Zerrin Oktay
 
1961 yılında doğmuşum. İlkokula başlar başlamaz kitap okumaya başladım. Okuma-yazmayı üç yaşımda öğrendim ve ilk mektubumu yine üç yaşımda yazdım.Küçük yaşta yurt dışına göç ettim. On yıl kadar İsviçre'de yaşadım. Genç kızlık dönemimde ailenim kararıyla Türkiye’ye kesin dönüş yaptım. Almanca öğretim yapan bir kolejde okumaya başladım. Orada, ek dil olarak İngilizce, seçmeli dil olarak da Fransızca öğrendim. Bu kadar dil öğrendikten sonra okuduğum kitapların sayısında da bir hayli artış oldu. Ortaokul, lise derken 1981 yılında yüksek öğretimimi yarıda kesip evlendim. Yabancı firmalarda yirmi yılı aşkın bir süre çalıştım. Yaptığım işler: Fiyat yapılandırma, satış raporları, çeşitli istatistik çalışmaları ve ufak tefek raporlama programları, geleceğe yönelik projeler. Hepsi rakamlarla ilgili işlerdi.
 
 Burcum ikizler ama uğurlu sayım iki değil. Aslında uğurlu sayım yok, uğurlu rengim, eşyam falan da yok. Öyle şeylere inanmıyorum. Bütün renkleri severim, en çok da yeşili. Ağaçlara bayılırım. Istakozun tadını bilmem, yelkenliyle gezmeyi hiç özlemem, ikisi de tanımadığım şeylerdir. Yürüyüşü severim. Dağ, tepe, çayır, çimen vs.
Makyaj yapmayı sevmem, saçımı boyamam. Ayak numaram 37.  Ayrıca yumurtalı şampuana da alerjim var. Alerjik olduğum başka bir iki şey daha var ama yazmayacağım.
 
 İş hayatımla birlikte yazmaya başladım. Bu yaklaşık 26 yıl sürdü. Evimdeki çekmeceler yazdıklarımla, belleğim ise okuduklarımla dolu. Ne olacak bütün bu yazılar diye düşünürken; İnternet sanal ortamıyla tanıştım. İnternet, yazı yazma alışkanlığımı pozitif olarak etkilerken; kitap okuma alışkanlığıma ise negatif sinyaller gönderdi. Yazı yazmaya gelince: O tutku son günüme kadar devam edecek.
Düş

-Belleklerde kalıcı anılar, gün batımıyla birlikte
 eklenir birbirine;  zincir olur, ölüm olur, korku olur, düş olur-

Kâğıttan bir ev yapsak
Koysak dünyanın üstüne
Rüzgâr uçursa
 
Sonra düşsek
Beyaz kâğıtlardan kurulmuş
Bir düş ülkesine
Evleniyoruz!

Yanlış anlaşılmalar üzerine yeni bir araştırmaya başladım. Bu aslında hiç de öyle zor olmadı. Bizim ülkemizde yanlış anlaşılmalardan daha sık yaşanan başka bir şey yokmuş meğer. Sanırım, Türkçemizin zengin kullanım alanından kaynaklanıyor bu sorun...

Günseli İnşaat Basın Yayın Matbaacılık Gıda Tekstil Turizm İthalat İhracat Ticaret Limitet Şirketi denen bir yeri aradık günün birinde. Neden mi? İçinde Matbaacılık yazısını gördük de ondan! Bizim de o sıralar dekorasyonunu yeni tamamladığımız müzik mağazamızın açılış davetiyelerini bastırmamız gerekiyordu.

"Tamamdır hanımefendi, biz şimdi birazdan çırak göndeririz, siz de ona elinizdeki örneği veriverin bir zahmet."

Örnek diyordu çünkü elimizde gerçekten de bir örnek vardı ama üzerinde biraz çalışılması gerekiyordu. İşimiz son derece acele olduğu için kolay bir davetiye türü seçmiştik. Beyaz karton üzerine siyah yazı olacaktı. Biçem falan önemli değildi. Önemli olan, yazım hatası yapılmamasıydı.

Çırak geldi ve ona anlatmaya başladık. Ama çocuk anlamış gibi görünmüyordu. Bunun üzerine ona anlattıklarımızı bir de örnek davetiyenin üstüne not ettik.

Orijinal davetiye aynen şöyleydi:

Evleniyoruz!

Bu en mutlu günümüzde sizleri de aramızda görmekten onur duyarız.

Anne adı: xxxx
Baba adı: xxxx

Tarih: xxxx
Adres: xxxx


’Evleniyoruz’ kelimesinin yerine, yeni mağazamızın ismi gelecekti. ‘Bu en mutlu’ diye başlayan cümle ise ‘Açılış’ şeklinde başlayıp aynı devam edecekti. Olay çok basit görünüyordu.

Anne ve baba adları yok edilip orada sadece mağazanın adresi olacaktı. Tarih bölümüne açılış gününün tarihini yazıp çırakla matbaaya gönderdik.

İki gün sonra bir kucak dolusu basılmış davetiye geldi. Hemen açıp kontrol ettik. Manzara evlere şenlikti! Matbaacı mağazamızın ismini 'Evleniyoruz' yazısının altına eklemişti. Üstelik 'Bu en mutlu açılış günümüzde...' diye garip bir cümle devam ediyordu. Anne baba adları çıkmıştı ama açılış tarihi nikah davetiyesindeki tarihi taşıyordu.

Hemen geri gönderdik. İncelediğimiz numunenin de üzerinde beğenmediğimiz kısımları işaretledik ve not düştük: Bu bir nikah davetiyesi değil!

Ertesi gün hemen getirdiler davetiyelerimizi. Doğal olarak hemen inceleme gereği duyduk. İlk çıkan numune biraz içimizi ferahlattı. Evleniyoruz yazısı yok edilmişti. Ama onun yerine kocaman harflerle 'Bu bir nikah davetiyesi değil!' diye yazmamışlar mı?

Ben çıldırdım! Yerimden kalktım. Biraz mağazanın içinde yukarı aşağı volta attım. Bir bardak su içtim. Sakinleştim ve tekrar yerime oturdum. Gayet sakin bir şekilde elime bir davetiye aldım. 'Bu bir nikah davetiyesi değil!' yazısını karalayarak yok ettim. 'Bu en mutlu' kısmını da yine karalayarak cümleden çıkardım.

Artık hiç vakit kalmamıştı. Açılış iki gün sonra yapılacaktı ve davetiyelerin acilen davetlilerin ellerine ulaşması gerekiyordu. Tedbir gereği en alta hiç de dostane olmayan bir not düştüm: Anlamadığınız bir şey varsa, lütfen telefon edin!

Ertesi gün davetiyeler geldiğinde ise matbaayı aramayı düşünmedik bile. Zaten yapılacak bir şey kalmamıştı o saatten sonra. İster istemez davetiyelerimizi dağıtmaya başladık. Her birinin dibinde o dipnot vardı: Anlamadığınız bir şey varsa, lütfen telefon edin!

Zerrin Oktay