Şair Ali Asker Barut 'a sorular
Soru: Bu kitap işi nedir? Nereden çıktı, ne oldu? Senin yerin ne? Küçük bir özet çıkarabilir misin?
Ali Asker Barut: Dalle Ebridi a Malta adıyla İtalya'da yayınlanan ve
Türkiye'den benim ve küçük İskender'in birer şiirlerimizle yer aldığımız kitabın öyküsü 15 Şubat 2000'de başlıyor. Türkiye'den
şair Özdemir İnce arayarak, kendisinin de jürisinde bulunduğu bir yarışmadan söz etti. Yarışmanın konusu Avrupa Genç Şiir Ödülü.
Özdemir İnce, Türkiye' de bu yarışma için iki şair öneriyor. Yarışmanın sanırım koşullarından biri 36 yaşını geçmemiş olmak.
Rusya, Fransa, Almanya, İspanya, Polonya, İrlanda, Türkiye başta olmak üzere 31 ülkeden 31 şair bu yarışmanın jürisini oluşturdu. 3
şiirimin İngilizce çevirileri, sanat çalışmalarım ve yayınlanmış kitaplarımın adlarını belirten tanıtıcı bir yazıyla bu yarışmaya
katıldım. Yarışma sonunda 10 kişi seçildi. Türkiye'den önerilen küçük İskender ve ben de bu
seçilenler arasındaydık. Bu 10 şairin şiirleri özgün dilleriyle İtalyanca karşılıklı olarak kitap
haline getirildi. Roma'daki edebiyat üniversitesinin girişimleriyle düzenlenen yarışmanın bir
değerlendirilmesiyle yayınlanan kitap, Sensibili Alle Foglie yayınevinden çıktı. Kendimizi
övmeye kaçmasın diye burada iki Türk şairi için yapılan değerlendirmeyi söylemeyeceğim.
Bu konuda mutlaka Özdemir İnce bir şeyler söyleyecektir. İşin o kısmı ona ait. Bu kitapta
onun yeri şunun yeri diye bir sıralama yok. Avrupa'dan 10 şair seçildi ve ben de bu 10 şair
arasındayım. Onay görmek heveslisi değilim ama 31 ülkeden 31 şairin seçtiği 10 kişi arasında
bulunmak, bence o kadar yabana atılacak bir başarı da değil. Kendi ülkemde de şu ana kadar
hatırı sayılır 3 ödül aldım. Türkiye'deki edebiyat ortamı ödüllere doyduğundan mıdır nedir
bunlardan öyle uzun boylu söz edilmedi veya ben de söz edilmesi için çaba harcamadım.
Ödüllerin şairleri, yazarları teşvik ettiklerinden söz edilir durur: Koskocaman bir palavra!
Ödül aldım diye dur yahu bir şiir yazayım demedim. Bence ödül, gerçek şairi hep korkutur. Her ödülden sonra ödüm kopmuştur, işim bitti mi diye.
Soru: Böyle kitaplar ile Türk şiiri arasında sence nasıl bir ilişki var? Daha doğrusu
Türkçe şiir ile Avrupa şiiri arasındaki bağlantılar ne durumda ve sence ne olabilir? Ne olmalı?
