25 Ekim 2003 Şiir Şöleni, Almanya, Darmstadt
 
 M. Halit UMAR tarafından yapılan açılış konuşmasının tam metni:
 
Ladies and Gentlemen,
 
As the publisher of Turkish Literature, Culture & Arts Magazine ANAFİLYA, I am so delighted to have you as my audience. Thank you, everyone, for being here today with us to celebrate the First Contest of Poetry which was organized by Nida ÖZ who whishes to encourage people living abroad, writing Turkish poems. The aim of my speech, just before announcing the results of the votes of the jury, is to give some examples of well-known poets. By this opportunity, we want to express our most sincere thanks to the Interkultureles Buro of the City House of Wissenschaftsstadt Darmstadt. Now, please excuse me if I inevitably go further with Turkish.
 
Bayanlar ve Baylar,
 
 Değerli konuklar, Türk Yazın Sanatına baş koyan dostlar, bir HAVUZ SANAT İNİSİYATİFİ olan şiir şölenine hoş geldiniz. Havuz Bilgi Bankasının davetlisi olarak aranızda bulunmaktan, sizlere buradan seslenmekten mutluyum.
 
 ***
 
İnsanoğlu önce sesi, hemen arkasından sözü buldu. Sözcüklere yüklediği anlamlarla dilleri yaptı. Ama bu hangi dil olursa olsun söz sesten ayrılmadı. Konuşma sanatı denildiğinde, önceleri şiirsel anlatım geliyor. Toplumu, güzel konuşmaları, öyküleri, kahramanlık hikayeleri ya da ağıtlarıyla etkileyenler, eski çağların ozanları, söze daha derin bir anlam eklemek için ellerine sazlarını aldılar. Lir ile epik şiirlerine müzik de katarak yüzyıllar boyu insanı büyülemeyi, o şiirsel anlatılarını zamanımıza dek yaşatmayı başardılar. Epik çağda şiir, şirin yaratılan oluyor (Poiesis).
 
Azra Erhat ’ın Türkçeye uyarladığı, Homeros’un, Odysseia adlı epik manzumesinden birkaç dize size:
 
Düşündü taşındı, en iyisi sığınmaktı
Şu ırmağın yamacındaki ormana.
Tırmandı, vardı bir çalılığın dibine,
İki zeytin ağacı vardı orada,
 
Nice ozanlar geldiler, geçtiler... Ne çok şiir okundu, dinlendi, insanoğlu yazıyı bulup kullanana kadar. Artık şiir yazılıyor, İnanna’nın ağıtları, Homeros’un ağızdan ağıza geçen epikleri çok geride kaldı.
 
Yaşı insanlığın yaşına denk olan şiir denen sanat, büyüleyen, alıp götüren duygu yoğunluğu ile sese bürünmeye devam ediyor ama yeniden tanımlanması, “Şiir nedir?” sorusuna kişinin kendine göre yeniden bir yanıt aramasını da engellemiyor.
 
Bu yarışmaya katılan arkadaşlarımızdan bazıları bunu açıkça ortaya koymuşlar yapıtlarında. Bakın, ismini bilmediğim, belki de şu anda aramızda bulunan bir arkadaşımızdan yaptığım kısa alıntı bunu nasıl anlatıyor :
 
Şiir Dedikleri
 
bir okşayıştır şiir
dokunmaktır tenine yaşamın
yüreğini sıkan duygulardır
kanadındaki renk cümbüşüdür kelebeğin
arının bala kattığı çiçek
karıncanın taşıdığı yiyecek
bir yakalayıştır şiir
 
Artık şiir yalnızca ağızdan ağıza, kulaktan gönüllere geçmekle kalmıyor; okunuyor, k kağıtlar üzerine, bazen soğuk bir bilgisayar ekranına, yazılıyor.
 
