Yayınevi: Berfin Yayınları / Dizisi: Roman Dizisi
Yazarı: Ali ARSLAN
Kapak / Resimleyen : Ali ZÜLFIKAR
Basım Yeri / Tarihi : İstanbul / 2002 – Mart

 

Serçe I

Serçe, 1938 yılında, daha dört yaşındayken Kütahya'ya sürgüne gönderilen Dersimli bir kızın; İkinci Dünya Savaşı şartlarının Türkiye'sinde geçen yaşam serüvenini anlatıyor. Önce bir asker ailesinin yanına verilir bu küçük kız. ama orada, Türkçe öğrenmeyi bir türlü beceremediği için dövülür. Sonra, bir doktor ailesine sığınır. Orada, kimse onun adını bilmez, o da, dil bilmediği için adını söyleyemez. Serçe adını verirler ona. Oysa asıl adı Zemi'dir. Doktorun da küçük bir kızı vardır, Serçe o kızdan öğrenir Türkçeyi. Ama bir süre sonra oradan da kaçmak zorunda kalır... Oradan oraya savrulur, bir yandan onurunu ayakta tutma, bir yandan da yaşamda kalma savaşı verir. İnsanca duygularla dolu olun bu roman, o günlerin Türkiye'sinden pek çok insan tiplerini betimler. Serçe'nin dramatik serüvenini okurken, ülkemizin o günkü politik ve sosyal şartlarında onunla birlikte yaşayacaksınız; onunla birlikte korkacak, sevinecek ve heyecan duyacaksınız.

" Serçe, dil ve anlatım özellikleri, hepsinin üstünde insan iliskileri açısından pek çok güzelliğin, inceliğin toplandığı bir romandır. Okurken bir halk adına acı çektim, kendi kendimle hesaplaşmak gereğini duydum. Öyle ümit ediyorum, Türkiye edebiyatında seçkin bir yeri olacaktır." (Fakir Baykurt)

 

 

Yayınevi: Berfin Yayınları / Dizisi: Roman Dizisi
Yazarı: Ali ARSLAN
Kapak / Resimleyen : Nesimi ADAY
Basım Yeri / Tarihi : İstanbul / 2004 - Nisan


Serçe II

Bu ikinci ciltte Dersimli küçük kız Serçe'yi, artık bir İstanbul hanımı olarak tanıyoruz. Hiçbir zaman tadına varamadığı aşkı yaşamak ister ve bir subaya aşık olur. Ama bu ilişki ondan daha büyük bir düş kırıklığı bırakarak biter. Serçe öylesine büyük bir düşkırıklığı yaşar ki, artık yaşamanın bır anlamı kalmaz ve yaşamına son vermek ister. Bir rastlantı sonucu kurtarılır ama artık bu kentte ve bu ülkede kalmak istemez. 1960'lı yılların başında Almanya'ya işçi olarak gider. Tüm az geişmiş ülke insanlarında olduğu gibi onun kafasında da ideal bir Avrupa vardır. Orada her şey iyi, herkes esittir, musluklardan su yerine para akmaktadır, bir sandalyeye oturup ara sıra bir düğmeye bastın mı tamam, iste orada çalışmak budur. Serçe bir metal fabrikasında çalışmaya başlar; hiç de öyle ara sıra düğmeye basılarak yapılan bir iş değildir bu. Serçe, insanın her dakikasını emen müthiş bir çarkın içindedir artık...

"Serçe'yi bir solukta okudum. Yakın geçmişimizin üzerine böyle yiğitçe yürümek, onu bir roman düzleminde sorgulamak, onunla bir yazar sorumluluğuyla hesaplaşmak, hangi yandan bakarsan bak kolay değildir. Arslan zor olanı seçmiş. Bu bilinçli bir seçim elbette."

SERÇE I -II

Yorum

Ali Zülfikar

Yazar Ali Arslan’ın “Serçe”adlı romanı Berfin Yayınlarında ikinci baskısını yaptı. Romanın birinci cildi 1988’de ilk kez Sistem Yayınlarında yayınlanmış, okurdan oldukça ilgi görmesine rağmen, her nedense yazın çevreleri bu önemli romanla ilgilenmemiş, üzerinde fazla durmamışlardı. Oysa Serçe romanı, gerek içeriği, gerekse dil ve biçimi bakımından üzerinde durulması gereken, Türkiye yazınında tek olan bir roman özelliğini taşıyor. Bu yüzden, ikinci cildi de şu günlerde yayınlanan Serçe romanı üzerine yazmayı, onu okura daha iyi tanıtmayı, kendime görev sayıyorum.

Burada, Berfin Yayınları sahibi Sayın İsmet Arslan’ı, ekonomik krizin böylesine ağırlaştığı bir dönemde, büyük yayınevlerinin bile cesaret edemeyeceği, konusu bakımından cesaret isteyen böylesi kapsamlı bir romanı yayınladığı için kutluyor ve teşekkür ediyorum. Burada hemen belirtmekte yarar görüyorum; yazar ve yayıncı aynı soyadı taşıyorlar ama aralarında hiç bir akrabalık bağı bulunmuyor, hatta bildiğim kadarıyla tanışmaları bile bu romanın sayesinde oluyor.            