Ali Asker Barut: Türkçe şiir ile Avrupa şiiri arasındaki bağlantılar, Türkiye ile Avrupa ülkeleri
arasındaki ilişkilerinden ayrı düşünülmemeli. İyi niyet ile yeteneği bir kenarda tutarsak bu
gerçek daha somut olarak karşımıza çıkar. Sorunuzun ne kadarına karşılık gelir bilmiyorum
ama, Türk yazar ve şairi Avrupa'da pa zara sunulmamıştır. Bu yüzden de Türkçe şiir ile
Avrupa şiiri arasındaki bağlantılardan çok, Türkçe şiirin tek yanlı olarak Avrupa şiiriyle
girdiği ilişki söz konusudur. Tıpkı Türkiye 'nin tek taraflı olarak yıllardır kendini Avrupalı
sayması gibi. Ne kadar acıdır ki Eskimo şairleri bile kendini Avrupalı sayan bir Türkiye'nin
şairlerinden daha çok saygı ve yer buluyor Avrupa'da. Yeri gelmişken Almanya'nın Münih
kentinde yayınlanan Das Gedicht, Zeitschrift für Lyrik, Essay und Kritik adlı bir edebiyat
dergisinin bir süre önceki bir girişiminden söz edeyim. Bu dergi 50 şair, yayıncılar, edebiyat
bilimcileri ve tercümanlardan oluşan bir kuruldan oylama usulü ile Yüzyılın Almanca Yazan
100 Şairi ve Yüzyılın Uluslararası 100 Şairi' ni belirlemelerini istiyor. Dışarda tanınan tek
Türk şairimiz Nâzım Hikmet'in adı 100'üncü sırada bile anılmadı Uluslararası 100 Şair
arasında. Orhan Veli Almancaya çevrildi deniyor, Necatigil keza öyle. Ama kitabı yayınlayan
yayınevine bakıyorsunuz; Dağyeli Yayınevi. Buyurun buradan yakın. Artık şu gerçek iyice
anlaşılmıştır ki Goethe gibi, Heinrich Böll gibi Grass gibi Alman edebiyatını dışarı ülkelerde
layıkıyla tanıtacak büyük yazarların çevrilmesi için Almanya Kültür Bakanları nasıl bütçeler
ayırıyorlarsa, bir Fransa Hugo gibi sayısız değerli yazarları için bunu yapıyorsa, Türkiye de bir zahmet işi bir de bu tarafından görsün ama değil mi?!
Bir de şu var; Avrupa'da Türk edebiyatına zaten az olan ilgiyi duyan yayınevi sahipleri, kendi
çabalarıyla keşfettikleri Türk şairlerini yayınlama konusunda bir muhattap bulamamanın
sıkıntısıyla kıvranıyorlar. Örneğin, Zürih'teki İsviçre'nin en büyük yayınevlerinden ammann'ın
yöneticisi bundan 4 ay önce Nâzım Hikmet'in seçme şiirlerini yayınlamak isteğiyle Almanya'ya geldi ve neler yapabileceği konusunda bilgiler topladı. Nâzım'ın yayın haklarını
satın almak üzere verilen bilgiler doğrultusunda sonra İstanbul' a gitti. Yayınevleri ve kişilerle
yaptığı görüşmelerden eli boş ve hayalleri kırılmış olarak döndü, o yönetici. Daha sonra
Nâzım' ın Amerika'daki oğluyla temasa geçilmesi önerildi, o da yayın haklarının kendisinde
olmadığını belirterek, hiçbir yardımda bulunmamış. İsviçreli yayıncı 4 aydır hâlâ Nâzım konusunda muhattap arıyor. Diğer ülkelerin ciddi paralar vererek böyle bir yayını
gerçekleştirdiklerini göz önüne alırsak, Nâzım adına doğan böyle bir olanak nasıl da kolay
harcanıyor, gelin de isyan etmeyin. Türk şair ve yazarlarının yurtdışında yayınlanmaları
-tabiiki ciddi kültür projeleriyle ve o ülkelerin yayınevlerinde- Türk edebiyat dünyasına yeni
deneyimler kazandıracaktır. Yıllarca kendisini Türkiye' deki edebiyat aynasından görmüş Türk şairi, bir de Avrupa'daki edebiyat aynasından nasıl görünüyorum diye bakacaktır
kendisine ki bu onun için az bir deneyim olmayacaktır. Baştaki sorunuza geç oldu ama şimdi
yanıt vereyim, tekrardan kitaba dönerek; bu kitap bize şunu gösteriyor: Türkçe şiir Avrupa şiiriyle komplekse kapılmadan boy ölçüşebilecek düzeydedir. Hem içerik hem de biçim
olarak. Yani bu tür kitaplar Türk şiirine unuttuğu cesareti yeniden hatırlatacak.
