HANDAN GÖKÇEK 1968 İzmir doğumlu. Gökçek, uzun süredir yazınla ilgile- niyor.

Öyküleri, Bahçe, Bir Bilet Gidiş-Dönüş, Kum, Ardıçkuşu, Ünlem, Kül, Varlık, İzmir Kültür Edebiyat gibi edebiyat dergilerinde yayımlandı.

Düş Hırsızı adlı yapıtında kadını, kadının ruh hallerini, bireysel ve toplumsal statüsünü sorguluyor. Düş Hırsızı yazarın ilk kitabı.
DÜĞÜN
 
 
Kırmızı, sarı, turuncu, mavi tüllerin içinde elleri… Ellerinde  yapraklı kınalar kıvrılıyor. Sesi yanık bir adamın türküsü, yankılanıyor bozkırda. Davullar…Yürek gümbürtüsü…Dumanlı yemekler, kafalar dumanlı… Geceyi düşündükçe, şehvetle sarıyor içini on beşlik gelinin hayâli. Sapsarı gülüyor. Onca toprak helâl olsun siyah saçlarının her teline. Kesilen onca koyun azdı bile öylesi bir güzelliğe. İlk karısını alırken hiç bunları hissetmemişti. Yaşı geçtikçe içi mi coşuyordu ne?…
 
Pembe peçesinin altında ağlıyor dudakları. Altın bilezikli kolları dizlerinin üzerinde. Kınalı parmaklarıyla sımsıkı yapışmış kırmızı kadifeden şalvarına. Gün hiç batmasın, gece hiç olmasın. Bozkırın tozlu topraklarında, oyun oynadığı arkadaşının babasına karı mı olacaktı şimdi? Ağanın oğluna gelin gidecek sandıydı önce. Sevindiydi. Küçük kuzular gibi zıpladıydı yüreciği. Ölseydi keşke. Ablası gibi kaçsaydı o da sevdiğine. Sonra ikisini bir öldürselerdi. Bir çift öfkeli gözü üzerinde hissediyor, kafasını kaldıramıyor. Davullar…Yürek gümbürtüsü.  
 
 Bebeğine sımsıkı sarılmış, beyaz badanalı dört duvar üstüne yıkılıyor. Gözleri karşısındaki odanın tahta kapısına yapışmış, çekip alamıyor. Kendini de sallıyor bebeği ile birlikte, ne bebek avunuyor ne de kadın. Alnının ortasındaki çiçek dövmesi küçülüyor. Öfkesi  ölüm kokuyor burnunun ucunda. “Büyük oğlan istiyordu bu kızı diyemedim ahh!” Diyemedim…”Kendi sesini unuturdu çoğu zaman kadın. Beş çocuğu büyütmek, davarları gütmek, ekin biçmek, gece olup da baygın yatağa düşünce üstünde herifini bulmak kolay mıydı? Şimdi herif o tazenin üstünde olacak geceleri. Ya sonra ne olacak? Oğlan ne edecek? İlk göz ağrısı, ilk bebesi. Nerede şimdi? Davulları duyunca kaçtı gitti. Davullar…Yürek gümbürtüsü…
 
Koştukça peşini bırakmıyor davulların sesi. Çok uzak dağlarda bir çiçek soluyor. Gücü yettiğince haykırıyor delikanlı “ Babaaa!!” Yeryüzü kayıyor ayaklarının altından. Taşa toprağa savuruyor tekmelerini. Geri dönmek yok artık. Ev, bark, kardeş, ana, baba, yâr yok.
 
Tüllerin arasında kayboluyor eller. Usulca akşam iniyor bozkıra. Birer birer dağılıyor erkek kalabalığı. Sesi yanık adam susuyor. Ateşler söndükçe, ağanın ateşi yükseliyor. Davullar uzaklaşıyor. Yürek gümbürtüleri kalıyor geride. Silahlar son kez patlıyor.
 
Renkli baş örtüleriyle iki kadın gelinin kollarına giriyor. Bir odadan diğerine sonra öbür odaya götürüyorlar. Dizlerinin bağı çözülüyor kızın. Her yer dönüyor. Bebesiyle köşeye büzüşüp kalmış kadınla göz göze geliyorlar. Gözler önlerine akıyor. Kız koşup sarılıyor kadına.”Bırakma beni” Kadın usulca itiyor kızı. Diğer kadınlar tekrar yapışıyorlar kollarına. Tahta kapıdan içeri sokup beyaz kanaviçe işli örtülerle, beyaz tüllerle süslü yatağa oturtuyorlar. Kırmızı pullarla işli bir örtüyle kapatıyorlar yüzünü… Her yer kan içinde. Ölüm kokuyor oda.
 
Kadın bebesine iyice sarılmış hızla sallanıyor. Odadan çıkan kadınlar onu da alıyorlar. Arka odalardan birine götürüp bırakıyorlar. Diğer çocuklar yer yataklarının üzerine oturmuş şaşkın bakıyorlar analarına. Bebesini beşiğe yatırıp çocuklarına birer birer sarılıyor. Bebek beşikte ağlıyor. Onu kucaklayıp son kez emziriyor. Çocuk emdikçe gözlerinin yeşili büyüyor. 
 
 
-1-
Delikanlı toprağın, karanlığın içinde ağlıyor. Derin sessizlikte yüreğinin sesini duyuyor. Dinliyor. Ayağa kalkıp hızla köye doğru koşmaya başlıyor. Ayağı bir taşa takılıp düşüyor yeniden kalkıyor. Köye yaklaştıkça düğün alayının dağıldığını, meydanın boşaldığını görüyor. Duruyor yüreği atmıyor artık, kulakları sağır, ayakları sakat. Amcasının evinin önünde durup amca oğluna sesleniyor. Çocuk heyecanla geliyor. Av tüfeğini istiyor ondan. Çocuk önce “olmaz” diyor. Delikanlı yalvarıyor. Çocuk “Olmaz, hem ne yapacaksın bu saatte?” Ağanın düğünü şerefine sıkacağım.” diyor. Çocuk, silahı getiriyor.
 
Ağa odaya giriyor. Yüreğinde çalan davullar hâlâ susmamış. Titreyen elleriyle açıyor kırmızı örtüyü. Bir çift siyah göz öfkeyle bakıyor yüzüne. Sapsarı gülüyor ağa. Kız hızla ayağa kalkıp kaçmaya yelteniyor, yüzüne inen bir tokatla yıkılıyor yatağın üzerine. Bağıra bağıra ağlıyor. Ağa hızla soluyor.
 
Kadın, kulaklarını kapatmış; kızın ağlamasını, ağanın solumasını duymak istemiyor. Elleri yetmiyor sesleri kesmeye. Çocuklar ağlıyor. Kadın ağlıyor.
 
Kızın üzerindekileri yırtarcasına çıkarıyor. Kız hiç kıpırdamıyor. Gözleri görmüyor, kulakları duymuyor, eli ayağı tutmuyor, nefes alamıyor. Ağa kıllı vücuduyla uzanıyor kızın üzerine.
 
Bozkırda bir silah patlıyor. Köy halkı irkiliyor yataklarından. Sonra bir daha. Kadınlar, erkekler, çocuklar koşuyor köyün tozlu yollarında. Ağanın evine geliyorlar. Kadın, elinde çiftesi yatağın başında oturuyor. Ağa kanlar içinde kızın üzerinde yatıyor. Kızın gözleri tavanda, kolları iki yana açık ağanın kanları içinde titriyor. Delikanlı avluda donup kalmış kıpırdayamıyor…
 
 
 Handan GÖKÇEK