Serçe, Dersimli Alevi ve Kürt bir kızın ta günümüze değin, Almanya’ya kadar uzanan gerçek yaşam öyküsünü irdeliyor. Bu kız daha dört yaşında iken, 1938 Dersim olaylarında tüm ailesini yitirir, kendisi de yaralanır, yaraları bir hastanede iyileştirildikten sonra, diğer kırk kişi ile birlikte Kütahya’ya sürgüne gönderilir. Kütahyalılar, “Kızılbaş” dedikleri bu insanların kente gelişini büyük bir uğursuzluk sayarlar. Kimsi, “başımıza taş yağacak”, kimisi de “kurbaga yağacak” demeye başlar. Küçük kızla birlikte bu kırk kişi bir hana yerleştirlirler. Ama kimse onlara yiyecek vermediği için, handa aç kalırlar. Daha sonra bu insanlar, kentin ileri gelenlerine hizmetkar olarak verilir. Küçük kızı da bir subay ailesi alır.           

Aynı zamanda askerlik şubesi başkanı olan subayın evinde, küçük kızın Türkçe bilmemesi hayretle karşılanır. Ona Türkçe öğretmeye karar verirler ve bu görevi, albayın on beş yaşlarındaki oğlu üstlenir. Bu çocuk kışlada öğrendiği işkence yöntemlerini kullanarak Türkçe öğretmeye çalışır. Ama küçük kız, zorla bir kelime üğrenmeyi dahi kabul etmez. Bu yüzden de çok dayak yer ve altına işemeye başlar. Bir de altına işediği için dayak yer. Sonunda ona doktora gönderirler. Doktar, kızcağızın halini görür ve evine almaya karar verir. Albay ve ailesi doktorun bu talebine karşı çıkmazlar, zaten ondan kurtulmak istemektediler.            

Doktor ve ailesi de küçük kızın Türkçe bilmemesini şaşkınlıkla karşılarlar ama onlar subayın evinde olduğu gibi davranmazlar. Onu kendi haline bırakırlar, küçük kız doktorun kendi yaşındaki kızıyla iyi anlaşır, onunla oynarken Türkçe öğrenir.

Başlanğıçta küçük kız adını söyleyemediğinden, ona bir ad aramaya başlarlar. Doktorun hanımı o gün yaşadığı bir olayı anlatır. Sabahleyin evi temizlerken, pencereyi açtığında içeriye içeriye bir serçe kuşu düşer. Kuş kanadından yaralı olarak, korkuyla adeta hanımın ellerine sığınır. Hanım kuşu sever, okşar, korkularından kurtulmasına yardımcı olduktan sonra, kanadına merhem sürer, onu gene pencerinin önüne koyar. Kuşçağız bir süre orada dinlenir, sonra uçup gider. Şu raslantıya bakın ki, aynı gün bu küçük kız gelir! Hepsi, bu raslantının çok anlamlı olduğunu düşünürler ve ona “Serçe” adını verirler. Ama onun gerçek adı Zemi’dir. Serçe gerçek adını ve kimliğini onyedi yaşında genç bir kadın olduğu zaman, yine bir raslantı sonucu öğrenecektir.

YAZARIN  ROMANA  YÜKLEDİĞİ  ANLAM               

Bir süre sonra Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı başlar. Yazar, bir yandan Serçe’nin serüvenini anlatırken, bir yandan da, ülkelimizin o günlerdeki politik panaromasını çizer. Örneğin; Kütahya esnafı arasında Hitler’in gerçek bir Müslüman olduğu, onun bütün Müslümanlar tarafından desteklenmesi gerektiği halk içinde yayılmaya başlar.Turancılık güç kazanır; Hitler’in Türklere tüm Türkistan’ı vereceği, bu fırsatın kaçırılmaması gerektiği söylenir, Almanlar ile birlikte Sovyetler Birliğine karşı savaş açılması için propaganda yapılır. Aydın ve yurtsever öğretmenler daha o günlerde sürülür, cezalandırılır. Tıpkı bu günlerde yaşadığımız gibi, dürüst insanlar ya bir kenara iteklenir, ya da hapishanelere. Ama namussuzlar ve hırsızlar önemli köşeleri kapmaya başlarlar.           

İşte bugünlerde Serçe, Doktorun kızı ile birlikte okula alınmadığı için evden kaçar. Bir raslantı sonucu, İstanbul’daki bir öğretmenin evine verilir. Orada okuyacak, tıpkı Doktorun kızı gibi olacaktır. Ama orada da okula gidemez. Şartlar gün geçtikçe daha da ağırlaşmaktadır. Hitler’in orduları, Yunanistan sınırına dayanmışlardır. Yunanistan’dan katliam duyumları gelmektedir. Ülkemizde yiyecekler karneye bağlanmış, insanlar günde yüz elli gram ekmek alabilmek için saatlerce bakkal kuyruklarında beklemeye başlamışlardır. Serçe ise, hala altını ıslatmaktadır. Bu yüzden öğretmen hanım tarafından evin çatı katına kapatılır. Kışın soğuk günlerinde, işediği ıslak yatağında yatmak zorundadır. Hastalanır, ateşler içinde kalır. Öğretmen hanım, onun karnesiyle yiyecek alır, aşağıda arkadaşlarına ziyafet çeker.            

