsa eğer/ Umut hep parıldar kurtuluşa (Ürkmesin Umudun); Karanlığa
güneş olup açarım (İnsanım Ben). Şiir dilinde 'alışılmamış bağdaştırma'ların bu en ilginç örnekleri, şairin şiirlerini kurarken harcadığı emeğin de göstergesidir. Bu dizeler aynı zamanda
zengin 'abartma (hyperbole)' örnekleridirler; karanlığa güneş olup açmak, alev alev tutuşmuş sevda, yüksek dağların ayazında donmak, dalgalarıyla sarp kayaları zorlamak ve daha bin bir örnek
...Yanık'ın şiirlerindeki sapmalar da (kahkahalaşmak, yokluğunu üşümek, eskimemiş eskiler, sevdalaşan ölümler v.d.) ilk anda dil yanlışı gibi algılanırlarsa da, dikkatlice okunduğunda
şiirleri, aykırı duran sözcükler bile ayrı bir güzellikle keşfedilebilir. Kısa tutulması arzulanan bu yazıyı şöyle toparlayabiliriz: Yanık şiirleriyle yeni bir şair geliyor. Bir yanda Palandöken
Dağları'nın heybetli eteklerinde at koşturan; bir yanda gençliğini yaşayamamış annesinin ak saçlarına, daha yapacak, yaşayacak çok şeyi varken çekip giden babasının sessiz gidişine yüreği
kabararak göz yaşı döken ... Vatanına, memleketine duyguyla, ama daha çok bilgiyle bağlanmaya çalışan; o toprakları ve o toprakların insanlarını perişan eden ilkelliklere, aymazlıklara isyan
eden bir yanda; bir yanda da şimdi yüreğinde yalnızca derin bir sızı olarak kalan o ilk, belki de tek sevgiliyi unutamamanın verdiği buruklukla dizeler döken ...
İnsan sıcağı var Yanık'ın yanık dizelerinde.
-Eline sağlık Yanık. Yazmaya devam et.- |