Gönül sesini, haykırışını, sevgini, isyanını, aşkını yazıyorsun.
Belki sılayı, gurbeti, hasreti... dile getiriyorsun, dizelerle söyleşip, sözcüklerle sevişiyorsun. Eline almışsın kalemi, şiir yazıyorsun.
 
Kul olayım kalem tutan eline
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz
Şekerler ezeyim şirin diline
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz
 
Pir Sultan Abdal
 
“Tüm yeryüzü vatanındır” diyebilen Rotterdamlı filozof Erasmus’un düşüncesini benimseyen, yabanda anadilimizle yazın sanatımızı yaşatmaya çalışan, ama bazı kendini bilmezlere göre Frengistanda yaşayan bizlere, son zamanlarda dil uzatıldığına tanık olduk. Siz doğru bildiğiniz yolda yürümeye korkmadan devam edin, Ahmet Selçuk İLKAN’ın - Yakılacak Şiirler> adlı kitabından aldığım DOĞRUDUR adlı şiirine iyice kulak verelim:
 
"Kendilerini hep "çok" bizi hep "yok" saydılar
Ve sonra kuyruklu bir yıldız gibi kaydılar, kayboldular..."
 ...
 
Doğrudur
Vur patlasın çal oynasın gecelere
Gözyaşımıza gülenlere
Kalbini cebinde unutup gezenlere
Bu vurdum duymazlara
Bu şiirsiz şarkılara
Bu asrın hatası bestelere güftelere
Kendisinden başkasına yar olmayan şairlere
Böylesine yazarlara çizerlere
Cümle uyur gezerlere
Hayretim
Doğrudur!
 
...
İşte o gün, bugündür
Kadın gibi kadına
Adam gibi adama
Hasretim
Doğrudur!
 
Salah Birsel, Türkiye Şarkısı adlı şiirinde sesle sözün nasıl bir musiki yaptığına değiniyor:
 
Fuzulî Haşim ve Tokadî Zade
Senin tazeliğinle yarattı şi’ri
Boşuna görünmedi meydanlarında Dede
Söylediler ne söyledilerse dilinde her biri
Fuzulî Haşim ve Tokadî Zade
 
Sen kalbe yayılan sesi Hacı Arif beyin
Fikrolur yeşerirsin zamanla
Sen nefesisin her üflenen neyin
Camisin türbesin mesçitsin Sinan’la
Sen kalbe yayılan sesi Hacı Arif beyin
 
Hazır Fuzulî demişken, gazelinden küçük bir alıntı yapmadan geçemiyorum:
 
Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-i sebâdan gayrı
Bezm-i aşk içre Fuzûlî nice âh eylemeyen
Ne temettu bulunur bende sadâdan gayrı
 
(Bana, ne gönül ateşinden başka kimse yanar,-ne de tan yelinden başka kimse kapımı açar.
Fuzûlî! Aşk meclisinde nasıl ah etmeyeyim? -bende sesten başka ne kâr bulunur.)
 
Türk Yazın sanatının geçmişinde, kalıplar içinde, sözü sesi birlikte bulma ve şiir yaratma kuramı vardı. Bu tür şiirler musikimize de tükenmez bir kaynak oluyordu. Hüseyin Rifat’ın bir şiirini burada örnek olarak vereyim:
 
 
SEN NAZLA GEZERKEN GÜZELİM
 
Hüseyin Rifat             Müzik: Kâzım Nâmi ERDÖLEN
 
Sen nazla gezerken güzelim güller içinde
Ben şiir okusam hüsnüne bülbüller içinde
Yaslan şu yetim kollara bir kerecik olsun
Ben can vereyim şevk ile kâküller içinde
  
İstanbul merkezli Türk Şiiri, geçmişteki 4-5 yüzyıl boyunca, kalıpların ve az kişinin anladığı bir dilin etkisinden kurtulamamıştır:
 
Cem mezhebi vaktinde şu dünyâ ne’ydi
Cûşîşle akan hayât rindâne’ydi
Günler geceler her biri bir türlü şerâb
Nef’î sâgar Nedîm meyhâne’ydi
 
diyor Yahya Kemal Beyatlı.
  