Bu ziyafetlerin birinde Serçe, çatı katındaki  bir delikten aşağıyı izlemeye koyulur, bu sırada orada öylece uyur kalır. Bir süre sonra, aşağıdakilerin üzerine bir sıvı akmaya başlar. Önce hepsi şaşırır, öğretmen hanımın yüzü kızarır. Sonra, bu akan sıvının, yukarıda, çatı katında kalmakta olan Serçe’nin sidiği olduğunu anladıklarında şaşkın kahkahalar atmaya başlarlar. Arlarında bulunan öğretmen –şair; “Yıllardan beri gördüğüm en olağanüstü olay işte budur! Dünyanın en büyük protestosu bu işte! Aşağıda şarap kadehleri önünde insanlığın kurtuluşu üzerine gevezelik eden bizlerin tepesine, yukarıdan aç bir çocuk işedi!” diye haykırır.           

Serçe bir süre sonra bu evden de atılır. Yaşadığı kabus dolu olaylardan sonra, daha onüç yaşındayken İstanbul’da evlenir, bir yıl sonra anne olur. Evlendiği oğlanın ailesi aşırı dinci, Sünni bir ailedir. Önce Serçe’nin yeterli din eğitimi almadığını sanırlar, ona din eğitimi vermek isterler. Ama Serçe’nin bebeğinin kimliğinin çıkarılması sırasında onun gerçek kimliğini öğrenirler. Gelinlerinin bir “Kızılbaş” olduğunu öğrendiklerinde sanki bir felaket olmuş, dünya başlarına yıkılmış gibi dehşete kapılırlar. Serçe’yi odasına kapatırlar ve evdeki her şeyi yedi kere yıkamaya başlarlar. Serçe, can korkusuyla pencereden atlayarak ve bebeğini bırakarak oradan da kaçar. Yaşam onu fırtınalar gibi savurur durur. En sonunda gerçek kimliğini ve babasının yaşadığını öğrenince müthiş bir heyecan duyar. Hemen Tunceli’ye gitmeye karar verir ve gider. Ama orada büyük bir düş kırıklığı yaşar; dilini unutuğu için ailesiyle konuşamaz. Ve babası artık onu kendilerinden saymaz, çünkü o “sürgünde” büyümüştür.            

Serçe ikinci romanda aşık olur, gerçek aşkı tadar. Ama müthiş bir düş kırılığı ile biter aşkı. Bundan sonra artık ülkede duramaz, yurtdışına, Almanya’ya işçi olarak gider. Yazar bu kez bize Almanya’yı, farklı kökenden insanlara karşı oradaki uygulamaları anlatmaya başlar. Aslında hiç bir fark yoktur, sadece, aynı şeyler burada kabaca, orada kibarca yapılmaktıdır.

ROMANIN DİLİ  VE  TOPLUMSAL GERÇEKÇİLİK               

İçeriğinden de anlaşalıcağı gibi, Serçe bir sosyal eleştiri romanıdır. Ülkemizde yıllardır ısrarla uygulanan baskı politikaları, özellikle farklı etnik kökenden, kültürden ve inançtan olan insanlara karşı ülkemizde ve Avrupa’da uygulanan baskıları akıcı ve anlaşılır bir dille eleştirmektedir. Romanın kahrmanları canlıdır, günlük yaşamda hergün gördüğümüz, beraber olduğumuz tiplerdir. Ali Arslan özellikle bu insanları ve doğayı betimlemede oludukça başarılı bir anlatım sergilemektedir. Yazarın anlatım ve diyaloglar arasındaki ince ayarı, akıcı anlatımına ayrı bir tad veriyor.Yazar sosyal bir amaç için yazmakta ve bu amacına ulaşmak için öykünün ilginçliğinden alabildiğine yararlanmakta; daha dört yaşında sürgüne gönderilen bir kız çocuğunun uğradığı haksızlıkları anlatırken, aslında ülkemizin ve Avrupa’nın gerçekliğini masaya yatırmakta, pek çok kişinin doğal saydığı, bilmediği ya da bilmezlikten geldiği, çağımız için anlaşılmaz, insanlık adına utanç duyulacak garip uygulamaları okuyucunun gözleri önüne sermektedir. Bu romancı tavrının, günümüz şartlarında çok önemli bir anlamı olduğuna inanıyorum.

[ANA SAYFA] [HAVUZ YAYINLARI] [YAPITLARIMIZ] ['HAVUZ'DAKiLER] [CAGDAS ARMAGANLAR] [SANATCILAR iNiSiYATiFi] [SiZiN WEB SiTENiZ?] [ETKiNLiKLERiMiZ] [HAVUZ GÜNCEL] [BAGLANTILAR]