29 Kasim 00 tarihli Cumhuriyet Gazetesi; 15. sayfasi
 

PANO

DENIZ KAVUKÇUOGLU

'Baska Seyler' Yazmak

Dostum DemirGökgöl , Hamburg'dan, bir gece yarisi telefonunda, 'Yahu, haftalardir ayni seyleri yaziyorsun! Bikip usanmadin mi?'' diye sorarken hakliydi kendince... Gerçekten de haftalardir para, pul, namussuzluk, hirsizlik.. hep ''ayni seyler'' i yaziyordum... Bilgisayarimin basina geçerken, kendime kimbilir kaç kez, ''baska seyler'' yazma sözü vermis, ama sözümde duramamistim. Her seferinde konu dönmüs, dolasmis ayni yere, ayni yerlere gelmisti... Oysa bu serin, islak, sisli sonbahar günlerinde yazacak, yazilacak o kadar güzel ''sey'' ler vardi ki...

Balikçi tablalarindaki gümüs renkli çinakoplari, kipir kipir lüferleri, her Karadeniz yagmurunda biraz irilesen, yaglanan palamutlari yazabilirdim sözgelimi... Solan, dökülen yapraklari, baslamadan biten umutsuz asklari, âsiklari; sarkilari, yeni duydugum siirleri; kentimin, Istanbul'un merdivenli arka sokaklarini, ahsap yüzleri çinko kapli, köhnemis arka sokak evlerinin mor çiçekli saksilarini yazabilirdim... Ama olmuyordu... Beceremiyordum...

****

Balikçi tablalari, yapraklar, asklar, sarkilar, siirler, mor çiçekli saksilar.. aslinda hepsi de gerçeklikleriydi yasadigimiz, paylastigimiz hayatlarin... Vazgeçilmezleriydi düslerimizin... Ama düstügümüz ''sarmal'' larda, bulundugumuz yerlerde, vardigimiz noktalarda bizden uzaklasiyorlar, siliniyorlar, yitip gidiyorlardi... Ne kadar istemeksek de, balikçi tablasinin kirmizisi ''kan'' a, kanlara; düsen yapraklar ''ölüm'' e, ölümlere; hüzünler ''aci'' ya, ölüm acilarina dönüsüyordu...

Cezaevlerinde, ''ölüme yatmis'' delikanlilar, gencecik kizlar geliyordu gözünüzün önüne... Onlar varken, onlarin gerçekligi karsinizdayken kimin için yazacaktiniz o arka sokak evlerinin ''mor çiçekli saksilar'' ini? Yazabilecek miydiniz? Yazilabilir miydi? Ölüme dislanmislardi onlar... Hiç görmemis, hiç tanimamis, orada oluslarinin ''niye'' lerini, ''niçin'' lerini hiç merak etmemis de olsaniz, ölüme dislandiklarini ilk duydugunuz, ilk ögrendiginiz ''an'' dan beri hayatiniza, düsüncelerinize, duygulariniza girmisti bu genç insanlar sizin... Ölüme yatmislik, ölüme dislanmislik ''ölüm'' süz, ''ölü'' süz düsünülebilir miydi?.. Hem yasamin baska hangi gerçegi ''ölümler'' kadar çarpici, ''ölümler'' kadar yalin olabilirdi ki?..

****

Elleri sopali, tasli, biçakli, kana susamis genç insanlar birbirlerini kovaliyorlardi sokaklarda... Bir futbol takimina yandas olmak, ''öteki'' olanin kanini dökmek, ''öteki'' ni yok etmek için yeterliydi, geldigimiz, bulundugumuz yerde!.. Camlar kiriliyor, otomobiller parçalaniyor, alanlarda ölüm kol geziyordu... Dövmek, yaralamak, öldürmek, ölmek nasil bu kadar kolay olabiliyordu? Insanlar hayatlarindan nasil bu kadar kolay vazgeçebiliyorlardi?