Oysa Türk insanı ta Asya’dan kopup Anadolu’ya gelirken yanında, gönlünde, öz dilinde özündeki şiiri getirmemiş, ozanlar hem söylemiş, hem çalmış hem de coşturmamış mıydı halkı?  Köroğlu’ndan:
 
Mert dayanır namert kaçar
Meydan gümbür gümbürlenir
Şahlar şahı divan açar
Divan gümbür gümbürlenir
  
Ya Yunus EMRE:
 
Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dünü günü
Bana seni gerek seni
 
***
 Taştın yine deli gönül
Sular gibi çağlar mısın
Akdın yine kanlı yaşım
Yollarımı bağlar mısın
 
Bu yarışmaya giren şiirlere baktığımda, katılımcıların bir zamanların alışılagelmiş kalıplarını kırmak istediklerini, serbest dizeler ve yazımlarla yeni arayışlar içinde olduklarını, küçümsenmeyecek sayıda arkadaşımızın da İstanbul özlemini konu olarak seçtiğini gösterdi.
 
Dilerseniz Orhan Veli’yi dinleyelim:
 
 İstanbul’u Dinliyorum
  
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
.....
  
Çağdaş Türk şiirine güzel bir örnek:
 
ORMAN
 
Birsen FERAHLI
 
zaman anılar ve yüzler
karışık bir orman
yürümeye kalksam yol yok
arıyorum kendi ağacımı
bulmaya imkan yok
ne elmayım
ne erik
ne de kavak başında yeller esen
çınar fazla
çam eksik
dalı uysa
kökü uymaz
çiçeği tutsa
yaprağı tutmaz
meyvesi ayva nar kiraz
bu iklimde bu poyrazda sürgün vermiyor
can suyum elime ayağıma ermiyor
orman deyip geçiyorum içinden
 
Adını ne koyarsanız koyun yabanda yaşıyor, sılanın ateşini duyuyoruz. Kendimizi ne kadar soyutlamak istesek de gurbetin izlerini yaşamımıza, söze, şiire katıyoruz. Bu böyle gelmiş böyle gidiyor. Bakın Karacoğlan ne demiş:
 
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif deyi
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif deyi
 *
 Çok sevdiğim Hasan Dağı
Şu dumanın hal olma mı
Senin gibi yüce dağın
Eğlim eğlim yol’olma mı
....
 
Konya’dan başlayan sıla yolunun üzerinde karşıma çıkan han, zamana karşı duramamış, çökmeğe, yok olmağa yüz tutmuştu:
  
Hasan Dağı - Yolcu Yolunda Gerek
                                       m. h. Umar
 
Bir görkemli ev varmış
Eskilerden kalmış
Hasan Dağı’nın eteklerinde
Yol üzeri…
 
Geçenler kapısını çalarmış
Geceleyin
Bencileyin
 
Hancı, oy hancı
Gelen ben, yolcu
 
Nerede şimdi o atlı
O gurbetçi
han
ya o hancı
 
Bir dile gelse
söylese
Geride kalan
İki kanatlı kapı
 
Finally, dear friends, before thanking you for your kind attention, I would like to read the last part of a poem which is deeply felt, masterly written, and published in Ein Kind Dieser Gegendby an exceptional poet; you know him well.
  
.....
on this winter evening
while only cold sweeps...
into here
-into this room-...
when the door was opened
you swept this time
welcome
 
 
Değerli dostlar, bu yarışmaya katılan tüm şiir dostlarını gönülden kutluyorum; çünkü katılmak, dereceye girmek kadar değerli ve anlamlı bence. Sizlere çok sevdiğim bir şiirin son bölümünü okuyarak hoş ve şiirle kalın demek istiyorum:
 
  .....
buraya
- bu odaya -
bu kış akşamı
sadece soğuk girerken
açıldığı zaman kapı
bu sefer sen girdin
hoş geldin