Soru:Bir Türk edebiyatı, daha doğrusu Türkçe edebiyat var mı? Ne kadar var? Neden
var? Bu senin şiirine de yer veren İtalyanca kitap, acaba neyin göstergesi? Varlığın mı, yokluğun mu?
Ali Asker Barut- "Bir Türk edebiyatı, daha doğrusu Türkçe edebiyat var mı?!" sorusunu,
okuyucuyu gereksiz yere öfkelendirmemek için, başına "Avrupa'da"diye eklemek gerekiyor,
sanırım. Yoksa, Türkiye'de elbette bir Türkçe edebiyat, dünyada elbette bir Türk edebiyatı
olgusu vardır. Avrupa derken, 2,5 milyon gibi büyük bir nüfusun yaşadığı Almanya örneği üzerinde, şartları ve koşullarına bizim de ortaklık ettiğimiz için konuşmak daha doğru
olacaktır. Almanya'da Türklerin yaşadığı 40 yıllık bir süreç var. 40 yıllık bu sürece paralel
olarak bu insanların merkez alındığı, serüvenlerine tanıklık eden bir edebiyatları maalesef
henüz yok. Geçenlerde Frankfurt'ta yapılan "Almanya'da Türk edebiyatı" konulu bir
toplantıda söylediklerimi, burada özetlemek istiyorum; Almanya'da, bu Türk edebiyatıdır diyebileceğimiz bir edebiyat yoktur. Hem böyle bir edebiyatın var olduğunu
söyleyebileceğimiz eserler de elimizde yok. Bu toplantıya giderken ¥'daki Türk edebiyatı ile
iligili yazılmış metinler aradım, bazı yazarların kitaplarına yazdıkları önsözlerin satır aralarına
baktım; Tek bir satırlık bir iz yoktu, 40 yıllık süreç ile ilgili olarak. Neyse...Hem bir
edebiyatın oluşması için bazı şeyler gerekmiyor mu? Örnek verirsek, Almanya' da Türkçe
yazan şair, yazarların kendi ürünlerini değerlendirebilecekleri bir dergileri olması gerekirdi.
Yine bu şair-yazarların çatısı altında bir araya gelebilecekleri bir dernekleri, bunların ürünlerini
yayınlayacak bir, birkaç yayınevinin varlığı mutlaka olmalıydı. Almanya'da ilk kuşak yazarlar
olarak hemen akla geliveren Yüksel Pazarkaya, Aras Ören, Güney Dal, Yağmur Atsız gibi bu
işin öncü isimleri olması gerekenler üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirememişlerdir ve hem böylece kendilerine, hem de kendilerinden sonra bu işe soyunanlara kötülük
etmişlerdir. Ürünlerini yayınlatmak için bir Alman edebiyat dergisi, bir Alman yayınevinin
şartları zorlanmamıştır. Ürünler Türkiye' de yayınlanmış, ödüller Türkiye'de alınmıştır,
dolayısıyla Alman edebiyatının bunlardan gerçek anlamda haberi olmamıştır. Daha sonraki isimler de pek farklı davranmamış, aynı yol izlenmeye devam edilmiştir; Yaşar Miraç,
Gültekin Emre, Habib Bektaş. Örneğin Gültekin Emre "Yarım Damla" adıyla Almanya'da
yazan şairlerin şiirlerini bir araya getiren antolojiyi Türkiye'de Yapı Kredi Yayınları'nda
yayınlatıyor da, bunun benzeri bir çalışmayı Almanca hazırlayıp Alman bir yayınevine
sunmayı düşünmüyor, ya da aklına gelmiyor ilginç olabileceği. Varlığıyla yokluğu iki ülke için
de meçhul olan bu yazarların önemli toplumsal olaylarda, bırakın Alman medyasını, Türk medyası da görüşlerini almaya değer bulmuyor. Onun yerine dönercinin görüşünü almayı
yeğliyor. Dönercinin görüşüyle kamuoyu yaratılmaya çalışılıyor. Ama burada asıl suç, elbette
eserleriyle toplumda ağırlıklarını hissettirememiş şair ve yazarlarındır. Almanya' da, yapıtlarını
Almanca yazan Türk kökenli yazarların yaptıkları bir edebiyat var; Bu edebiyatın okuyucusu
da var. Önümüzdeki yıllarda yabancı kökenlilerin yaptığı edebiyat daha belirleyici rol oynayacak Alman edebiyatında. Bunu görmek için kahin olmaya gerek de yok hem. Bütün
bu söylediklerimden sonra yeniden iki Türk şairinin şiirlerinin yer aldığı İtalyanca kitaba
dönersek; Bu tür kitaplarda yer alan Türk şairlerinin şiirleri Türk şiirine ilgiyi uyandırır,
dikkati çekerse, yokluktan çıkıp varlığının bir göstergesi olacaktır, diye, öyle düşünüyorum.