Cezaevlerindeki ''zor ölümler'' gibi sokaklardaki ''kolay ölümler'' karsisinda da kipirdamiyordu killarimiz!.. ''Ölüm'' ü, ''ölümler'' i kaniksayacak kadar uzagina düsmüstük hayatin... ''Aslolan'' in hayat oldugunu unutacak kadar tutsaklastirmisti cüce yasantilarimiz bizi... Ölüm çigliklarina kulaklarimizi tikar, ölümlere sirtimizi dönerken yitirdigimiz kendi hayatlarimizdi oysa... Kendimize nasil böyle yabancilasmis, kendimizi nasil böyle yadsir olmustuk?..

****

Toplumca yakalandigimiz, içine düstügümüz bu ''sosyal-sizofrenik'' sarmalda, kirmizi tablalardaki gümüs renkli baliklari, sonbahar yapraklarini, merdivenli sokaklari, mor çiçekli saksilari yeniden yakalamak hiç de kolay olmuyordu... Ama ''umut'' denilen sey de, hayata yeniden dönmeyi deneyisler, hayati yeniden yakalamaya çabalayislar degil miydi bir bakima? ''Baska seyler yaz!'' derken hakliydi dostum... Yitirmemek için hep yakin durmak gerekiyordu umuda... Baliklarla, yapraklarla, asklarla, siirlerle, mor çiçeklerle... ''Baska seyler'' le de yani...

Faks: 0212 - 723 84 97

(e-posta:dkavukcuoglu@tuyap.com 

 23 Agustos 98 tarihli Cumhuriyet Gazetesi; 13. sayfasi

 PANO

DENIZ KAVUKÇUOGLU

Bir Dost

Onu çok merak ediyordum. Yillar önce Hamburg'a gelip yerlesmisti. Almanya'nin ünlü tersanelerinden birinde çalisiyordu. Burada kendine ait bir dünya yaratmisti. Odasinin duvarlarini süsleyen resimler, afisler, saksilardaki çiçekler, çalisma masasinin üstü, her sey onun ''aykiri'' kimligini yansitiyordu. 1960'li yillarin basinda birlikte, nasil oldugu anlasilamadan çökmeye baslayan Istanbul'un bohem yasaminin bir parçasiydi. Iyi bir tiyatrocuydu. Ne var ki, ögrenim sonrasi Viyana dönüsü, daha ilk denemelerde ''bu isin olmayacagina'' karar vermisti. ''Anlatamamak mi, anlasilamamak mi'' sorusunun yanitini aramayi bile ''gereksiz'' bulacak kadar kopmustu tiyatrodan. Ayaspasa'daki evlerinin balkonuna, ''köprü ayagi degmemis'' Bogaz kiyilarina, Kiz Kulesi'ne, baliklara; arkadaslarina, Erdöl Boratap 'a, Metin Deniz 'e, Savas Dinçel 'e ''Hosçakalin!'' deyip ayrilmisti Istanbul'dan.

''Göç kervani'' na katilan her yolcunun bir ''macera'' si vardi. Yasanmis düs kirikliklarindan umarsiz asklara, yoksulluk acilarindan ölüm korkularina, zorunlu sürgünlerden gerçeklesemeycek düslere kadar binlerce ''gerekçesi'' vardi göçün. Onun gerekçesini ögrenmek, agzindan dinlemek istiyordum. ''Ters'', ''huysuz'' bir insan oldugu söyleniyordu. Kendisini çevresindeki Türklerden soyutlamisti. Yillardir kimseyle görüsmüyordu.

Bir gün esim, esiyle ortak bir dostlarinda tanistiklarini anlatinca çok sevinmistim. Bu ''ilginç' ' insanla tanismak istiyordum... Kosullanmistik, kisiligime ne kadar aykiri düsse de, o aksam evlerine giderken, kafamdaki önyargilardan, aldigim önerilerden, uyarilardan kendimi arindiramiyordum. Ilk karsilasmamiz bekledigim gibi olmustu. Hareketleri, konusmalari ölçülüydü. Sonra salonda karsilikli oturmus, birazdan ringe çikacak iki boksör gibi birbirimizi süzmeye, tartmaya baslamistik. Iki kadin aralarinda konusuyorlar, ''belki bir ucundan tutariz'' umuduyla sözü, bizi de ilgilendirecegini düsündükleri konulara getiriyorlardi. Aklari bol uzun sakallari, koyu renk gözleri, gür kaslari, kartal burnuyla etkileyici bir yüzü vardi. Sigara üstüne sigara içiyordu. Pürüzsüz, derinden gelen bir sesle konusuyordu. ''Bir sey içer misiniz?'' diye sordu. ''Evet'' dedim. Bu, aramizda geçen ilk anlamli ''diyalog'' du! Odadan çikinca, yerimden kalkmis, duvarda sirali duran plaklara bakmaya baslamistim. Geldiginde, beni yerde çömelmis, plaklarini karistirirken buldu. ''Begendiginiz varsa, çalayim.'' Ernst Busch' un bir plagini çekip, ''Bunu, lütfen'' dedim. Brecht 'i, Mayakovski' yi sevmeme sasirmisti. Gözlerini açarak, ''Seviyor musunuz?'' diye sordu. Basimi salladim. Yüzü yumusadi. Ikinci parçada mirildanmaya, üçüncü sarkida Ernst Busch'a eslik etmeye baslamistim. Sonraki sarkilari Ernst Busch, o, ben, üçümüz birlikte söylemistik. Eslerimiz hayretle bizi izliyorlardi.

Ernst Busch'dan sonra Theodorakis dinledik.. Müzik dinliyor, ''ouzo'' içiyor, uzun uzun konusuyorduk. Tanismamizin üzerinden iki saat bile geçmemisti. Bir ara kalkip, ''sirtaki'' oynadik. Sonra gün agarana kadar Charlie Parker çaldik. Caz'i, onunla birlikte daha çok sevdim. O gece, aramizda yasami yasanmaya deger kilan güzel bir dostluk kuruldu. DemirGökgöl, adam gibi adamdi. Omuz omuza verdik. Yeni kapilar zorladik. ''Dost hatirina'', yüreginde, beyninde yillarca biriktirdigi, tasidigi zenginlikleri açti. Paylasilmaya karsi koymadi. Tüketilirken, yeniden üretti. Ilkelerinden, kisiliginden, yalin yasamindan hiç ödün vermedi. Ucuzluklarla uzlasmadi.

Derin bir tiyatro bilgisi, müzik kültürü, engin bir sanat birikimi vardi. Disiyle tirnagiyla, bu görkemli liman kentine olaganüstü güzellikte bir caz kulübü kazandirdi. ''Circle'', dünyanin ünlü cazcilarina ev sahipligi yapti. Sonra onu Tevfik Baser 'in ünlü ''40 Metrekare Almanya'' sinda ''hoca'' rolünde seyrettim. Bunu baskalari izledi. DemirGökgöl, simdi Hamburg'da tiyatro çalismalari yapiyor. Oyunlar sahneye koyuyor. Gençleri egitiyor. Siir geceleri düzenliyor. Insanlara siiri, edebiyati, sanati sevdiriyor. Dolu dolu yasiyor.

Yillar önce bir gün, ''Basima ne isler açtin!'' demisti. Ilk tanistigimiz gecenin sabahinda ayrilirken aramizda kurulan dostlugun omuzlarimiza sorumluluklar yükleyecegini biliyorduk. Gerçek bir dostluk baska nasil olabilirdi ki? Ögretici olmadan, birbirimizden güzel seyler ögrendik. Acilari, sevinçleri, mutluluklari paylastik. Yarin aksam, Radyo Cumhuriyet 'te, ''Gecede Caz'' da, ''Circle'' günlerinin anisina Charlie Parker çalacagim. Bu programi birgün DemirGökgöl'le birlikte yapacagiz. Daha güzel olacak...

 

[ANA SAYFA] [HAVUZ YAYINLARI] [YAPITLARIMIZ] ['HAVUZ'DAKiLER] [CAGDAS ARMAGANLAR] [SANATCILAR iNiSiYATiFi] [SiZiN WEB SiTENiZ?] [ETKiNLiKLERiMiZ] [HAVUZ GÜNCEL] [BAGLANTILAR]