Soru: Türkçe edebiyatın uzun süre Marksistlerin etkisi, hatta egemenliği altında
bulunduğu tezlerine, iddialarına vs., ne diyorsunuz? Var mı öyle bir şey ve bunun sonuçları sence neler oldu?
Ali Asker Barut- Adnan Özer'in bu görüşü beni hiç şaşırtmadı. Kendisi demokrat, ilk şiir
kitabını saymazsak, şiirleri sağ çizgide bir şairdir. Bu sözler beni şaşırtmadı; Çünkü,
demokratik şiir platformu, sağcı şairlerle 1980'lerden hemen sonra Adnan Özer'in başında
bulunduğu Üç Çiçek dergisi yoluyla tanışmıştır. Aynı adla kurulan yayınevinde sağcı şairlerin
kitaplarını yayınlayan da yine kendisidir. Edebiyatımızın içinde bulunduğu krizi Marksistlere
bağlama çabasına gelince; Bu görüşün temelinde, Adnan' ın şiirinin ve edebiyat ortamına
sokmaya çalıştığı şiir anlayışının tutmayışı yatıyor. Yani Adnan'ınkisi bir kızgınlık! 1980'lerde
etkin olarak görünen sağ şiirin bir öncülük sorunu vardı. Bu öncülük işini, bir müddet
yürütür gibi görünen İsmet Özel'densonraki kişi olmak için Adnan yıllarca canla başla çalıştı.
Söylemlerini ona göre geliştirdi. Aslında Adnan'ın söylediği laf tespit değil, daha çok ihbar
kokuyor. Adnan, bazı etkili yerlere, "Siz bilmiyorsunuz ama Türk edebiyatı Marksistlerin
elinde" demeye getiriyor, dolaştırdığı lafı. Yahu yıllarca solcu edebiyatçıların başında
Demokles' in kılıcı hiç eksik olmadı. Adamların burunlarından getirdiler. İzlendiler, göz altına
alındılar, işkence gördüler, yetmedi hapiste yıllarca yatırıldılar, çıktıklarında iş verilmedi,
yazdıkları kitaplara yayıncı bulamadılar vs. Adnan, sol edebiyat güçlü diyorsa, ha bu doğrudur. Çünkü sol düşünce ülkede muhalefettedir ve muhalefetin iktidardan her zaman
için daha çok söyleyecek sözü vardır. Olmalıdır da! Hangi görüşe yaslanırsa yaslansın, hangi
dünya görüşünden beslenirse beslensin iyi edebiyat kalıcıdır. İyi edebiyatçılar da görüşleri ne
olursa olsun kalırlar. Nâzım Hikmet kalmıştır, Necip Fazıl kalmıştır. Peyami Safa kalmadı. O,
Nâzım'ın şiirinde ihbarcı bir tip olarak yaşıyor. Adnan Özer' e, Peyami Safa örneğine iyi bakmasını öneririm.
Soru: Türkçe şiir ile diğer Türkçe edebi türler arasında neden böyle dev bir dengesizlik
bulunuyor? Şiirin zenginliği nasıl bir zenginlik, yeterli mi, sence neleri eksik, nasıl bir geleceği olabilir vs.?
Ali Asker Barut- Bu soruya hemen ilk akla gelen şekliyle, "Şiir daha kolay yazılıyor sanılıyor,
öykü ve roman çok zaman alan ön okumalar, çalışmalar ve büyük bir birikim istiyor, bunu
bilenler daha az zaman isteyen ve okurla daha hızlı ilişkiye giren, etkisini anında gösteren şiiri
yeğliyorlar" diyesim geliyor, ama... Türkçe şiir ile edebiyatın diğer türleri arasında sanıldığı
kadar öyle dev dengesizlikler bulunmuyor. Zaman zaman şiirin diğer türlerden daha fazla
önemsendiği olmuyor değil. Şiirde olsun, öyküde olsun, romanda olsun asıl niteliğe bakmak
gerekiyor. Nitelikli sanat yapıtları da ¥damgasını vuran yapıtlar- öyle ha deyince ortaya
çıkmıyorki. Siz sayıca çoğunluğa bakıp, oradan değerlendirmeye başlarsanız, doğru olmayan
sonuçlara varırsınız. Bunun da edebiyata hiçbir yararı olmaz. Örneğin uzun bir suskunluk döneminden sonra öykü, bir Cemil Kavukçu, bir Murathan Mungan, bir Aslı Erdoğan, bir
Süreyya Evren gibi iyi isimlerle öne geçti. Orhan Pamuk ve Kaan Arslanoğlu' yla atılıma geçen romansa yeniden bekleme devresine girmiş durumda. Şiirde durum farklı mı? Değil.
80 sonrası şiirde en fazla 10 iyi şair sayılabilir. Yani diyeceğim aynı kulvarda koşan yarış
atları gibi düşünürsek edebiyatın türlerini, kimi zaman roman, kimi zaman öykü, kimi zaman
da şiir baş farkıyla öne geçiyor. Son yıllarda Türk okurunun düz yazıya karşı ilgisi şiire
gösterdiğinden daha fazla. küçük İskender'in, Sunay Akın'ın imza günlerinde tanık oldum.
Okur, bu şairlerin şiirlerindense düz yazı kitaplarını alıp imzalattırıyordu. Peki şiir niye yine
de bu kadar popüler? Türk halkının neredeyse tamamı şurasından burasından şiire bulaşmıştır. Gençliğinde şiir yazmamış kimse yoktur, örneğin. Hiç yazmamışsa askerde
yazmıştır. Tanıştığım edebiyat meraklılarından"Gençliğimde roman yazdım", "Gençliğimde
öykü yazdım" diyen bir kimseyle karşılaşmadım. Hepsi gençliğinde ya şiir yazmış ya da gizli
gizli hâlâ yazmaya devam ediyordur. Yani şiir seven bir milletiz vesselam da şiir kitaplarının
satış rakamları neden hâlâ 800 ile 1000 arasındadır? İşte asıl zurnanın zırt dediği yer tam da
burası değil mi?! Okuru olmayan bir şiir var bugün Türkiye' de. Şiir yazmıyorsunuz adeta
kör kuyuya taş atıyorsunuz. Kimseden ses yok. Hep söylenen bir sözdür: İyi şiir, kötü şiiri
kovar. Bugüne kadar hep tersi oldu, bunun. Kötü şiir, iyi şiiri önce dövdü, sonra kovdu.
Dergi sayfalarına, antolojilere bakın ne demek istediğimi anlayacaksınız. Romancınız hem en
iyi romancı, hem en iyi şair, öykücünüz hem en iyi romancı, hem en iyi şair, eleştirmeniniz
hem en iyi romancı, hem en iyi öykücü, hem en iyi şair olursa, sonuç da bu olur. Şöyle olmalı böyle olmalı faslına hiç girmeyeceğim. Orada zaten üstümüze kimse yoktur.
Şiir, Andersen'in Kibritçi Kızı gibi elindeki son kibriti de çakıyor. Onu (şiiri) nasıl bir gelecek
beklediğini masalı bilenler, bilecektir.
|